Bütün insanlık tarihinde dinin yeri olmuştur. Tarihte hiçbir dine inanmayan
topluluklar bulunmamaktadır. İnsanı hem içten hem de dıştan kuşatan ve
onun düşünce ve davranışlarını temellendiren din, yüce bir varlığa bağlılık
ilkesine dayanmaktadır. Kendi ihtiyaçlarını karşılamakta zaman zaman
düştüğü çaresizlik durumu insana inanç yoluyla bir çıkış yolu bulma
ihtiyacını doğurmuş ve gereksinim ilk çağlardan beri hep var olagelmiştir.
Dolayısıyla insanlarda din duygusu fıtrîdir, yani içten gelen bir durumdur.
İnsanın yüce bir güce bağlanması onun gücünü artırdığı gibi olaylar
karşısında kendisinin yeterli olabileceği kanısını da güçlendirir. Dinin insana
temin ettiği birçok prensip, insanın ulvî duygular taşımasını sağlar. Nitekim
çeşitli şekillerde icra edilen dua, yakarış ve sığınma eylemleri insanı yüceltir.
Allah karşısında duyduğu sevgi ve O’ndan korkması kişinin iç dünyasında
oluşan yoğun duyguları ortaya çıkarmak suretiyle yalnızlık duygusunun
atılmasına sebep olur. Kendisini evrende yapayalnız kalmış hissetmemesine
vesile olur. Bu da sağlam karakterli, problem çözebilen, olaylar karşısında
ezilip sönükleşmeyen, iradesi kuvvetli bireylerin oluşmasını sağlar.
Din insana hem bireysel isteklerinin ortaya çıkmasında hem de madde
karşısında eğilmemesinde ilk elden yardım eder. Kişi varlığı gereği bencil
duyguların esiri olmaya yatkındır. Bu duyguların törpülenmesi din sayesinde
mümkün olur. Yine birey, sonsuz bir hürriyet ve sınırsız bir gücün elinde
bulunmasını arzu eder. Din bu isteklerin de bir sınırı olduğu duygusunu
insanlara hatırlatarak ancak sonsuz isteklerin sonsuz olan varlığa teslimiyetle
mümkün olacağını bildirir. Dinin insanlara yaptığı telkinler daha iyi bir birey
oluşturmaya yönelik olması nedeniyle, insanın yaratıklar önünde ve tabiat
olayları karşısında şaşkınlıktan kurtulmasını ve dehşete düşmesini önlemeyi
amaçlar.
Din fertleri mukaddes duygu, ortak vicdan ve şuur etrafında birleştirir.
Toplumların yücelmesinde en önemli etkendir. Onların yükselmesine vesile
olan en önemli kurumdur. İnsanlar din sayesinde medeniyetler kurar. İnsanlık
tarihinin gelişiminde dinin manevi ve zihni kurucu etkisi inkâr edilemez
Dinin sadece fiziki âlem hakkında telkinde bulunmadığı, bunun yanında
insanın muhtaç olup da bir türlü değerini takdir edemediği ahiret gibi
görünmeyen dünyalar hakkında da bilgi sunduğu bir gerçektir. Bu inanç
sistemi insanı uhrevî sorumluluk duygularıyla ahlaki davranışlara yöneltir.
Diğer taraftan sorumluluk şuuruyla yaşamaya gayret sarf eden bir fert olmayı
öğütler. Geçici dünya zevklerinin insan ruhunu tatmin etmeyeceğini öğretir.
Böylece insana ulvî zevkler ve manevî hazlar kazandırır. Bu özelliklerle
bezenmiş kimselerden oluşan toplumlarda da bireylerin birbirini etkilemesi
neticesinde bir ahlak ve fazilet yarışı başlar. Bu sebepten ister hak ister batıl
olsun her toplumda mutlaka bir din kurumu olagelmiştir. Her zaman
diliminde ve her yerde insanoğlunun var olduğu her süreçte din varlığını
devam ettirmiştir.