Namazın farzları on ikidir. Bunlardan altısı namaza başlamadan önce, altısı da namazın içinde bulunması gerekir. Namaza başlamadan önce bulunması gereken farzlara namazın şartları, namazın içinde bulunması gereken farzlara da namazın rükünleri denir. Namazın şartları ve rükünleri sırasıyla açıklanacaktır.
[b]Namazın Şartları[/b]
[b]Hadesten Tahâret[/b] Hades, abdestsizlik ve guslü gerektiren durumlar (cünüplük, âdet hali ve loğusalık hali) demektir. Namaz kılacak kişinin, cünüp ise veya âdet yahut loğusalık hali sona ermişse boy abdesti (gusül) almadan, bu durumlardan biri söz konusu değilse abdest almadan namaz kılması geçerli olmaz. Boy abdesti veya abdest alacak su bulamayan veya bulduğu halde kullanma imkânı olmayan kişi teyemmüm eder.
[b]Necâsetten Tahâret[/b]
Namazın geçerli olabilmesi için bedende, elbisede ve namaz kılınacak yerde necis yani dinen pis sayılan ve namazın sıhhatini engelleyecek miktara ulaşan necis maddelerin bulunmaması şarttır. Bir kimse, bilmeyerek namazın sıhhatini engelleyen bir miktara ulaşan necâset bulaşmış bir elbise ile kıldığı namazı elbisesini temizledikten sonra yeniden kılar. Hanefî mezhebinde benimsenen görüşe göre namaz kılınacak yerin temizliği ile ilgili asgari şart, ayakların, ellerin, dizlerin ve alnın konacağı yerlerin temiz olmasıdır. Üzerinde necâset bulunan halı, kilim gibi bir serginin temiz kalan kısmında kılınan namaz geçerlidir. Necâset bulunan bir yerin üzerine, necâsetle irtibatı kesecek ve kokusunu dışarı vermeyecek şekilde temiz bir sergi serilirse veya temiz toprak dökülürse bunun üzerinde namaz kılınabilir.
[b]Setr-i Avret[/b]
Setr kelimesi örtmek, avret kelimesi ise örtülmesi gereken yer demektir. Dinî terim olarak, örtülmesi farz olan, başkalarının bakması câiz olmayan uzuvlara avret mahalli denir. Hanefî mezhebinde erkeklerin avret yeri sayılan uzuvları, göbek altından dizlerin altına kadar olan kısımdır. Kadınların ise, yüz ile eller hariç, bütün vücudu avrettir. Namazda ayaklarının avret sayılması konusunda görüş ayrılıkları bulunmakla birlikte tercih edileni avret olmadığı görüşüdür. Giyilen elbisenin vücudun rengini göstermeyecek şekilde olması, yani, tül v.s. gibi şeffaf olmaması gerekir. Ancak, vücudun hatlarını belli eden dar ve bedene yapışık elbise ile kılınan namaz -mekruh olmakla birlikte- geçerlidir.
[b]İstikbâl-i Kıble[/b]
İstikbâl-i kıble kıbleye yönelmek demektir. Müslümanların kıblesi Mekke’de Mescid-i Harâm’ın içinde bulunan Kâbe-i Muazzama’dır. Kıbleye yönelmek namazın şartlarından biridir. Kıbleden başka tarafa bilerek yönelen kişinin namazı ve tilâvet secdesi sahih olmaz. Bir kimse hasta olduğu için veya düşman, yırtıcı hayvan korkusu sebebiyle kıble yönüne dönemediği takdirde, gücü yettiği tarafa doğru yönelerek namazını kılar. Uçak, otobüs gibi bir vasıta ile yolculuk yapan kişi, gücü yeterse kıbleye dönerek namazını kılar, vasıtanın yönü değiştikçe yönünü kıbleye çevirerek namazını tamamlar. Gemi içinde namaz kılınacaksa temel ilke kıbleye dönmek, gemi döndükçe kıbleye dönmeye devam etmektir. Ancak, bindiği nakil aracının hareketlerini izleme imkânına sahip olmayan bir kişi, namaza başlarken kıble olarak belirlediği yöne doğru namazını kılıp tamamlar. Müslümanların namaz kılarken, yeryüzünün en eski ve en kutsal mâbedi olan Kâbe’ye yönelmeleri, aralarındaki birliği canlandırmalarının, nizam ve intizamlarını korumalarının, gönüllerini ortak bir ibadetin ilâhî neş’esiyle ve nuruyla aydınlatmalarının bir ifadesidir.
