İSLÂM HUKUKUNUN SİSTEMATİĞİ
1. Fıkıh kitapları ele aldığı konular açısından hangi bölümlere ayrılmaktadır?
Cevap: Fıkıh kitaplarının ele aldığı konu ve bölümler genel bir sınıflama ile üç alana ayrılır. Bunlar:
• İbâdât
• Muâmelât
• Ukûbât alanlarıdır.
2. İbadat konusu fıkıh açısından ne anlama gelmektedir?
Cevap: İbâdât, ibâdet kelimesinin çoğulu olup “ibadetler” demektir. İbadet kelimesi en genel anlamıyla mükellefin yaratanına karşı saygı ve itaatini simgeleyen, dinin yapılmasını istediği belirli ve düzenli bir takım söz ve davranışlardır.
Bütün fıkıh kitapları ibâdât ana bölümü altındaki konularla başlar ve genellikle ilk olarak temizlik bölümü (kitâbu’t-tahâre) incelenir. Bundan sonra dört temel ibadet olan namaz, zekât, oruc ve hac, her biri
müstakil bir başlıkta (kitâbu’s-salât, kitâbu’z-zekât, kitâbu’s-savm, kitâbu’l-hacc) tüm detaylarıyla ele alınır.
MUAMELAT
3. Muamelat’ın konusu nedir?
Cevap: Fürû-i fıkıh eserlerinde ibadetler alanıyla ilgili belli başlı konular ele alındıktan sonra bu eserlerinin en geniş bölümünü oluşturan muâmelât alanına geçilir.
Muâmelât kelimesi klasik bir tanıma göre “şahısların yaşamlarındaki normal ihtiyaçlarını gideren ve onlara fayda temin eden ilişkileri düzenleyen hükümler” olarak tanımlanmıştır. (İbn Abidin, IV, 50)
Başka bir ifadeyle tekrarlarsak, muâmelât, şahısların normal medeni ilişkilerini ve hukuki işlemlerini ifade eder.
4. Muamelatın kapsamı nedir?
Cevap: Kapsam açısından baktığımızda ise muâmelât teriminin alanı, medeni hukukun alanıyla büyük bir benzerlik içindedir. Hanefi hukukçular başta olmak üzere İslâm hukukçuları muâmelât teriminin kapsamına giren konuları belirli başlıklar altında toplamışlardır. Muâmelât alanının bu temel başlıkları orijinal ifadeleriyle şunlardır:
• Münâkehât, terimi muâmelât konularının temel başlıklarından ilki olup zaman zaman Münâkehât ve Müfârakât olarak da ifade edilir. Münâkehât terimi daha çok aile müessesesinin kuruluş sözleşmesi olan nikâh akdini ve bu akitle kurulan aile kurumunu; Müfârakât kısmı ise evliliğin
sona ermesiyle ilgili konuları ifade eder. Bu başlığın günümüz hukukundaki aile hukuku dalında ele alınan temel konuları incelediği söylenebilir. Fıkıh kitaplarındaki Kitâbu’n-nikâh (nikâh/evlilik akdi bölümü), Kitâbu’t-talâk
(boşama bölümü) ve Kitâbu’r- radâ (süt emme ve süt emme sebebiyle doğan evlilik engeli bölümü) bu başlık altında yer alan bölümlerdir.
• Mali muamelat, muâmelât alanına giren diğer bir temel başlık konusu doğrudan malla ilgili olan akit ve diğer işlemlerdir. Mâlî muâmelât denilen bu alan, günümüz hukukundaki malvarlığı (mamelek) alanı ile paraleldir. Nikâh da bir akit olmasına ve mali yönü bulunması rağmen, aile
kurumunun temeli olduğundan konusu doğrudan mal olan akitlerden ayrılır.
• Terikât, Muâmelât alanının diğer başlığıdır. Türkçeye tereke olarak geçen terike kelimesinin çoğuludur. Bu başlık günümüzdeki miras hukuku
branşı ile ortak ve benzer konuları inceler. Fıkıh kitaplarındaki Kitâbu’lvesâyâ (vasiyetler bölümü) ile Kitâbu’l-ferâiz (mirascılar ve hisseleri bölümü) bu başlığa dahildir.
