İHRAM
Önce lâ dedin.
Yok hayır demektir. Her lâ bir reddir, bir soyunmadır, bir itirazdır. Bunu dediğin gibi soyunmalısın. Her şeyi ama her şeyi atmalısın. Anadan doğma soyunduktan sonra, tıpkı kabrinden kalkıp mahşere yürüyen biri gibi kefenini sırtına geçirmelisin. Elbisen sadece bu iki parça dikişsiz, boyasız, süssüz, sade ve beyazdan müteşekkil olmalı.
Namaza nispetle tekbir almak neyse, hacca nispetle ihram da odur. Tekbir alan kişi, dünyasını elinin tersiyle ardına iter. Artık önünde öteler açılmıştır. İhrama giren kimse de dünyasını sırtından atıp, huzura iddiasız, rütbesiz, gösterişsiz varır. Tek statüsü vardır, Kulluk.
Beyaz güvercinler gibi barışı temsilen yürümelisin dünyanın merkezine, aşkın merkezine. Aşıkların aşklarını ebedileştirdikleri nazım ve nesirlerin baş mazmunlarından biri de "baş açık, yalın ayak mazmunudur. Sen de böyle gelmelisin huzura. Başında ne şapkan, ne sarığın, ne takken, ne poşun, ne kalpağın, ne kefiyen olmalı
Başı açıklık tevazuu, mahviyeti, alçak gönüllülüğü muhtaçlığı ifade eder. Yalın ayaklık da öyle.
..Unutma Âdem'sin, Haremin toprağıyla senin beden toprağının arasında doğrudan bir iletişim kurulmalı. Ayağını bir toprak hattı gibi koymalısın Harem'in topraklarına. Ki akım tamamlansın ve mübarek bölgenin bereketinden bedenin de ruhun da yaralansın. Mübarek beldenin rahmet pınarından yüreğini doldurman için ayaklarınla onun arasına yalıtkan maddeler koymamaya özen göstermelisin. Seninle Harem arasında bir bilişme bir tanışma olmalı. Unutmamalısın coğrafyanın da bir dili, bir kalbi ve bir hafızası olduğunu.
Kendi çamurunu mübarek beldenin çamuruyla, hamurunu hamuruyla, ruhunu ruhuyla, kalbini kalbiyle, hafızanı hafızasıyla, geçmiş ve geleceğini geçmiş ve geleceğiyle tevhid etmelisin. Bedene bedenin hakkını, ruha ruhun hakkını, yüreğe ve akla onların hakkını tastamam vermelisin.
İhrama girdin ve dünya arkanda kaldı.
Sakın kozmetik kullanma. Gün, cesedi kollama günü değildir. Gün maskelerin düşüp, için dışa döndüğü gündür. Tarak yok. Ayna yok. Parfüm yok. Makas yok. Yeter, cesedine çok itina gösterdin şimdiye kadar.
Şimdi içine dön ve ruhunu süsle, onu güzelleştir. Burası zarfa değil mazrufa, kabuğa değil, cevhere, maskeye değil yüze bakılan yerdir.
Mahşerde fiyakana bakılmaz. Orası el ne der kaygısının yerini tamamıyla Allah ne der kaygısının aldığı makamdır. Gönüllerin özünü bilenin huzuruna çıkanın itina göstermesi gereken yeri cesedi değil ruhudur.
İşte onun için aklını saçına, sakalına takmamalısın.
Tıraş olmak yok.
Saçının tellerine vücudunun kıllarına tırnakların da dahil, bedeninin hiçbir yerine ihramda iken müdahale etmek yok. O defter şimdilik kapandı. Kokulu sabun ve şampuan dahi kullanmak yok. Sonra doğallığın bozulur.
Hani anadan doğmuş gibi sıfır kilometre olmak istiyordun? Onun için gelmiştin buraya? O halde, bırak bu arzunu yalanlayan tüm şeyleri. Eylemin niyetini yalanlamasın. Güzel görünmek için cesedine yapacağın her müdahale her eksiltme ve artırma doğallaşma niyetine vurulmuş bir darbe sayılacaktır. Fıtratını arayıp bulmak için çıktığın yolda seni sentetik yapan, doğallığından uzaklaştıran unsurlardan uzak durmalısın. Bu dokunulmazlığı ihlal etmektir..
HAREM
Yine Kabe'yi insanlık için daimi bir merkez ve kutsal bir güvenlik bölgesi kılmıştı. Şu halde İbrahim'in makamını dua ve ibadet yeri edinin. Nitekim biz İbrahim ve İsmail'e Tavaf edecekler, iç dünyasını imar için içe kapanacaklar ve uzun uzun rüku ve secde ile namaz kılacaklar için mabedimi temiz tutun diye emretmiştik. Hani İbrahim de şöyle dua etmişti: Ey Rabbim! Burasını güvenli bir bölge kıl, onun sakinlerinden Allah'a ve ahiret gününe inananları her türlü nimetle rızıklandır! Allah karşılık verdi: Onlardan hakikati inkar edenleri de kısa süren bir safadan sonra yakıcı bir azaba mahkum ederim ki, orası pek fena bir duraktır. (Bakara, 125-126)
Harem kuzeyde Teni-m, güneyde Udatul-İbn, doğuda Cirane, batıda Hudeybiye ile sınırlı yaklaşıl 25 kilometrekare tutan bir alan. Bölgenin uzaydan bir fotoğrafı çekilse Harem bölgesinin uçsuz bucaksız sapsarı bir çölün ortasında simsiyah bir volkanik lav ormanı olduğu görülecektir.