[b]Vakit[/b]
Vakit, namazın farz olmasının sebebi ve edâsının da şartıdır. Farz namazlar ile bunların sünnetleri, vitir, terâvih ve bayram namazları için vaktin girmiş olması şarttır. Farz namazlar: sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarıdır. Cuma namazı da farz olarak öğle namazı yerine geçer. Belirli bir şarta bağlanmış nezir namazı da, bu şart henüz gerçekleşmeden kılınırsa adak vecibesi yerine gelmez. Vakte bağlı bir namaz, vakit daha girmeden kılınınca muteber olmaz, yeniden kılınması gerekir. Bir namaz kendisi için belirlenen vakitten sonra kılınanca “edâ” olmayıp “kazâ” olur. Hanefîler’e göre cuma, bayram ve sünnet namazları, vakitleri çıkınca artık kazâ edilmez.
[b]Niyet[/b]
Namazlarda niyet şarttır. Niyet, kalbin bir şeye karar vermesi, bir işin ve fiilin ne için yapıldığının şuuruna vararak onu bilmesi demektir. Namaz hususunda niyet, sırf Allah rızası için namaz kılmayı istemeyi ve hangi namazı kıldığının bilincine varmayı ifade eder. Amellerin kıymetleri, sevapları niyetlere göredir. İnsanın niyeti hâlis olmalı, ibadetini şuurlu bir halde yapmalı, işlerini Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla gerçekleştirilmelidir. Niyetin kalp ile yapılması esastır. Bununla birlikte kalp ile yapılıp, “şu vaktin farz veya sünnet namazını kılmaya niyet ettim” şeklinde dil ile söylenmesi de iyidir. Dil ile bir şey söylenmese, yine de namaz câiz olur. Kişinin kalbinden geçirdiği ile dilinden söylediği birbirine uymuyorsa, dil ile söylenen geçersizdir. Farz namazlarda, vitir, bayram ve adak gibi vacip namazlarda, hangi farzın veya vacibin kılındığını belirlemek (sabah namazı, cuma namazı, vitir namazı gibi) şarttır. Kazâ namazı kılarken de hem vaktin hem de günün belirlenmesi (en son kazâya kalan sabah namazı gibi) gerekir. Cemaat halinde kılınan namazlarda ayrıca imama uyulduğuna dair niyet edilmesi gerekir. Sadece erkeklerden meydana gelen bir cemaate imam olarak namaz kıldıran kişinin imamete niyet etmesi gerekmez. Ancak, cemaat arasında kadınlar bulunuyorsa, bu takdirde imamın kendisine uyan erkek ve kadınlara imamlık yaptığına dair niyet etmesi şarttır. Sünnet ve nâfile namazlar için belirleme şart değildir, sadece “namaza” niyet edilmesi yeterlidir; fakat belirlemek (terâvih namazına, sabah namazının sünnetine gibi) daha iyidir.
[b]Namazın Rükünleri[/b]
[b]İftitâh Tekbiri[/b]
İftitâh (başlangıç) tekbiri namaza başlarken alınan tekbirdir. Bu, kişinin kendi işitebileceği bir sesle “Allahu ekber” demesini ifade eder ki, “Allah en büyüktür” anlamına gelir. Bu tekbire, “tahrîme” de denir. Zira bu tekbirle namaza girilmiş, namazla bağdaşmayacak fiiller haram kılınmış ve dış âlemle ilgi kesilmiş olur.
[b]Kıyam (Ayakta Durmak)[/b]
Namazın bir rüknü olarak “kıyam”, iftitâh ve her rek‘atta Kur’ân’dan okunması gereken en az miktar boyunca ayakta durmayı ifade eder. Kıyam, namazın bir rüknü olduğu için, ayakta durmaya gücü yeten bir kişinin farz veya vacip bir namazı oturarak kılması geçerli sayılmaz. Ancak hasta veya ayakta namaz kılmaya güç yetiremeyen veya ayağa kalkınca hastalığının artmasından veya uzamasından yahut da şiddetli ağrı duymasından korkan kişi, namazı oturduğu yerde kılar, gücü yeterse rükû ve secdeye varır. Çünkü İslâm’ın genel kurallarına göre, zorluk ve ihtiyaç kolaylığı celbeder ve zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunur. Hareket halindeki gemi, uçak, otobüs gibi bir vasıtada namaz vaktini kapsayacak kadar bir süre yolculuk yapan kişi, bu araçlarda ayakta namaz kılması mümkün olmazsa, oturarak veya oturduğu koltukta namazını kılar, rükû ve secdelerini ima ile yapar. Ancak secde için rükûdan daha fazla eğilir. Sünnet ve nâfile namazları, ayakta kılmak daha faziletli olmakla birlikte, bir özür bulunmasa da oturularak kılınabilir. Çünkü nâfile namazlar kolaylık ve genişlik esasına dayanır.
