Şûf’a, satılan bir gayrimenkulün (akarın) tamamını yahut bir kısmını, maliyetine masrafları da eklenerek, cebri de olsa, temellük edebilme hakkıdır.
Mecelle, “satın alınan mülkü, alıcıya mal olmuş fiyatıyla temellük etmek” şeklinde tarif etmektedir. Bu satın alma, rızaî bir akitle değil, hâkim kararıyladır. Şuf’a hakkı sahibine şefi’, şuf’a hakkının ta’alluk ettiği gayrimenkule meşfû ve şuf’a hakkının doğmasına sebep olan mülke de meşfû’un bih denilir. Şuf’anın konusu, tariften de anlaşılacağı gibi, Hanefi hukukçularının tercihi ve Mecelle’ye göre, sadece gayrimenkullerdir; akarın da mülk olması gerekir. Mirî arazide ve vakıf akarda şuf’a söz konusu değildir.
Şuf’a hakkını doğuran sebepler üçtür:
Birincisi, satılan akarda şâyi hisseye sahip olmak yani ortaklıktır.
Hanefiler, duvarda ortak olanları akarda ortak kabul etmişlerdir. Gayrimenkulden ifraz edilmiş hisselere sahip olanlar, ortak sayılmazlar.
İkincisi, satılan akara ait irtifâk haklarındaki ortaklıktır.
Akarın kendisine ortak olanlara şerik, irtifak hakkı ortaklarına ise halit denilir. İrtifak haklarından kasıt kaynak irtifakı (şirb-i has), geçit irtifakı (tarik-i hâss) ve mecra irtifakı (hakk-ı mesil) gibi irtifaklardır.
Üçüncüsü, bitişik komşu olmadır ki, buna câr-ı mülâsık denir.
Bu sebeplerle şûf’a hakkına sahip olanlar arasında, şûf’anın sebebine göre bir derecelendirme mevcuttur. Birden fazla şûf’a sebebinin bulunması halinde, akarda ortak olanlar, irtifak hakkı ortakları ve en son da bitişik komşular olmak üzere bir sıralama yapılır. Aynı dereceden birden fazla şefi bulunursa, gayrimenkulü eşit olarak paylaşırlar yahut ortak olurlar. Kat maliklerinin Hanefilerce bitişik komşu kabul edildiklerini önemle belirtelim. Şûf’a hakkının kesinleşmesi için bazı şartların gerçekleşmesi gerekir. Bunlar kısaca şunlardır:
Şûf’a konusu malın akar ve mülk olması şarttır. Menkul mallar, vakıf akar ve mirî arazide şûf’a geçerli değildir.
Şûf’a konusu akarın malikinin elinden malî bir bedel karşılığında çıkmış olması gerekir. Sadaka, miras ve ivazsız bağış gibi mu’âmeleler şûfâ hakkı doğurmaz. Şûf’a sebebi olan akar, şûf’a hakkının kullanılmasına şefî’in mülkiyetinde kalmalıdır. Şefî’in satıma razı olmaması ve şûf’a hakkını talep etmesi de şarttır.
Şûf’a hakkı sahibinin yapması gereken üç ayrı talep mu’âmelesi vardır:
Birincisi taleb-i mûvâsebedir ki, şûf’a hakkı sahibinin satım akdini, alıcıyı ve semeni öğrenir öğrenmez aynı mecliste şûf’a talebinde bulunmasıdır.
İkincisi, taleb-i işhâd ve takrirdir ki, şûf’a talebinde bulunduğunu şahit huzurunda tespit ettirmesidir.
Üçüncüsü ise, taleb-i temellüktür ki, hâkim huzurunda hakkını talep ve dava eylemesi demektir.
Şûf’anın hukukî sonuçlarına gelince, karşılıkla rıza ile teslim yahut hâkim kararıyla, şûf’a hakkı sahibi şûf’a konusu akara malik olur. Bu mu’âmele şefi hakkında yeni bir alım satım akdidir. Satım akdinin bütün hükümleri caridir ve muhayyerlikler (seçimlik haklar) sabittir. Şûf’a konusu olan akar, vadeli satılmışsa şefi’ vadeden yararlanamayacaktır; bedeli peşin ödeyecektir. Ancak şefi malikin bedelde indirme yapmasından yararlanır.
Şûf’a hakkı, zayıf bir hak olduğu için, şefi’in satım akdinden sonra hakkını iskât etmesi, başka şefi’ler yerine hakkından vazgeçmesi şûf’a talep mu’âmelelerini yerine getirmemesi ve şefi’in vefâtı gibi sebeplerle sâkıt olur. Buraya kadar kısaca özetlediğimiz şûf’a hakkının irazî değil, kanunî şûf’a hakkı olduğunu belirtmemiz gerekir.
Kaynak: Doç. Dr. Esra Yakut