Sayın Başbakan,
Birbirinden başarılı iki oğul babasısınız. Oğlunuz Burak alnının teriyle
genç yaşta gemi aldı. Diğer oğlunuz Bilal, Dünya Bankası'ndaki
başarılarıyla stratejik ortağınız Amerikan başkanı Bush'un bile
iltifatlarına mazhar oldu. İkisi de pırlanta gibi, Allah bağışlasın.
Demem o ki, bir evlat nasıl yetişir, bir baba evladına baktığında nasıl içi
titrer, nasıl burnunun direği sızlayarak sever biliyorsunuz...
Ama oğlu ertesi gün askerlik kurası çekecek bir baba o geceyi nasıl
geçirir, Güneydoğu'yu çeken oğlunu otobüse nasıl bindirir, 15 ay boyunca
geceyi gündüze nasıl ekler, saat başı haberlerini nasıl içi içini yiyerek
seyreder, telefonda konuştuğunda 'Operasyona gidiyoruz, hakkını helal et
baba' diyen oğluna ne cevap verir, bilmiyorsunuz.
Çünkü dediğim gibi oğullarınızdan biri armatör oldu. Güneydoğu'da deniz
yok, Atatürk Barajı da oğlunuzun gemisi için pek küçük kalır, yakışık almaz.
Yani Burak güvende. Allah bağışlasın.
E diğer oğlunuz Bilal de dediğim gibi Dünya bankası'ndaydı.
Şimdi ise Dünya Bankası her nedense sözleşmesini yenilemediği için The Brooking
Institution'da. İşi düşünce üretmek olan bu kuruluş da geçenlerde
Diyarbakır'ın belediye başkanı Sayın !!!! Osman Baydemir'i ağırlamıştı, hatırlatırım.
Yani sözün kısası Bilal de Washington'da, güvende. Allah bağışlasın.
O yüzden de 'Artık şehit cenazeleri görmek istemiyoruz' diyen bir vatandaşa
gönül rahatlığıyla 'Askerlik yan gelip yatma yeri değildir, canım kardeşim'
diyebiliyorsunuz.
Ben de artık şehit cenazeleri görmek istemeyenlerdenim, bu yüzden ben de
sizin 'Canım kardeşim' diye hitap edebildiklerinizdenim. Can kardeşliğin
verdiği samimiyet hissiyle, olanca içtenliğimle merak ediyorum.
Sayın Başbakan, 5 ayda verilen 50 şehidin ardından, 'Askerlik yan gelip
yatma yeri değildir' dediğiniz için; şehitlere 'kelle' dediğiniz için hiç
mi utanmıyorsunuz?
Bırakın politikaya devam etmeyi, meydanlarda büyük büyük laflar etmeyi;
hala nasıl sokağa çıkabiliyorsunuz?
Artık neredeyse her gün kalkan cenazelerde o kadar kişi tek bir ağızdan
sizi ve bakanlarınızı yuhalarken ne hissediyorsunuz? Yani mesela,
'Yan gelip değil, can verip yattılar' diye bağırırken binlerce kişi,
'Yer yarılsa da içine girsem' diyebiliyor musunuz?
Orada, şehitlerin cenazesinde, Ajan Smith gözlüklerinizle gizlerken
yüzünüzü, neye daha çok üzülüyorsunuz? Şehitlere mi, düştüğünüz hale mi?
İktidarınızın ilk günlerinde terör sıfırken dört buçuk yılın sonunda
gelinen durum nedeniyle hiç mi suçluluk duymuyorsunuz?
Şimdi sürekli 'şehitlik üzerinden siyaset yapmayın' diyorsunuz ya meydanlarda.
Peki, o zaman tam seçim arifesinde niye şehit aileleri ile gazilere
TOKİ aracılığıyla kurasız ucuz konut veriyorsunuz?
Bu durumda asıl siz şehitler üzerinden siyaset yapmış olmuyor musunuz?
Sayın Başbakan, bir baba olarak soruyorum size. Aynaya baktığınızda
ne görüyorsunuz? Akşam yastığa başınızı koyduğunuzda uyuyabiliyor musunuz?
Kelle deyip geçtiklerinizin ahından korkmuyor musunuz?
O mağrur, çocuk bakışlı erler, onların babasız evlatları, anaların ağıtları, babaların
'Vatan Sağ olsun' derken titreyen dudakları hiç mi rüyanıza girmiyor?
Bir 'canım kardeşiniz' olarak olanca samimiyetimle soruyorum.
Bu kadar sevilmemek nasıl bir duygu Sayın Başbakan?
Ha, bu arada. Bir oğlunuz, Bilal, hani stratejik ortağınız Bush'un
iltifatlarına mazhar olan, askere gitmedi. Diğeri, Burak, hani alnının
teriyle gemi alan ise çürük raporu almış. Askerlik yapmayacakmış.
Ne diyeyim. Bilal de, Burak da pırlanta gibi çocuklar. Allah bağışlasın.