• Muhâsemât başlığı ise, kelime anlamı olarak mahkemede davacı ve hasım olma anlamı taşımakta olup yargılama hukuku konularından oluşur. İslâm hukukçuları muâmelât alanındaki hukuki anlaşmazlıkların yargı yoluyla çözümü konularını da Muamelât alanında ele alır. Başka bir deyişle medeni hukuk alanındaki yargılama konuları, yani medeni yargılama muâmelât
alanından hiçbir zaman ayrı tutulmaz. Yargılama hukuku modern hukuklar açısından kamu hukuku konusu olarak düşünülse de bu alanın düzenlediği
hukuk ilişkilerinin özel hukuka ait olduğu kabul edilmektedir. (İmre, 1980, 53) İslâm hukuku açısından ise görüldüğü üzere muhâsemât konularının ağırlıklı olarak özel hukuk içinde düşünüldüğünü söylememiz mümkündür.
UKÛBÂT
5. Fıkıh açısından Ukubat ne anlama gelmektedir?
Cevap: Klasik fıkıh kitaplarının genellikle son kısımlarında yer alan bölümler ukûbât ana başlığına dâhildir. Ukûbât kelimesi, ceza anlamına gelen ukûbe kelimesinin çoğuludur. Bu alanı ifade için bazen ‘caydırıcı cezalar’ anlamına gelen “mezâcir” kelimesi de kullanılır. Bu sebeple bu ana bölüm öncelikli olarak ceza hukuku alanına giren konuları, yani İslâm hukuku açısından suç kabul edilen fiilleri, bunlara verilecek cezaları ve bu cezaların nasıl uygulanacağını ele almaktadır. Ayrıca ukûbât alanı içinde ceza yargılamasıyla ilgili konular da bu başlıktaki bölümler içinde açılan alt başlıklar altında incelenir.
6. Ukûbâtın temel konuları nelerdir?
Cevap: Kitâbu’l-Cinayât (öldürme ya da yaralama/müessir fiiller bölümü). Kısas konusu genellikle bu bölümde ele alınır.
Kitâbu’l-hudûd (had cezaları bölümü),
zina suçu ve cezası (haddu’z-zinâ),
namusa iftira suçu ve cezası (haddu’l-kazf);
hırsızlık suçu ve cezası bölümü (haddu’s-serika),
dinden dönme suçu ve cezası (haddu’r-ridde)
gibi alt bölümlerden oluşur. Kitâbu’lmeâkil (âkile sistemi bölümü).
7. Allah Hakkı-Kul Hakkı ayrımı ayırımı neye göre yapılmaktadır?
Cevap: Hukukun konusu olan haklar ve bu hakları doğuran hükümlerle ilgili İslâm hukukunda en yaygın ayırım hakların “Allah hakkı” ve “kul hakkı” şeklindeki ayırımdır. Kul hakkı, kullara ait dünyevi menfaat ve faydalarla ilgili hükümlerin doğurduğu haklardır. Mesela ‘başkasının malının haram olması’ hükmü mülkiyet hakkını doğurmaktadır. Allah hakkı ise belirli bir kulun ve
şahsın inhisarında olmadan tüm insanların umumi faydasıyla ilgili hükümlerin doğurduğu haklardır. Zinanın haramlığı hükmü böyledir. Bu yasaklığın Allah hakkı olarak ifade edilmesi, zinanın haram kılınmasının şahısların ötesinde tüm toplumu ilgilendiren yönünün olması ve bu yönün fıkıh tarafından esas alınmasıdır. Buna göre zinanın haram kılınması neseplerin karışmaması,
nesillerin kaybolup gitmemesi gibi kamu menfaatini temine yönelik bir hükümdür. Ayrıca bir de her iki hak türünü birlikte içeren karma haklar vardır.
Ortaya şöyle dörtlü bir hükümler/haklar tablosu çıkar:
1. Hâlis kul hakları (başkasının malının haramlığı hükmünün doğurduğu mülkiyet hakkı gibi),
2. Halis Allah hakları (Zina, hırsızlık vb. yasaklar ve bunlara verilen cezaların doğurduğu nesebin karışmaması sonucu gibi),
3. İki türün birleşmekle birlikte Allah hakkının ağır bastığı haklar (namusa iftira cezası),
4. İkisinin birleştiği ve kul hakkının ağır bastığı haklar (Kısas cezası).
