Türk-İslâm edebiyatına sahip olduğu özellikleri, bir başka deyişle muhtevasını
veren kaynakları incelemeden önce, edebiyatla dinin irtibatını ele alan
ilk ünitedeki bilgileri yeniden hatırlamakta fayda vardır. Bu alâka dinin edebiyat
üzerindeki derin ve köklü etkisini yeterli bir biçimde ortaya koyduğundan
konuyu, Türk edebiyatı üzerinde İslâm dininin ne derecede etkili olduğu
noktasından incelemeye başlayabiliriz.
Türklerin müslüman olmalarından itibaren İslâm kültür ve medeniyetinin
birleştirici, bütünleştirici etkisi altında ortaya çıkan İslâm medeniyeti tesiri altındaki
Türk edebiyatı, yuvarlak bir hesapla on asra yakın süren en uzun devre
olmuştur. Bu devrede ortaya konan bütün edebî ürünlerin değişik mâhiyet
ve nisbetlerde bu etkiyi taşıdığı, Türk edebiyatını adlandırmak için kullanılan
bazı isimlendirmelerde de açıkça görülmektedir.
Türk Edebiyatının İslâmiyet’in kabul edilişinden sonraki dönemi, bir ders
olarak yer aldığı Yüksek İslâm Enstitüleri programında İslâmî Türk Edebiyatı,
son yirmi yıldan bu yana İlâhiyat Fakülteleri programındaki adıyla
Türk-İslâm edebiyatı şeklinde anıldığı gibi edebiyat fakültelerinde Divan
edebiyatı, Eski Türk edebiyatı, Klasik Türk edebiyatı, Osmanlı edebiyatı
v.b. isimlerle anılmıştır.
Bu adlandırılmalar arasında, Türk edebiyatının İslâmî karakterini açık bir
surette ortaya koyacak ve konumuza ışık tutacak en güzel ifade, edebiyat
araştırmacısı Nihat Sami Banarlı’ya aittir. Banarlı, bu devreyi “İslâm Medeniyeti
Çağlarında Türk Edebiyatı” genel başlığı altında, İslâmî Türk Edebiyatı
olarak adlandırmıştır. (bk.Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul
1971, I, 81, 127.)
Pek çok başka araştırmacı tarafından da kabul gören bu değerlendirmeler
ve isimlendirme, İslâm medeniyetine ve milletlerine olduğu gibi bu edebiyata
da hayat veren en önemli kaynağın İslâm dini ve onun birinci derecede kaynağı
olan Kur’ân-ı Kerîm olduğunun da ifadesi demektir. Nitekim Banarlı
bunu, “bu edebiyatın ilim ve fikir kaynağı başlangıçta tamamiyle
Kur’an’dır. Devrin ilim ve tefekkür hayatı da esasen aynı kaynaktan nemâ-
lanmıştır” cümleleriyle (age., I, 102) açıklamaktadır.
Ayrıca, Tanzimat’tan beri itham ve redde başlanmış olmakla birlikte,
özellikle Osmanlı devletinin tarihe karışmasından sonra, çoğu kere karalayıcı,
küçümseyici veya reddedici maksatlarla yapılan adlandırmalardan biri de bu
edebiyatın varlığını sürdürdüğü devrin bir ümmet çağı olduğu fikrinden hareketle
“Ümmet Çağı Türk Edebiyatı”dır. Farklı bir hareket noktasına dayanmakla
birlikte bu isimlendirme, Türk Edebiyatının bu en zengin devresinin,
İslâm dini ve İslâm ümmetinin müşterek değerlerinden kaynaklanarak
var olmuş bir edebiyat olduğunu kesin bir açıklıkla ortaya koymaktadır.
Nitekim, ismi ilk defa ortaya atan ve aynı adla bir kitap yazan Agah Sırrı
Levend de eserinde: “Ümmet çağı Türk edebiyatı İslâm dininin ortaya koyduğu
hükümlere dayanır. Eski metinlerde hemen hiçbir sayfa yoktur ki, içinde
Kur’an’dan bir âyet, Peygamber hadisinden bir cümle bulunmasın ve düşünceler
bunlara bağlanmış olmasın. Tefsir, Kelâm, Fıkıh gibi İslâmî bilimler
kültürün dayanağıdır. İman ve itikad, toplumun başlıca özelliği olarak göze
çarpar” diyerek (Ümmet Çağı Türk Edebiyatı, Ankara 1962, s.VII, 3). adını
koyduğu edebiyatın en belirgin vasıflarını açıklıkla aktarmıştır.
