Hilafet İlkesi: ‘Biz Yeryüzünün Halifeleriyiz.’

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • *******
  • Join Date: Mar 2008
  • Yer: Ankara
  • 11656
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam
Hilafet ilkesi, sorumluluk kuramının ikinci ve daha üst düzey ilkesidir. Terim
kaynağını Kur’an’daki şu ve benzeri ayetlerden almaktadır: “Rabbin
meleklere ‘Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim’ demişti; melekler, ‘orada
bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni
överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz’ dediler; Allah ‘Ben
şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim’ dedi.” (Bakara/2: 30) Hilafet ilkesinin
gerektirdiği en önemli sorumluluklardan birincisi çevreyi imar etme ve
geliştirme,

ikincisi de çevreyle olan imtihanımızı, denenmemizi/sınanmamızı
kazanmaktır. Şu ayet açıkça Allah’ın insanlardan yeryüzünü korumakla
kalmayıp imar etmelerini istediğini göstermektedir: “… Allah’a kulluk edin;
O’ndan başka tanrınız yoktur; sizi yeryüzünde yaratıp orayı imar etmenizi
dileyen O’dur…” (Hud/11: 61)

Çevreyi imar bağlamında değerlendirilebilecek hususlardan biri de
ağaçlandırma ve böylece hem erozyon ve toprak kaybını hem de çölleşme ve
kuraklığı önlemeye katkıda bulunmaktır. Peygamber efendimizin ağaç
dikmeyi teşvik eden birçok hadisi vardır; bunların en bilinenlerinden biri
şudur: “Kıyamet koparken birinizin elinde bir fidan bulunursa, şayet kıyamet
kopuncaya kadar fidanı dikmeye gücü yeterse, onu diksin.” (Buhari, 2005,
486) Peygamberimiz sadece ağaç dikmeyi teşvikle kalmamış, milli park
anlayışının da öncülerinden olmuştur. Bir kısım yasaklarla tahribattan
korunan milli park veya yeşil kuşak uygulamasına ilk defa Mekke’de
rastlanır.

Hz. İbrahim tarafından haram edilen Mekke ve civarını ihata eden
belli bir bölge bu haramlık ve yasaklığını Hz. Peygamber devrine kadar
muhafaza etmiştir. Oranın, ağacını kesmek, otunu yolmak, kuş ve diğer
yabani hayvanlarını avlamak yasaktır. Hz. Peygamber, Mekke’de mevcut
olan bu yeşil kuşağa bir ikincisini eklemiş, Medine ve civarını dört bir
yönden ihata eden bir kuşağı haram ilan etmiştir. Buranın da ağacını kesmek,
ağaçlarının yapraklarını koparmak, otlarını yolmak ve yabani hayvanlarını
avlamak yasaklanmıştır (Canan, 1995).

Meskenler ve şehirlerin doğal çevresini imar bağlamında düşünülebilecek
bir hadiste de Peygamberimiz “Yoldan rahatsızlık verici şeyleri kaldırmak bir
sadakadır.” buyurmuştur. (Buhari, 2005, 427) Bu hadisler, gerek doğal
gerekse kültürel çevremizi imar etmemizin ve daha mamur, daha yaşanılır
hale getirmemizin ahlâki görevlerimiz arasında bulunduğunu göstermektedir.
Nitekim Osmanlılar, şehirlerin inşası ve imarı konusu üzerinde titizle
durmuşlardır.

Örneğin onlar, şehrin imarı içinde kaldırım yapımına ve bozuk
kaldırımların tamirine, özellikle körler ve yaşlılar zahmet çekmesin diyerek
apayrı bir özen göstermişlerdir. Şehirlerde geniş ve temiz meydanlar açmış,
deyim yerindeyse şehrin rahat nefes almasını sağlamaya çalışmışlardır.
Herkesin kendi evi veya dükkanının önünü temizlemesi gerektiğini genel bir
kaide haline getirmiş, yaz mevsiminde tozlanmayı önlemek için o günün
şartlarında dahi cadde ve sokakları zaman zaman sulamışlardır. Osmanlıda
imar faaliyetleri sadece şehircilik düzenlemeleri ile kalmamış, kırsal kesimin
imarını da kapsamıştır. 19. yüzyılda Osmanlı Devletinin neredeyse bütün
coğrafyasında bataklıkları kurutma operasyonuna girişilmiştir. Göl ve
bataklıkların kurutulması bir taraftan çevre problemine çözüm arama ve
kamu sağlığını koruma, diğer taraftan da buralardan elde edilecek arazi ve
yapılacak yol ve benzeri ile çevrenin imarı düşünülerek uygulamaya
geçirilmiştir (Öztürk, 2008).

Şu ayet de halife kılınmamızın nedeninin, doğaya ve hayvanlara üstünlük
taslamak, onlara hakimiyet kurup her şeyi kendi türümüz ve hatta
toplumumuz için tüketebilme imkanına kavuşmak, onları kendi çıkarlarımızın
basit araçları konumuna indirmek değil, sunulan bu nimetlerle
sınanmak ve sonuçta imtihanı kazanmak olduğunu göstermektedir:

“Verdikleriyle denemek için sizi yeryüzünün halifeleri kılan ve kiminizi
kiminize derecelerle üstün yapan O’dur. …” (En’am/6: 165. Krş. Fatır/35:
39) İnsana düşen, çevremizde bulunanlarla ve onlara karşı muamelelerimizle
yapılan bu imtihanda başarılı olmaktır. Zaten bazı âlimlere göre, insanın
halifeliği doğuştan gelen kategorik bir halifelikten ziyade potansiyel bir
halifeliktir; bu üstün niteliğin sorumluluğunu yerine getirerek bu potansiyeli
gerçeğe dönüştürebilenler, gerçek anlamda halife sayılırlar. Halifeliğin gereği
olan imarı yapmak ve özellikle imtihanı kazanmak da bizi, daha üst bir
kuram olan erdemlilik kuramına ve onun iki temel ilkesi olan merhamet ve
muhabbet ilkelerine getirmektedir.