İSLÂM HUKUKUNUN LİTERATÜRÜ
8. Fürû-i fıkıh türü nedir?
Cevap: En çok eser yazılan literatür türü olan fürû türü, doğrudan mezheplere ait fıkhi hükümlerin derlendiği kitaplardır. İslâm hukukunun ilk kez gerçek anlamda bir ilim branşı haline Hanefi mezhebini kuran alimlerin eliyle geldiğini söyleyebildiğimiz gibi, fürû alanında ilk kapsamlı temel eserin de yine Hanefi mezhebi kurucularından İmam Muhammed’e ait olduğunu
söylememiz mümkündür. İmam Muhammed Hanefi mezhebinin fıkhi birikimini Kitâbu’l-asl ya da el-Mebsut adıyla bilinen hacimli eserinde ortaya koymuştur. Bu eserin, diğer fıkıh ekollerinin fıkıh yazımını doğrudan ya
da dolaylı olarak etkilemiş olduğu ve bu yönüyle fürû fıkıh literatürünün ilk kaynağı olduğu söylenebilir. (Kevseri, 1355).
9. Usûl-i fıkıh türü nedir?
Cevap: Fıkhın fürû alanı, ferdi/cüzi meselelerin müçtehit hukukçular tarafından ortaya konulan hükümlerini gösterme amacı taşımaktaydı. Usûl ilmi ise meseleleri hükme bağlayan müçtehidin şer’î kaynakları anlama ve
onlardan kendi içtihadıyla hüküm çıkarırken takip etmesi gereken metodu inceleme amacı taşır. Buna ilaveten ayrıca fıkhın bir ilim branşı olarak bazı genel esaslarını (hüküm teorisi, ehliyet teorisi vb.) ele alır. Usûl alanında
yazılan günümüze ulaşan ilk eserin imam Şafiî’nin erRisale’si olduğu genellikle kabul edilir.
10. Usûl-i fıkıh alanında yazılan eserler hangi yöntemlerle yazılmaktadır?
Cevap: Usûl-i fıkıh alanında yazılan eserler üç ayrı yöntemle yazıldıkları görülür.
• İlki Hanefilerin yazım metodu olarak bilinir.
Fürû alanındaki görüşleri temellendirmek ve desteklemek gayesinin baskın olduğu bir usûl anlayışıdır. Bu yöntemin ana hedefi mezhepte ulaşılan fürû hükümlerinin sağlam temellere oturtulması, kendi arasında tutarlılığının ve
doğruluğunun ispatlanmasıdır. Bu sebeple füru ön plana çıkmış ve usûl alanındaki ilkelerin fürû’ya tatbikine önem verilmiştir. Bu eserlere örnek olarak Debûsî’nin Takvîmu’l-edille adlı eseriyle, Serahsî’nin el-Usûl adlı eseri verilebilir.
• Diğer usûl yazım yöntemi ise kelamcıların metodu olarak bilinen yöntemdir. Bu yöntem fıkhın fürû kısmına önem vermeksizin meseleleri
teorik ve genel kurallarla ele alır. Özellikle Mutezilenin ve Şafii mezhebinin usûlü bu yöntemle oluşturulmuştur. Bu yöntemle yazılan kitaplara örnek olarak Ebu’l-Hüseyin el-Basrî’nin el-Mutemed’i ve Gazali’nin el-Müstesfâ’sı
gösterilebilir.
• Daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan ve her iki yöntemin baskın vasıflarını birleştiren bir türden daha bahsedilebilir ki buna karma (memzuc) usûl yöntemi denir. İbnu’s-Sââtî’nin Bedîu’n-nizâm, Sadruşşeriâ’nın Tenkihu’l-usûl adlı usûl eserlerinin bu yöntemle yazıldığı söylenebilir.
11. Fetva kitapları türünü belirtiniz.
Cevap: Fetva kitapları türü. Fıkıh kitapları içerisinde eser isminde “fetva” kelimesi yer alan bazı eserler aslında fürû türü içinde değerlendirilir. Burada kastedilen fetva türü ise özellikle eseri yazan fıkıh aliminin zamanında meydana gelen hadiselere ağırlık vermesi, soru-cevap özelliği
taşıması, mezhep içindeki çeşitli farklı içtihatlar içinden sadece birini açıkça tercih edip aktarması gibi bazı özelliklerle füru literatüründen ayrı müstakil bir tür oluşturur. Şafiî fakîhler Takıyyüddin es-Sübkî’nin elFetâva’sı
ile ibn Hacer el-Heytemî’nin el-Fetâva’lkübrâ’sı bu özellikleri taşıyan soru cevap tarzlı fetva kitaplarının iki önemli örneğidir.
