Erdem ve Ekonomi İlişkisi

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • *******
  • Join Date: Mar 2008
  • Yer: Ankara
  • 11656
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam
Erdem ve Ekonomi İlişkisi
« : 30 Ocak 2018, 12:44:39 »
Erdem, ahlâkın, özellikle de felsefi ahlâkın en temel kavramıdır. İyi huyluluk,
iyi kalplilik, iyi niyetlilik, iyi sözlülük, iyi davranışlılık, kısaca, iyi
ahlâklılıktır. Erdemlilik çoğu kere, ahlâklı ve iyi karakter sahibi biri olmakla
eş anlamlı kullanılır. Erdem ahlâkı veya etiği dendiğinde ilk akla gelen
filozof olan Aristoteles, erdemi, iş ahlâkıyla da çok bağlantılı bir biçimde
tanımlar.

Ona göre, “insanın erdemi insanın iyi olmasını ve kendi işini iyi
gerçekleştirmesini sağlayan huy olmalı”dır (Aristoteles, 1998, 31). Bu tanım
özelinde ise erdem, birinci olarak iyi huylu olmak, ikinci olarak da, akıllı ve
özgür bir insan olmanın gereği olarak yaptığımız bütün eylemlerimizde ve
özellikle de iş hayatımızda kendi işimizi en iyi kalitede ve en yüksek ahlâk
ilkelerine uygun olarak gerçekleştirmektir. Dini veya felsefi her gerçek
ahlâkın amacı, iyi huylu ya da erdemli bireyler ve hatta Farabi’nin tabiriyle
erdemli toplum ve mümkünse onun da ötesinde erdemli dünya oluşturmaktır
(Bkz. Farabi, 1997, 100).

İnsanların üretim, tüketim ve kazanç faaliyetleri ile ilgili bir bilim ve
terim olan ekonomide ise amaç, sınırlı kaynakların kullanılmasından sınırsız
sayılabilecek insan ihtiyaç ve arzularının karşılanmasına yönelik en fazla
faydanın elde edilmesi veya en yüksek oranda karın sağlanmasıdır. Çağdaş
ekonomilerde işletmelerin amacı kar etmek, “sadece biraz kar etmeye
çalışmak değildir. Amaç karı maksimize etmektir” (Pool ve Roe, 2008, 49).
Ahlâk felsefesinde faydacılık ve hatta onun bir türü sayılan egoizm bile bir
ahlâk kuramı sayılsa ve pek çok ahlâk anlayışında ben merkezliliğin önemli
bir yeri olsa da, genel olarak değerlendirildiğinde, ahlâkta özgeciliğin,
diğergamlığın, toplumsal sorumluluğun, kısacası ‘ben’den ziyade ‘öteki’
merkezliliğin asıl olduğu ya da daha fazla öne çıkarıldığı bir gerçektir.

Ekonomide de kamu yararını dikkate almak, toplumsal sorumluluklarını
yerine getirmek, ötekinin haklarına saygı göstermek gibi ilkeler elbette
ekonomik faaliyet içinde bir yer işgal ediyorsa da, ekonominin yüzünün ya da
yönünün, diğerinden, başkasından, ötekinden ziyade, ben’e, biz’e, kendi
işletmelerimizin karına yönelik olduğu da herhalde bir başka genel gerçek
olsa gerektir.

Bu iki gerçeği, basitçe şöyle ifade etmek de mümkündür:
Erdem açısından bakıldığında, veren el alan elden üstündür; ekonomik açıdan
bakıldığında ise alan el veren elden üstündür. Bu durumda, erdemliliğin öteki
merkezliliği ve iyilikseverlik vurgusu ile ekonominin ben merkezliliği ve
maksimum kar vurgusu nasıl uzlaştırılabilir veya dengelenebilir? İşte, iş
ahlâkının ana meselelerinden biri de budur.

Ekonomi kökenli iş ahlâkçılarından biri, ahlâk ve ekonomi arasındaki
olumlu ilişkiyi tasvip etmekte, bununla birlikte ekonomiden yana gözüken bir
tavırla bir tür sınırlama getirmektedir. Ona göre, “ahlâk ekonomiden baskın
(dominant) olmamalı ve ekonomi de ahlâkı geçersiz kılmamalıdır” (Özgener,
2004, 19).

Burada, ahlâk ekonomiden baskın olmamalı denirken, ekonomi de
ahlâktan baskın olmamalı denmemekte, böylece ekonominin baskın olması
öngörülmekte fakat, bu baskınlığın ahlâkı geçersiz kılacak dereceye
varmaması gerektiği savunulmaktadır. Bu fena sayılmayacak bir formüldür;
ama ekonomi ve ahlâk arasında tam bir adalet sağlayan, eşit değerliliğe riayet
eden ve insanların özgürlük imkanını geniş tutan bir formül değildir. Ayrıca,
ahlâk mesleğinden veya cephesinden gelerek böyle bir formül vermek isteyen
bir başkası da muhtemelen tam tersini yapar ve ‘ekonomi ahlâktan baskın
olmamalı ve ahlâk da ekonomiyi geçersiz kılmamalıdır’ diyebilir. Bu da çok
rahat bir biçimde savunulabilecek bir tezdir. Ancak bize göre bu bakış
açılarının hiçbiri ahlâk ve ekonomiye eşit düzeyde değer atfetmeyerek
yeterince adil davranmadığı gibi, bundan daha önemlisi, erdem ve ekonomi
ilişkisinde insanların özgür seçim ve tercih alanını oldukça dar tutmaktadırlar.

