Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
• Allâhü Teâlâ şöyle buyurur: "Kulum! Sana farz kıldıklarımı edâ et ki, insanların en âbidi (çok ibâdet edeni) olasın. Sana yasakladıklarımdan uzak dur ki, insanların en verâlısı (harama düşmek korkusu ile şüpheli şeylerden uzaklaşan) olasın. Sana verdiğim rızka kanâat et ki, insanların en zengini olasın." (Şuabu 'l-İman, Beyhakî)
• "(Hakîkî) zenginlik, mal çokluğundan değildir. (Hakîkî) zenginlik ancak nefis zenginliği (kanâat etmek)dir." (Müttefekun aleyh)
Asıl zenginlik, nefis ve kalp zenginliğidir. Çünkü insanın nefsi, dünya malına düşkün olmadığı takdirde huzur içinde yaşar, kendisini üzüntülerden kurtarır. Böyle bir vaziyet ise maddî, fanî zenginliğin bin kat üzerindedir.
Yazık ki, birçok kimseler kendilerini zengin göstermek için dünyanın ziynetine, gösterişine pek düşkün bulunuyorlar, ayaklarını yorganlarına göre uzatmıyorlar, en zengin kimselere özenerek birtakım üzüntülere, zararlara katlanıyorlar, parlar parlamaz sönmeye mahkûm olan modalara tâbî olarak ellerindeki beş on kuruşu da beyhude yere zâyi ediyorlar. Böylece nice israşara meydan veriliyor. Bu hal, kadınlarda daha ziyade görülmektedir. Hele fakirlerin, orta halli ailelerin en zengin ailelere bakarak süse, gösterişe düşkün olmaları, akla ve maslahata uygun olmaz.
İnsan başkalarını körü körüne taklide tenezzül etmemelidir. Kendisini başkalarına imtisal numûnesi; örnek olacak değerli bir halde bulundurmalıdır. Yoksa herkes şöyle böyle yapıyor diye onu bunu taklid etmek ne büyük bir tenezzüldür. İnsanın şerefi, kıymeti modalara uymakla değildir. Belki dünyalık serveti ve zîneti olmasa bile akıllı ve faziletli bir halde yaşamakladır.
İnsanlar için hakikî varlık, takdîre lâyık zenginlik kanaatkâr ve güzel ahlâk sahibi olmaktır.