Aklâm-ı Sittenin Ortaya Çıkışı ve Gelişimi

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
İslam yazılarında mevzun (ölçülü) hatlar döneminden sonra bu alanda en
önemli yenilikleri gerçekleştiren Abbasî veziri İbn Mukle (ö.328/940) ve
kardeşi Ebû Abdullah el-Hasan (ö.338/949) ile Mensup hatlar (oranlı nisbetli
yazılar) ve aklâm-ı sitte (altı kalem, altı çeşit yazı) diye adlandırılan yeni bir
dönem başlamıştır.

İbn Mukle mevzun hatlar arasında karakter ve özellikleri birbirine yakın
olanları birleştirerek sınıflandırmış, sayılarını azaltmış, ayıklamış ve harflerin
daire esasına göre geometrik oran ve kurallarını ortaya koymuş ve
adlandırmıştır. Böylece İbn Mukle mensûb hatların (aklâm-ı sitte)
belirmesinde ilk önemli reformları yapmıştır. Fakat hatları kaç gruba ayırdığı
bilinmemektedir. İbn Mukle’den sonra ikinci büyük hat üstadı olarak kabul
edilen İbnü’l-Bevvâb (ö. 413/1022) ise onun aklâm-ı sittede tesbit ettiği bu
estetik kaideleri daha ince geometrik nisbetlere bağlayarak üslûbunu
güzelleştirmiştir.

Benzer üslûpların ortak hususiyetlerini tesbit edip
sınıflandırarak kalemlerin sayısını sekize indirmiş, böylece aklâm-ı sittenin
teşekkülünde büyük bir inkılâbı başarmıştır. Hat sanatı sahasında ortaya
koyduğu güzel örnekler, bilhassa ölümünden sonra yetişen hattatları
etkilemiş, yazı üslûbu İslâm dünyasında üç asra yakın hâkim olmuştur.
Bilinen günümüze ulaşmış eserleri arasında reyhânî hatla yazdığı Kur’ân-ı
Kerîm Dublin Chester Beatty Kütüphanesi’nde (nr. 1431) korunmaktadır.
Abbâsîler döneminde altı çeşit yazının (el-hattü’l-mensûb) belirmeye
başlamasıyla kûfî hattının da yavaş yavaş mushaf kitâbetinde önemi azalmış,
IV. (X.) yüzyıldan sonra neshî yazının öne çıkmasıyla artık kullanılmamıştır.
Ancak kûfî hattı Kuzey Afrika’da yuvarlaklaşarak Mağribî şekliyle, İran ve
doğusunda ise Meşrik kûfîsi adıyla mushaf kitâbetinde kullanılmaya devam
edilmiştir.

Emevîler, bilhassa Abbâsîler zamanında başlayan tercüme ve telif faaliyetlerine
paralel olarak, büyüyen ve zenginleşen kütüphanelerde, verraklar
(müstensih) hususiyle kitap istinsahına mahsus verrâkī, diye bilinen yazı
tarzını güzelleştirmişlerdir. Nesihten ayırmak için, neshî diye adlandırılan bu
tarz, nesih ve reyhânî yazıların doğmasına zemin hazırlamıştır.

İbnü’l-Bevvâb’dan sonra aklâm-ı sitte denilen sülüs, nesih, muhakkak,
reyhânî tevkī‘, rikā‘ yazılarını belirleyerek klasik ölçü ve kurallarını en
gelişmiş şekliyle ortaya koyan sanatkâr Yâkūt el-Müsta‘sımî’dir. Küçük
yaşta Rum ülkesinden esirler arasında Bağdat’a getirilmiş olan Yâkūt, son
Abbâsî halifesi Musta‘sım-Billâh tarafından satın alınmış, sarayda çok
disiplinli bir eğitim görmüştür. Özellikle Abdülmü’min el-Urmevî’den aldığı
hat derslerinde üstün bir başarı göstermiştir. Yâkūt geleneksel usulde yazı
öğrenimini tamamladıktan sonra, asıl gelişmesini İbn Mukle, özellikle İbnü’lBevvâb’ın
ve diğer üstatların yazıları üzerinde yaptığı uzun inceleme ve
çalışmaları sonunda onların en güzel harflerini seçerek kendi zevk ve sanat
gücünü de ortaya koymak suretiyle yeni bir ekolün sahibi olmuştur.