[b]Kıraat[/b]
Kıraat, sözlükte okumak demektir. Fıkıhta ise, namaz kılan kişinin, Kur’ân’ın ayetlerinden bir miktarını kendisinin işitebileceği şekilde okumasını ifade eder. Kıraat namazın bir rüknü olup farzdır. Tek başına kılan kişi, bir miktar Kur’ân ayetini ayakta iken kendi işiteceği şekilde ve fakat harflerini belirterek, imam ise, sesli namazlarda yakınında bulunanların işiteceği bir ses tonuyla okur. Namazda farz olan kıraat miktarına gelince, bu miktar Ebû Hanîfe’ye göre kısa da olsa bir ayettir.
Hanefî mezhebinde imama uyan kimsenin Kur’ân okuması gerekmez; onun hem sesli hem de sessiz namazlarda da susması vaciptir. Diğer üç mezhepte ise kıraat, imam ve yalnız başına kılan için farz olduğu gibi sessiz namazlarda imama uyan için de farzdır. Sesli namazlarda da, Şâfiî mezhebine göre, imama uyan kişinin Fâtihayı okuması farzdır. Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinde ise, sesli namazlarda cemaat okumaz, dinler.
İslâm bilginleri, kıraat farîzasının ancak Kur’ân’ın asıl metniyle yapılması halinde yerine getirilmiş olacağı hususunda görüş birliği içindedirler. Çünkü Kur’ân Arapça olarak inmiştir. Kıraatin tek bir lisanla gerçekleşmesi Müslümanların birlik ve beraberliğinin bir göstergesidir. Tarih boyunca da uygulama böyle olmuştur. Diğer taraftan kıraatin Arapça olarak yapılması, çok zor da değildir. Hattâ, namazın sahih olmasını sağlayacak kıraat miktarı sûre ve ayetleri öğrenip ezberlemek Arapça dilini bilmeyenler için bile bir günlük, hattâ bir iki saatlik bir iştir.
[b]Rükû (Eğilmek)[/b]
Rükû, namazın bir rüknü olup farzdır. Kıraat bittikten sonra eğilerek rükûya varılır, baş ile sırt düz tutulur ve eller dizlere kadar varır ve dize dayanılır. Ayakta namaz kılan kimse için sadece başını eğmesi yeterli değildir, sırtını da eğerek baş ve sırt tam bir düz satıh meydana getirmelidir. Bu şekil tam bir rükûdur. Oturduğu halde namaz kılan kimsenin, rükû ederken alnı dizlerine paralel olacak derecede sırtını eğmesi yeterlidir Rükûda bir süre rükû vaziyetinde beklemek ve rükûdan sonra doğrulup bir süre kıyam vaziyetinde beklemek (kavme) gerekir. Hanefî mezhebinde bu sürenin en azı “sübhâne’llâhi’l-azîm” diyecek kadar bir zaman dilimidir.
[b]Secde[/b]
Secde (yere kapanmak), namazın bir rüknü olup farzdır. Namaz kılan kimse, rükûdan sonra kıyama geçer ve hemen arkasından secdeye varır; alnı yere değdiğinde rükû vaziyetinden daha fazla eğilmiş olur. Sadece alnı ve burnu yere değecek kadar yüzünü ve ayrıca iki ayağının parmakları, iki eli ve iki dizini yere koyar. Böylece Allah’a tazimde bulunur. Bu secde, her rek‘atta birbiri ardınca iki defa yapılır.