Özellikle Osmanlı’da Ebu’s-suûd’un, Fetâvâ-yı Ebüssuûd adlı eseri ile Fetâva-yı Ali Efendi gibi birçok fetva kitâbı oldukça meşhur olmuş ve kendilerine sıklıkla başvurulmuştur.
Fetva kitapları genellikle fürû kitaplarıyla aynı sistematiğe sahiptir.
12. Ahkam-ı sultaniye türü fıkıh açısından ne anlama gelmektedir?
Cevap: Ahkam-ı sultaniye türü, klasik fürû kitapları, özel hukukun alanına giren konuları geniş ve kapsamlı bir şekilde ele almasına rağmen, yukarıda işaret ettiğimiz üzere günümüzde kamu hukuku alanına giren konuları
aynı kuşatıcılıkla ele almaz. Bu sebeple İslâm kültüründe özellikle devlet kavramı, devlet başkanı, devletin sistemi, teşkilatı, idari, mali ve kazâî yapısı, başka devletlerle olan ilişkileri, devlete yönelik suçlar gibi kamu hukuku konuları üzerinde yoğunlaşan başka bir edebiyat türü ortaya çıkmıştır. Füru kitaplarının ortaya çıkışından nispeten sonraki bir dönemde gelişen bu türe ait en önemli ve ilk eserlere örnek olarak, Şafii hukukçu Maverdî ve Hanbeli hukukçu Ebû Ya’la el-Ferrâ’nın el-Ahkamu’sSultâniyye
adlı kitapları gösterilebilir. Maverdî’nin eserinin tam adı, el-Ahkamu’s-sultâniyye ve’lvilayâti’ddîniyye şeklinde olup, bu isim, devlet otoritesiyle ilgili hükümler ve devlet içinde dini-hukuki yetkilerin kullanımı şeklinde ifade edilebilir. Bu tür içine dahil edebileceğimiz başka isimlerle yazılmış eserler de mevcuttur. Mesela elCüveynî’nin Gıyâsü’l-ümem ve İbn Teymiyye’nin esSiyasetü’şşer’iyye adlı eserleri de bunlardandır. Füru literatürüyle mukayese edildiğinde bu tarz eserlerin sayı olarak daha az olduğu söylenebilir.
13. Harâc-Emval türü nedir?
Cevap: Harâc-Emval türü devletin mali düzeni, gelirleri ve vergilerinin incelendiği fıkıh eserleri oluşturur. Bu konular mâli hukuk ya da kamu mâlîyesi alanına dahil edilebilir. Ayrıca bu tür içinde İslâm fıkhının iktisadı
ilgilendiren yaklaşımlarına da rastlamak mümkündür. Bu türe giren eserlerden bir kısmı el-Harac; diğer bir kısmı ise el-Emval adını taşımakta olup, bu iki isim altındaki eserlerin muhtevaları birbirine çok yakındır. Ebu Yusuf ve Yahya b. Adem’in Kitâbu’l-harac adlı eserleri ile, Ebu Ubeyd Kasım b. Sellâm’ın Kitâbu’l-emval’i bu türün önemli örneklerindendir.
14. Kavaid türü nedir?
Cevap: Fürû kitapları, fıkhi hükümleri başlangıçtan itibaren daha çok meseleci metotla ele almıştır. Ancak zamanla hukuk düşüncesinin gelişimi ile fürû alanı dışında ortaya çıkan Kavâid türü altında fıkhın fürû hükümlerinin arkasında yatan ana esas, genel prensip ve yer yer de teoriler tespit edilmeye başlanmıştır. İslâm hukukçuları kavâid kitapları türünü geliştirerek, fürû eserlerindeki zaman zaman katı olarak uygulanan meseleci metodun dışına çıkabilme imkânı bulmuşlardır. Bu şekilde farklı fürû hükümlerinin arkasında genel prensipleri bu eserlerde daha rahat inceleyebilmişlerdir.