Bize göre, erdem-ekonomi ilişkisinde insanlara bol miktarda meşru,
makul ve makbul seçenek sunmak ve onların özgür tercihlerine imkan
sağlamak mümkündür. Bu meşru ve makbul seçeneklere geçmeden önce
ahlâken uygun görülmeyecek seçenekleri elemek için, önce Aristoteles’in de
İslâm dininin de fazlasıyla vurguladığı üç ilkesel terim olan, ifrat, tefrit ve
itidal kavramlarını hatırda tutarak yola çıkmak mümkündür. Bu cümleden
olarak, kısaca şunu söyleyebiliriz ki, insanlık tarihi ahlâk rağmına ekonomi
yönünde ifrata da, ekonomi rağmına ahlâk yönünde tefrite de şahit olmuştur
ve olmaktadır. Bakış açımıza göre bunlardan birine ifrat birine tefrit demek
mümkündür.

Kısa ve teknik terimlerle ifade etmek gerekirse, ahlâk ve erdemi
hiç önemsemeyen bir materyalizm, maddecilik ve kapitalizmin vahşi, tekelci
ve sömürücü türü ifrat kutbunu; ekonomiyi, ‘dünya malı’nı, karı, kazancı,
çalışma ve üretmeyi hiç önemsemeyen bir mistisizm ve asketizm türü de
tefrit kutbunu oluşturmaktadır.

İfrat ve tefrit, İslâm dini ve dolayısıyla ahlâkında da, klasik dönemin
felsefi ahlâkında da yanlış olan ve ahlâki bulunmayan tutum ve davranışlardır.
Her iki aşırılığın da toplumlara büyük zararları olmuştur. Kapitalist
veya komünist ekonomilerdeki materyalizm ifratının Batı dünyasının
tüketim toplumlarında, ‘bir takke bir hırka’ ile yetinmeyi kitlesel düzeyde
yaygınlaştıran mistisizm tefritinin son asırlarda İslâm dünyasının bazı
bölgelerinde nelere mal olduğu üzerinde biraz düşünmek bu iki aşırılığın
makbul ve hatta meşru ahlâki seçeneklerin dışında tutulması gerektiğinin açık
göstergeleri olsa gerektir. Erdem ve ekonomi ilişkisinde uç noktalar olan aşırı
materyalizm ve aşırı mistisizmi bir kenara bıraktığımızda, geride hala
insanların kendi eğilim ve isteklerine göre özgürce seçimde bulunabilecekleri
birçok farklı alternatif vardır ve bunlar insanlara açıkça sunulmalıdır. Yani
orta yol da tek boyutlu, dar bir yol olmak zorunda değildir. Orta yolun da
kendi içinde alternatif versiyonları olmalıdır ki farklı karakterdeki insanlar
kendilerine uygun yeri bulup orada hem erdem hem de ekonomi açısından
rahat edebilsinler.

Bazılarının eleştirdiği, ekonomideki karı maksimize etme kavramından da
esinlenerek, orta yoldaki hem ahlâk hem de ekonominin kendi içlerinde üç
düzeye ayrılabileceğini varsaymak, erdem-ekonomi ilişkisinde çeşitlilik ve
rahatlık sağlama ve insanların da eğilimleri ve özgürlüğüne daha geniş bir
alan açma açısından oldukça yararlı olabilir gibi gözükmektedir. Bu açıdan
bakıldığında, erdemliliğin de en az üç düzeyi olduğu, ekonominin de en az üç
düzeyi olduğu söylenebilir. Bu düzeylere, minumum düzey, mutedil düzey ve
maksimum düzey diyebiliriz. İnsanlardan beklenen her iki alanda da en az
minumum düzeyi yerine getirmeleridir; daha üstüne teşvik edilirler hatta en
arzu edilenin erdemlilikte de, ekonomide de maksimum düzeyde olmak
olduğu belirtilmelidir; ama bunun her insana göre olmayabileceği aşikardır.
Dolayısıyla insanlar, aradaki farklı seçeneklerden birini kendilerine daha
uygun görebilirler.

Örneğin, ahlâkta minumum düzeyde olmayı yeterli gören
bir kişi, ekonomide minimum, mutedil veya maksimum düzeylerden birini
hedefleyebilir. Ya da ahlâkta maksimum düzeyde olmayı seçen biri, ekonomide
minumumu veya mutedili kendisi için yeterli görebilir. Böylece üçün
üçlü kombinasyonunun sunduğu bir çok seçenek insanlara açıktır. Tekrar
vurgulamak gerekirse, elbette arzu edilen, insanların erdem maksimizasyonu
ile kar maksimizasyonunun her ikisini birden ahenkli bir denge içinde
götürebilmeleridir. Ama insanlar buna bile zorlanmamalı ve sözünü ettiğimiz
seçenekler arasında özgür bırakılmalıdır. Bu seçenekleri biraz daha ayrıntılı
olarak sunmakta yarar vardır.