İslâm ahlâkçıları erdemlerden yola çıkarak reziletleri açıklar, bunun dışında
ayrı bir rezilet tarifi vermez. Kınalızâde ve Tusi gibi İslâm ahlâkçılarında da
bu yaklaşım, aslında kendilerinden önceki ahlâk düşünürlerinin yaklaşımı
olup onlara ulaşan gelenekten miras alınmış ve genel olarak farklılıklarla
birlikte bu görüşler sürdürülmüştür.
Nitekim Kınalızâde’de diğerlerinde olduğu üzere iki çeşit rezilet kavramı
karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan biri reziletlerin erdemlerin zıddı olması,
diğeri de itidal olan orta derecenin erdem, bunun ifrat ve tefritinin rezilet
olmasıdır. Ancak düşünürümüz bu ikisini ustalıkla birleştirmeyi başarmıştır.
Dört temel erdemin azlığı veya fazlalığı da rezilet olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Temel Erdemler/ Fazlalık ve Azlıkları
TEMEL ERDEMLER AŞIRISI AZLIĞI
Hikmet Kurnazlık Ahmaklık
Adalet --- ---
İffet Günahkârlık Şehvet Azlığı
Cesaret Saldırganlık Korkaklık
Kınalızâde her erdemin zıddı olduğunu kabul etmekle beraber, etraflı bir
araştırmadan sonra "her bir faziletin sonsuz sayıda zıddının olması gerekir"
düşüncesinin açıkça ortaya çıkacağı kanaatindedir. Çünkü erdem asla fazlalık
ve eksiklik tarafına gidilmeyen gerçek orta ve itidaldir. Böylece o, Stoanın
zıtlığa dayanan rezilet anlayışından diğer rezilet tanımına geçer. Onda ve
kendinden önceki ahlâkçılarda gördüğümüz bu ikinci rezilet tanımı ortanın
erdem, fazlalık ve eksiklik şeklindeki her iki tarafın ise rezilet olduğu
düşüncesine dayanır.
Orta ve itidalin duyulur âlemdeki örneği bir dairenin merkezidir. Bu
dairenin merkezi gerçek manada orta bir noktadır ve bu dairenin merkezinde
iki noktanın gerçek orta olması imkânsızdır. Merkezin dışındaki yerlerde
bazısı dairenin içinde bazısı çevresinde sonsuz sayıda başka noktaların
olması düşünülebilir. Müellifimiz burada gerçek itidal noktasının bir tane
olduğunu ve itidalin dışında başka bir noktanın olmasının düşünülemeyeceğini
ifade ederek buna başka bir örnek verir. Bir noktadan diğer
noktaya ulaşan doğru çizginin birden başka olması mümkün değildir. Bu
çizgi o iki noktanın arasında düşünülen en kısa çizgidir. Hâlbuki o iki nokta
arasında sayısız eğri çizgi olabilir. O, bu açıklamalar sonucunda itidalin bir,
buna karşılık ifrat ve tefritin sonsuz olmasından hareketle, hak din ve hak
yolun bir, dalâletin ise sayısız olduğunu hatırlatır.
Her ne kadar reziletleri açıklarken genel bir bilgi vermek için erdemlerin
zıtlıkları rezilet olarak görünse de bu çoğu zaman farklı şekillerde de
yorumlanabilmiştir. Önceki ahlâk düşünürleri gibi Kınalızâde'ye göre de
gerçekçi olmak gerekirse, erdem itidal ve orta, rezilet ise itidalin dışındaki
her iki taraftır.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi fazilet konusunda ortak düşünse de
çoğu ahlâkçı, reziletler meselesinde farklı düşünebilmektedir. Özellikle de
reziletlerin zıddından erdem veya temel fazilet çıkarmanın yanlışlığının altı
çizilmektedir. Örneğin Tûsî'ye göre reziletlerin faziletlerin zıddı olmaması
gerekir. Bir şeyin zıddı bir olur, iki olmaz. Çünkü zıt zıdda en yüksek (kemal)
derecede uzak ve zıt olmalıdır. Bu kemal derecesindeki uzaklık iki şey ile bir
şey arasında olmaz.
