"Yuva" manasında Farsça bir kelime olup şair Tevfik Fikret’in evinin adı.
Rumeli Hisarı’ndaki Kayalar Mezarlığı üstünde Göksu’nun tam karşısında Boğaz’a hakim olarak 1906 senesinde inşa edilmiştir.
Aşiyan, İstanbul'un Avrupa yakasında, Beşiktaş ilçesine bağlı, İstanbul Boğazı'na bakan bir semt.
Bu bölgede boğaz manzaralı Aşiyan Mezarlığı ve Tevfik Fikret'in evi olan Aşiyan müzesi vardır.
Evin planını Tevfik Fikret kendisi çizmiştir. Bodrumu ile beraber üç kattır. Aşiyan’ın kuzeye bakan duvarı ve bodrum katı kagir, öteki duvarları ise ahşaptır. Bodrum katında kiler, mutfak, çamaşırlık ve yemek odası vardır. Birinci kattaki iki kapının biri giriş, diğeri bahçe kapısıdır. Bu katta büyük bir salon, bir hol ve üç oda bulunur. İkinci katta da Tevfik Fikret’in çalışma odası, banyo ve yine üç oda yer alır. Bu katın güney kısmını tahta parmaklıklı bir balkon çevirir. Çalışma odası tahta bir köprüyle Fikret’in öğretmenlik yaptığı Robert Kolej’in bahçesine bağlıdır. Tevfik Fikret bu çalışma odasında, “Bir Lahze-i Teahhür” isimli, İkinci Abdülhamid Hana suikast düzenleyen Belçikalı terörist Jorris’i öven şiirini yazmıştır.
Aşiyan, İstanbul Belediyesince daha sonra satın alınmış, “Edebiyat-ı Cedide Müzesi” ismiyle düzenlenerek 19 Ağustos 1945’te halkın ziyaretine açılmıştır. Halen müze olan Aşiyanın birinci katındaki büyük salon Abdülhak Hamid ile Recaizade Mahmud Ekrem’e, diğer salon da Edebiyat-ı Cedide yazarlarının eserlerine ayrılmıştır
Eşin var âşiyanın var, bahârın var ki beklerdin.
BÜLBÜL
Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım:
Nihâyet bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.
Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı;
Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdîyi sarmıştı.
Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lâl...
Bu istiğrakı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl.
Muhîtin hâli "insâniyet"in timsâlidir sandım;
Dönüp mâziye tırmandım, ne hicranlar, neler andım!
Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
Zalâmın sînesinden fışkıran memdûd bir feryâd.
O müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu:
Ki vâdiden bütün, yer yer, eninler çağlayıp durdu.
Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi:
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûyâ sûr-ı Mahşer'di!
- Eşin var âşiyanın var, bahârın var ki beklerdin.
Kıyâmetler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin?
O zümrüt tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun,
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun!
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin hânumânın şen, için şen, kâinatın şen!
Hazansız bir zemîn isterse, şâyet rûh-ı serbâzın,
Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-ı pervâzın.
Değil bir kayda, sığmazsın - kanatlandın mı - eb'âda
Hayâtın en muhayyel gâyedir âhrara dünyâda.
Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perişandır,
Niçin bir katrecik göğsünde bir umman huruşândır?
Hayır mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım;
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım.
Tesellîden nasîbim yok, hazan ağlar bahârımda;
Bugün bir hânumansız serserîyim öz diyârımda.
Ne hüsrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serapa Garb'a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayalimden geçerken şimdi, fikrim hercümerc oldu,
Salâhaddîn-i Eyyûbî'lerin, Fâtih'lerin yurdu.
Ne zillettir ki: Nâkûs inlesin beyninde Osman'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!
Ne hicrandır ki: En şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden Yıldırım Hân'ın;
Şenâatleri çiğnensin muazzam Kabri Orhan'ın!
Ne heybettir ki: Vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânümânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!
Mehmed Akif Ersoy, Ankara, Tâceddin Dergâhı, 9 Mayıs 1337 (1921)