Yâkūt her yazı çeşidine göre kalem ağzı meylini yeniden belirleyerek İbn
Mukle ile belirmeye başlayan altı çeşit yazının (el-hattü’l-mensûb, aklâm-ı
sitte) kesin klasik nisbet ve ölçülerini ortaya koymuştur. Böylece Yâkūt ekolü
yazı çeşitlerinde harflerin bünyesi kendi kalem noktasına göre boy ve enleri,
çanakların derinlik ve genişlikleri, nûn, kâf ve yâ gibi harflerde yapılan
keşidelerin uzunluğu ve derinliği, satır düzeninde harf ve kelimelerin
aralıkları, harflerin birbirine olan bağlantıları belirlenerek yazı en güzel
âhenge ulaşmıştır.

Bu üslûbun farklılığı bütün yazı çeşitlerinde görülmekle
beraber, bu ekolde özellikle muhakkak ve reyhânî yazılar klasik form ve
güzelliğine ulaşmıştır. Sülüs ve nesih yazıları ise klasik formları belirlenmiş
olmakla beraber, bu yazılar altın çağına Osmanlı hat ekolünde ulaşmıştır.
Yâkūt üslûbunun İslâm âleminde benimsenip hattatlar tarafından örnek
alınmasıyla Yâkūt, “kıbletü’l-küttâb” (hattatların kıblesi) lakabı ile anılmış ve
ünü yayılmıştır.

Yâkūt’un bu başarıyı elde etmesinde ona her türlü imkânı
sağlayan, destek olan, onu teşvik eden, başarısını sık sık ihsanlarıyla
ödüllendiren Halife Musta‘sım’ın da büyük hissesi vardır. Yâkūt, halifenin en
yakın musâhibi gibi sarayda varlık ve bolluk içinde bir hayat sürmüştür.
Hülâgû Han’ın Bağdat’a girmesiyle başlayan zor ve sıkıntılı günleri
atlattıktan sonra diğer âlim ve sanatkârlar gibi Alâeddin el-Cüveynî ve
kardeşi Şemseddin el-Cüveynî’nin yakınlığını kazanarak büyük saygı ve
desteklerini görmüştür. Bundan sonra sanatının uzun ve en verimli yıllarını
talebe yetiştirerek ve mushaf yazarak geçiren Yâkūt, yaşı bir hayli ilerlemiş
olduğu halde Bağdat’ta 698’de (1298) vefat etmiştir.

Çeşitli İslâm ülkelerinden pek çok talebe yetiştirmiş olan Yâkūt, aklâm-ı
sittenin her birini öğrettiği altı talebesi kendisiyle beraber “esâtîze-i seb‘a”
(yedi üstat) diye anılmıştır. Yâkūt’un hat sanatında yaptığı yenilikler yeni bir
devri başlatmış, tesirleri iki asra yakın devam etmiş, yazıları örnek alınmıştır.
Yâkūt’un vefatından sonra altı talebesi İslâm ülkelerine dağılarak Yâkūt
üslûbunu yaymışlardır.

Günümüzde Yâkūt ve talebelerinin seçkin eserleri dünyanın belli başlı
müze ve kütüphaneleriyle özel koleksiyonlarında korunmakta ve sergilenmektedir.

Müslümanların sanat alanındaki başarılarını ve ince zevklerini
belgeleyen bu eserler Avrupa’da büyük ilgi ve hayranlık uyandırmakta, bu
alanda ciddi bilimsel araştırmalar yapılmaktadır.