Mesela siyahın zıddı ancak beyazdır, zira kemal derecede
uzaklık ancak bunlar arasında bulunur. Yeşil ve kırmızı siyahın zıdddı
değildir, çünkü aralarında kemal derecesinde uzaklık yoktur. Bu durumda
faziletin ifrat ve tefrit olan iki tarafı fazilete zıt olmaz. Fakat aşırılık rezileti
eksiklik reziletine zıt olabilir. Mesela yiğitlik, kemal derecesinde uzak
olmadığı için korkaklık ve atılganlığa zıt değildir. Fakat atılganlık korkaklığa
zıt olur, zira aralarında kemal derecesinde uzaklık vardır.
Temel erdemlerin bağlı bulunduğu güçleri faziletler bahsinde ifade
etmiştik. Kısaca özellikle temel reziletler açısından anımsayacak olursak:
1. Nazari Güç orta/itidal durumunda olmadığında: Cehalet
2. Amelî Güç orta/itidal durumunda olmadığında: Zulüm
3. Gazap Gücü orta/itidal durumunda olmadığında: Korkaklık
4. Şehvet Gücü orta/itidal durumunda olmadığında: Ölçüsüzlük
Bu güçlerin ait olduğu nefisleri dikkate alırsak reziletler açısından şöyle
bir tablo çıkmaktadır:
Reziletler Nefs Çeşidi
Cehalet Melekî nefs
Zulüm Amelî nefs
Ölçüsüzlük/İffetsizlik Hayvani nefs
Korkaklık Saldırgan nefs
Kınalızâde nefs ve itkilerinden bahsederken temyiz, gazab ve şehvet
güçlerini temel nefsani kuvvet olarak alırken; Tûsî ve Devvânî gibi İslâm
ahlâkçıları temyiz, def ve cezb kuvvetini kullanarak bunları daha fazla
vurgularlar.
1. Nefs-i melekî, melekî nefs:
Bu nefs ile reziletler arasındaki ilişki şöyledir:
Burada, temyiz ve idrak gücü düşük olursa rezilet olarak cehalet
gerçekleşir. Ancak melekî güç, itidal sınırında olup ifrat ve tefrite/eksiklik
ve aşırılığa düşülmezse bu huy, hikmettir. Dolayııyla cehaletin zıddı
olarak karşımıza hikmet çıkmaktadır. Bu nefsin aşırı işlemesi, “orta
yol”da durulamaması kişide kurnazlığa neden olur. Eksikliği ise
ahmaklığı doğurmaktadır.
2. Nefs-i seb'î, yırtıcı veya saldırgan nefs:
Makam, üstünlük taslama,
başkalarını etki altında bırakma, intikam ve öfke güçleri bu nefse aittir.
Yırtıcı/saldırgan güç, orta düzeyde olursa bundan meydana gelen huy
şecaat (cesaret) olarak kabul edilir. Böylece saldırganlık huyunun zıttı da
cesaret olarak açığa çıkmaktadır. Dahası saldırganlığın altında ise
korkaklığın yattığını söyleyebiliriz. Nitekim modern psikoloji de savunma
mekanizmalarını tahlil ederken, temel savunma psikolojisinin altında
yetersizlik duygusunun olduğunu söyler. A. Maslowda ihtiyaçlar
bağlamında kişilik ve kendini gerçekleştirme profilini çıkarırken,
özellikle güvenlik gereksinimi temel bir gereksinim olarak görür. Kendini
güvende hissetmeyen kişi de zamanla saldırganlık geliştirebilecektir.