Türk edebiyatının, daha doğru ifadeyle eski edebiyatımızın dinî mahiyeti
ve muhtevasını daha isabetle anlamak için bir de ona hususiyetlerini kazandı-
ran, muhtevasını belirleyen kaynaklar açısından bakmak gerekmektedir.
Türk Edebiyatına Şekil ve Muhtevasına Ait Özelliklerini
Kazandıran Kaynaklar
Bunların en önemlilerinden biri, Doç. Dr. Neclâ Pekolcay’dır. Bu adı Yüksek
İslâm Enstitülerinde okutulmak üzere yazdığı iki ciltlik bir eserle, daha belli
bir alanı ifade etmek üzere kullanarak temellendirmişti: İslâmî Türk Edebiyatı
(İstanbul 1967-1972). Sonraki yıllarda birçok baskı yapan İslâmî Türk
Edebiyatında Neviler (İstanbul 1981) ve ardından gelen İslâmî Türk Edebiyatı
Metinlerini Tetkik Metodları (İstanbul 1982) gibi eserleriyle bu kavramı,
Türk Edebiyatı literatürüne daha kuvvetle yerleştirmiştir. Enstitü yıllarında
olduğu gibi müesseselerimizin İlâhiyat Fakültesine dönüştürülmesinin ilk yıllarında
da bu ad kullanılmış olmakla birlikte bilahare Türk-İslâm Edebiyatı
şeklinde değiştirilmiştir.
Eski Türk edebiyatının kaynakları genellikle dinî ve din dışı olmak üzere ikiye
ayrılarak incelenmektedir. Ancak, İslâm dini toplumu, hayatı ve değerleri
bütünüyle kuşatıcı olduğundan edebiyatı etkileyen unsurların, doğrudan dinî
olanlar ve doğrudan dini olmayanlar şeklinde tasnifi daha isabetlidir. Şimdi
bunları ana hatlarıyla ele alabiliriz.
A) Doğrudan Dinî Kaynaklar:
İslâm dininin ve kültürünün Türk Edebiyatına kaynak olmak bakımından
önemi, araştırıcıların bu edebiyatın kaynaklarını dinî ve din dışı olarak iki bö-
lümde ele almasında da görülmektedir: Dini kaynakların başında gelen
Kur’ân-ı Kerîm, bu edebiyatın şekle ait birtakım özelliklerinden, muhtevasına
ve bazı türlerin ortaya çıkışına kadar hemen her alanda esas vasfını veren
ana kaynağı olmuştur. Hadis veya sünnet-i nebevî, kısas-ı enbiya ve buna
bağlı olarak eski kavimlerle ilgili tarihi bilgilerle, tasavvuf şeklinde sıralanabilecek
olan diğer doğrudan dini kaynaklar da yine Kur’an’la yakın irtibatlı
ve ondan doğup gelişmiş alanlarlardır.
Dikkat edilirse Türk edebiyatının ilk iki kaynağı, aynı zamanda fıkıh literatüründe
edille-i şer’iyye olarak adlandırılan dört ana kaynağın da ilk ikisi
olmaktadır. Son iki kaynak ise, bütün İslâmî ilimler gibi esas olarak
Kur’andan doğmuş ve sonraki asırlarda başka menbalardan elde edilen bilgilerle
gelişip zenginleşmiş sahalardır. Ayrıca bu kaynakların tamamı Türk
Edebiyatında manzum ve mensur olarak kaleme alınmış eserlere sadece malzeme
temin etmek, muhtevalarını, aydınlatıcı ve yönlendirici bilgilerle zenginleştirip
beslemekle kalmamış, bunların estetik yönünün oluşmasında da
başvurulacak esasları belirlemiştir.