15. Hilâf ve hilafiyât türü ne anlama gelmektedir?
Cevap: Hilâf ve hilafiyât türü fıkıh mezhepleri arasındaki görüş farklılıklarını, bu farklılıkların dayanaklarını ele alan, bir mezhebin görüşünü savunup, karşı görüşü çürütmeye çalışan fıkıh edebiyatı türüdür. Bu türün amacı, fıkıh problemlerine çözüm bulmak değil, zaten bulunmuş olan çözüm ve hükümleri sağlam esaslara oturtarak muhalif görüş karşısında savunmak ve muhalif/karşıt görüşü de çürütmeye çalışmaktır. Hilaf ilmi, bazen karşı
görüşü çürütme içeriğine yaptığı vurgu sebebiyle, cedel kelimesi ilavesiyle, hilaf ve cedel ilmi şeklinde de ifade edilebilmektedir.
16. Fıkıh Tarihi türü ne anlama gelmektedir?
Cevap: Bu tür içine birbirinden az çok farklılık gösteren ancak hepsi de tarihi açıdan bilgi içeren değişik alt türleri dahil edebiliriz. Bunlar arasında ilk olarak Tabakâtu’lfukâha adıyla bilinen, İslâm hukukçularının hayatlarını ve ilmi faaliyetlerini, tarihi perspektifi esas alarak inceleyen eserleri sayabiliriz. Her mezhebin, kendi mezhebinin kurucusundan başlayarak önemli bilginlerinin hayatını ve eserlerini, bu bilginlerin aralarındaki hocalık talebelik ilişkilerine de dikkat ederek incelediği tabakat kitaplarının var olduğu söylenebilir. Teracim adı verilen ve mezhep imamları ve bilginlerinin hayatlarını (tercüme-i hallerini) içeren eserler de Tabakat eserleri ile hemen hemen aynı özellikleri taşır. Çoğu defa mezhep imamları için yazılan menakıb kitapları da bu türe ilave edilebilir. Modern dönemde İslâm hukuk Tarihi (Târîhu’t-teşrî) kitapları ile genel tarih ve coğrafya kaynakları da fıkıh tarihi açısından önemli kaynaklardır.
17. Edebü’l-kâdi türü nedir?
Cevap: Bu alan, hâkim (kadı), mahkeme, davacı ve davalı taraflar, deliller, yargılama prosedürü ve adliye teşkilatıyla ilgili konuların ele alındığı özel bir türdür. Bazen ebebü’l-kadâ (yargı esas ve prosedürü) ismiyle de anılan bu türün önemli bazı örnekleri şunlardır: Hanefî hukukçu Hassaf’ın Edebü’l-kâdi’si; et-Trablusî’nin Muînu’l-hükkâm’ı ve Şafiî hukukçu Mâverdî’nin Edebü’lkâdî’si; Mâlikî fakîh İbn Ferhun’un Tebsiratu’lhukkâm’ı.
18. Ahkâm ayetleri ve ahkam hadisleri türünün kapsamı nedir?
Cevap: Fıkhın temel hüküm kaynakları, Kur’an-ı Kerim ve hadislerdir.
Fürû fıkıhla ilgili hükümlere kaynaklık eden ayetlerin tefsirini konu alan branş ve bu alanda yazılan eserler Ahkamu’l- Kur’an adıyla bilinmektedir.
Bazı fakîhler Kur’an’ın özellikle fıkhi hükümlere (ahkam) kaynaklık eden ayetleri üzerinde yoğunlaşarak bu isimle tefsirler yazmışlardır. Bunlardan bazıları fıkıh kitaplarının sistematiğini esas alarak her başlıkla ilgili ayetleri fıkhi bir bölüm altında incelemiştir. Hanefi alim Tahavî ve Cessas ile, Mâlikî alim Ebu Bekir İbnu’l-Arabî’nin Ahkâmu’lkur’an adlı eserleri bu alanın önemli örnekleridir. Bu tür eserlerin başlığında tefsir sözcüğü bulunsa bile bu eserleri bir tefsir eseri saymak yerine içlerinde ciddi ölçüde fıkhi malumat ve yorum söz konusu olduğu için özel bir tür olarak değerlendirmek daha doğru olur.