Hatta böyle bir kişinin kişilik bakımından yükselmesi ve gelişmesi
mümkün değildir. İlginçtir ki Maslow’un örnek özne olarak verdiği
karekterler, kendini gerçekleştirmiş insan modelleridir. Çünkü böyle
olmayan yoksunluk altında ezilen öznelerden sağlıklı fiilerin
çıkamayacağını söylemektedir. Kendini gerçekleştiren kişilerin aynı
zamanda ahlâklı kişiler olması da gözden kaçmamaktadır. Dolayısıyla
kişilik bakımdan gelişmişlikle erdem bakımdan kemale erme arasında
doğru orantı vardır.
3. Nefs-i behimî, hayvani nefs:
Bu nefs kişiyi, lezzetlere sürükleyen; yeme,
içme ve cinsel hayat gibi isteklere yönelten bir aracıdır. Hayvani nefsin
orta olma durumu -aşırılık ve eksiklikten uzak oluşu- iffettir. Pek çok
İslâm ahlâkçısı, İslâm ahlâkında iffet ve ölçülüğü hemen hemen aynı
kategoride değerlendirir. Çünkü insan varlığı hayvani özelliklerin üstüne
çıktığı zaman insan olmaktadır. Ancak hayvani bir nefs taşıması ve onun
da yeteri kadar olması gereğini vurgulamaktadır. Kur’an’da zina
hakkındaki vurgunun önemi de burada yatmaktadır. Zira İslâm ölçülük
demektir. Beden üzerinde sınırda durmama ruhsal bakımdan da
küçülmeyi getirecektir.
4. Amelî nefs:
Adaleti temel erdem olarak almıştık. Bunun aşırılığından ya
da eksikliğinden doğacak bir erdemden ya da erdemsizlikten söz
edilmemektedir. Bunun sadece zıttından bahsedilmektedir. O da “adalet”
olarak karşılığını bulmuştu. Çünkü nefsi arındırma ve salih amel ya da iyi
işlerde bulunma konusunda adalet, adeta bir mimarinin orta direği işlevini
görmektedir. Dolayısıyla adil olmada teorik akıl ve pratik akıl birlikte iş
görmekte ve ameli nefsin bir itkisi olarak görülmektedir adalet.
Şimdi de modern psikolojinin verileriyle İslâm ahlâkının şablonunu
kıyaslayarak, ahlâkın ana işlevinin kişilik gelişimine hizmet etmek olduğunu
takip etmeye çalışalım. Çünkü ahlâki emirlerin işlevi, kişiye bir emir
ahlâkından ziyade, bireysel özgürleşmenin ve huzurun ibresini göstermektir.
Bu bağlamda, A. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini dikkate aldığımızda,
fizyolojik gereksinimler için hayvani nefsin yeterince doyurulması
gerektiğini söyleyebiliriz. Öte yandan, güvenlik, ait olma, sevgi ve saygınlık
gereksinimi için melekî, amelî ve saldırgan nefslerin birlikte işlevsel
olduklarını ifade edebiliriz.
Adalet erdemini tam olarak yerine getirmeyen kişinin, yani ameli nefiste
orta yolu bulup varoluşunu bu ibrede gerçekleştirmeyen kişinin, Maslow’un
en üst gereksinim olarak gördüğü ve diğer ihtiyaçların giderilmesi
durumunda onun da tam olarak varlığından söz edilebileceği “kendini
gerçekleştirme” seviyesini yakalayamadığı söylenebilir. Bu nedenle Maslow,
"özürlü, gelişmemiş, olgunlaşmamış, sağlıksız, kendi kişiliklerini tayin
edememiş, insan ilişkileri çarpık, agresif (saldırgan), provokatör, kompleksli,
tutarsız, kaypak süjelere dayalı araştırmaların, özürlü bir psikoloji ve
felsefeye temel oluşturacağını" savunmuştur. Tıpkı İslâm ahlâkçılarının
adaletsiz bir hâkimin adil kararlar veremeyeceği için, onun da adaleti
gerçekleştirmiş olmasını savunmaları gibi. Bunlarda bize varoluş ve kısacası
nefisler ve itkileri ya da temel ihtiyaçlar ve kişilik ilişkileri gibi ahlâk ile
bireysel gelişim arasında doğrudan bir bağlantı vardır.