Bu bölgenin sınırları İbni Abbas'tan gelen bir habere göre Hz İbrahim'e Cebrail tarafından gösterilmiş, daha sonra bu sınırlar Hz Peygamber tarafından tekrar tanımlanmıştır.
..İnsanlığın tanıdığı en büyük iman hamlesi bu topraklarda başlamıştır. Adem Havva'sına ve yitirdiği cennetine bu bölgede kavuşmuştur. Artık tarihen sabit bir gerçektir ki üç semavi şeriatın ortak atası İbrahim, onun aziz hatıraları Hacer ve İsmail bu bölgede rollerini oynamışlardır. Hepsinden öte son Peygamber insanlığın kararan ufkunu yeniden aydınlatan ebedi mesajını bu bölgede almaya ve yaymaya başlamıştır.
Harem ihramlı bir Hac yolcusunun bedeni kadar muhterem ve dokunulmazlığa sahiptir. Harem her türlü kötülüğe ve Hak ihlaline karşı yasak bölgedir. Baba katiliniz de olsa orada yaşayan ya da konuk olan bir insanın kılına dokunamazsınız. Orası ilahi güvenlik bölgesidir. Harem'in güvenliğinin garantörü Allah'tır. Oraya sığınan her insan Allah'ın misafiridir. Misafire hakaret hane sahibine hakaret sayılır. Misafire karşı yapılan haksızlık da hane sahibine kaşı yapılmış gibidir.
TELBİYE
Bana Cebrail gelerek dedi ki; Ümmetine emret, telbiyeyi yüksek sesle söylesinler. Çünkü telbiye haccın alametlerindendir.
Lebbeyk Allahümme lebbeyk. Lebbeyke la şerike leke lebbeyk. İnnel- hamde ven-nimete leke vel-mülk. La şerike lek:
Buyur Allah'ım buyur! Buyur ki senin ortağın yok, emrine amadeyim buyur! Hamd sana nimet senden ve mülk senin. Ortağın da yoktur senin.
Buyur Allah'ım! Sevgili kulun ve peygamberin İbrahim aracılığıyla yaptığın davete icabet ettim, emret…
Lebbeyk Allah'ım! Sırtıma kefenimi giydim. Sevdiklerimi ve dünyamı arkamda bıraktım. Baş açık ayak yalın sana geldim. Rahmet denizinde damla olmaya geldim. Ümmet okyanusunda çağlamaya, günahıma ağlamaya yanmaya pişmeye ve olmaya geldim.
Buyur Allah'ım buyur!
Ben sözümü bozanım, sen vaadinden dönmeyensin
Ben yetersizim sen mükemmel, ben isteyenim sen verensin
Ben memurum, sen amirsin
Ben küçüğüm,sen büyüksün, en büyüksün
Ben biçareyim, sen tek çaresin.
Ben avareyim, sen zaptedensin
Ben yüreği yaralıyım, sen yaramı saransın
Ben konuğum, sen ağırlayansın
Lebbeyk Allahümme Lebbeyk!...
Âdem olup adam olmaya, İbrahim olup yanmaya, İsmail olup kurban olmaya, Hacer olup teslim olmaya geldim!
Buyur Allah'ım buyur!
Kendi adıma geldim.
Heba olan geçmişim, pejmürde halim ve meçhul istikbalim için geldim!
Boynu bükük ümmet adına geldim!
İslamın öksüzleri, yetimleri adına geldim!
Mahrum coğrafyam, mazlum vatanım, mağdur insanım, metruk Kur'an'ım, mükedder imanım adına geldim.
İşgale uğramış yüreğim, tahrife uğramış aklım, tahribe uğramış düşlerim ve umutlarım adına geldim.
Lebbeyk Allahümme Lebbeyk..
Uzak yakın demedin. Allah'ın davetine uyup O'nun konuğu odun. Mekanın ne önemi var? Ebu Cehil'in evi Kabeye Hz MUHAMMED'in evinden daha yakındı. Fakat Ebu Cehil Kabe'nin Rabbine sonsuzca uzaktı. Senin mekanın da uzak olabilir. Gönlün yakınsa lebbeyk dersin.
Her fırsatta bu ilahi sloganı atacaksın, kulları kendine kul olamaya çağıran tüm zorba tağutlara karşı, kendisini putlaştıran zalimlere karşı, mensup olduğun ümmeti paramparça edip sömürün uluslarası şer odaklarına karşı.
Dağda ovada, düzde, bayırda. Biriyle karşılaştığında ayrıldığında. Bir köşeyi dönerken, bir sokağa girerken hep bu sloganı haykıracaksın. Sesin milyonların sesine karışacak. Bir fazla taşa, bir fazla tepeye, bir fazla canlıya daha ulaştırmak için var gücünle söyleyecek, söyleyeceksin bu ilahi besteyi.
Lebbeyk demekle ben buradayım demiş olacaksın.
Allah'ım! Ademle başlayıp Hz MUHAMMED'le devam eden lebbeykliler korosuna beni de kat! demiş olacaksın. Allah'ım, bağışlanacaklar listesine beni de al konuklarına çekeceğin rahmet ziyafetine beni de buyur et demiş olacaksın.[/color]