İSLÂM HUKUKUNUN GENEL PRENSİPLERİ
19. “Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir” kaidesi ne anlama gelmektedir?
Cevap: Amellerin uhrevi hükümlerini belirleme noktasında niyet ve kasıt önem taşıdığı gibi Muâmelat alanında da kişilerin hukuki bir sonuç doğuran çoğu fiillerinde niyet ve amaçları göz önünde bulundurulur. Özellikle bir takım durumlarda tarafların hüsnüniyet (iyi niyet) sahibi olup olmamaları, ilgili fiile hangi hükmün bağlanacağı hususunda ayırt edici bir kriterdir. İyi niyetle yapılan bir fiile, iyi niyet olmadan yapılan aynı tür fiilden farklı hukuki sonuçlar bağlanabilir. Mesela bir kimsenin başkasına ait kaybolmuş bir malı iyi niyetle sahibine vermek üzere yanına aldığını, sonrasında ise sahibine
veremeden malın o kişi elinde telef olduğunu düşünelim. İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre bu kişinin söz konusu malı tazmin etmesi yani telef sebebiyle malın sahibine ödemede bulunması gerekmez. Ancak kendi mülküne geçirmek niyetiyle almışsa her halükarda ödemesi gerekir.
20. “Şek ile yakin zâil olmaz” kaidesinin anlamı nedir?
Cevap: Bu kaidenin anlamı şudur: Meydana geldiği, var olduğu kesin olarak bilinen bir durumun, sonradan ortaya çıkan bir şüphe ve tereddüt sebebiyle ortadan kalktığına hükmedilmez. Aynı şekilde bir şeyin mevcut olmadığı
kesin olarak biliniyorsa, aksine delil olmadıkça salt tereddüt (şek) ile o şeyin var olduğuna hükmedilmez
.
21. “Meşakkat teysiri celbeder” kaidesi ne anlama gelmektedir?
Cevap: Zorluk ve zahmet kolaylaştırma sebebidir. Buna göre uygulaması mükellef üzerinde büyük bir zorluk oluşturan hükümler fıkıh tarafından hafifletilerek mükellefin güç yetirebileceği hale getirilir. Dindeki emirlerin ve fıkhi hükümlerin uygulanması insanın bir zarara uğramaksızın katlanabileceği seviyede bir zorluk taşıyabilir. Bunlar hayatın alışıldık zorlukları ile aynı
seviyededir. Geçim temini için çalışma, ya da soğuk bir günde abdest almak, sıcak bir günde oruç tutmak gibi. Bu kaidenin kapsamına giren zorluk ise alışılmadık, şiddetli zorluktur. Başka bir deyişle insanların normal şartlarda
katlanamayacakları, hayatlarının düzenini sarsan, kişinin canına ya da malına karşı bir tehlike oluşturan durumlardır. Bu tür zorluklar alışılmışın dışında oldukları için kolaylık hükümlerinin gelmesine bir sebep oluştururlar.
22. “Adet muhakkemdir” kaidesini açıklayınız.
Cevap: Yani fıkhi bir hükme varmak için, örf ve adet hakem kılınır. Özellikle mahkemeye intikal etmiş anlaşmazlıklarda âdete başvurularak anlaşmazlıklar örf ve âdetin hakemliğinde çözülmeye çalışılır. Zira adet İslâm hukukunda belirli şartlar altında hükme kaynaklık eden delillerden biri olarak görülür. Âdeti, toplumda kabul görmüş, yerleşiklik kazanmış tekrar eden uygulamalar
olarak tanımlamamız mümkündür.
23. “Zarar ve mukabele bi’z-zarar yoktur” kaidesinin anlamı nedir?
Cevap: Bir kişinin başka bir kişiye zarar vermesi ya da kendisine verilen bir zarara aynı şekilde zararla karşılık vermesi yasaktır. Bir kişinin başka birinin hakkını çiğnemeye, onun malına, canına vb. zarar vermeye hakkı yoktur. Zira bir başkasına zarar vermek bir tür zulüm olduğu için hukuk buna izin vermez. Mesela bir kişinin başkasına ait arazi üzerinde kurulmuş olan bir geçit hakkı olduğunu düşünelim. Bu durumda arazi sahibi hakkını normal şartlarda kullanan bu kişinin araziden geçmesine engel olmak suretiyle o kişiye zarar veremez.