Tam ve mükemmel bir secde yedi aza üzerine yapılan secdedir. Peygamberimizden nakledilen bir hadiste, bu azaların yüz (alın ve burun), iki el, iki diz ve iki ayak (iki ayağın parmakları) olduğu belirtilmiştir (Buhârî, “Ezan”, 133-137). Gücü yetmediği için oturarak namazını kılıp, bedelsel özründen dolayı veya vasıta içinde namaz kıldığından dolayı secdeye kapanamayan bir kişinin, secdesi rükûundan daha fazla eğik olmalıdır. Secde edilecek yerin yüksekliği, taban seviyesinden on iki parmaktan (yaklaşık 23 cm.) daha yüksek olmamalıdır. Cemaat kalabalık olunca veya başka bir mazeret bulununca dizler üzerine de secde edilebilir. Yine kalabalık sebebiyle aynı namazı cemaatle kılanların birbirlerinin sırtına secde etmeleri de câizdir. Atılmış yün, pamuk gibi yumuşak bir şey üzerine secde edildiğinde yüz bunların içinde tamamen kayboluyorsa ve alın ile burun yerin sertliğini hissetmiyorsa secde câiz olmaz. Secdede ve iki secde arasında secde denebilecek kadar bir süre durmak yeterlidir. Hanefî mezhebinde bu sürenin en azı “sübhâne’llâhi’l-azîm” diyecek kadar bir zaman dilimidir.
Fakat rükû ve secdede sünnet miktarının en azı üçer kere tesbih (sübhâne’llâhi’l-azîm gibi) okumaktır. Ortası beş, en mükemmel olanı da yedi kere tesbih okumaktır. Namazı tek başına kılan kimse, daha çok tesbihte bulunabilir. Fakat imam olan kimse, cemaatin rızası bulunmadıkça, üçten fazla tesbih okumamalıdır. Çünkü cemaati usandırmak ve namazdan kaçırmak uygun değildir. Rükûda okunacak tesbih: “Sübhâne rabbiye’l azîm (Pek büyük olan Rabbim, her türlü eksikliklerden uzaktır) ve seccedeki tesbih de: “Sübhâne rabbiye’l-a’lâ (Pek yüce olan Rabbim, bütün eksikliklerden uzaktır) şeklindedir.
[b]Ka‘de-i ahîre (Son Oturuş)[/b]
Namazların sonunda teşehhüd miktarı oturmak bir rükün olup farzdır. Buna ka‘de-i ahîre denir. İki rek‘atlı namazlarda ikinci rek‘attan sonra, üç rek‘atlı namazlarda üçüncü rek‘attan sonra, dört rek‘atlı namazlarda dördüncü rek‘attan sonraki oturuşlar son oturuş yani ka’de-i ahîre sayılır. Ka‘de-i ahîrede oturarak beklenmesi farz olan süre Hanefî mezhebine göre teşehhüd miktarıdır. Teşehhüd miktarı ise tahiyyât okuyacak kadar bir süredir.
Teşehhüdün ya da tahiyyâtın metni şöyledir: “et-Tahiyyâtü li’llâhi va’ssalavâtü vet’tayyibâtü. es-Selâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyü ve rahmetü’lllâhi ve berekâtühü. es-Selâmü aleynâ ve alâ ibâdi’l-llâhi’s-sâlihîn. Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhü ve rasûlühü” (Buhârî, “Ezan”,148,150; Müslim, “Salât”, 16; İbn Mâce, “İkâmetü’ssalât”,24). Türkçesi: “Bütün tâzimler, övgüler, mülkler, kavlî, bedenî ve malî ibadetler Allah Teâlâ’ya mahsustur. Ey Peygamber! Sana selam olsun, Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun. (Ey Rabbimiz)! Selam bize ve Allah’ın sâlih kullarına olsun. Şehâdet ederim ki yani kesin olarak bilir ve açıklarım ki, Allah’tan başka hakikî ma’bud yoktur ve şehâdet ederim ki, Muhammed, Allah’ın kulu ve resûlüdür.”
Namazın esasını oluşturan şartlar ve rükünler bunlardan ibaret olmakla birlikte Ebû Yusuf, Şâfiî, Mâlik ve Ahmet b. Hanbel’e göre ta’dîl-i erkân, Ebû Hanîfe’ye göre ise namazdan kendi fiili ile çıkmak namazın farzları arasında yer alır. Ta‘dîl-i erkân, rükû ve secde gibi rükünlerin hakkının verilerek yapılmasını, rükûdan doğrulurken vücut dimdik bir hale gelip en az bir kere; “Sübhâne’llâhi’l-azîm” diyecek kadar ayakta durulmasını, ondan sonra secdeye varılmasını ve iki secde arasında “Sübhâne’llâhi’lazîm”diyecek miktar oturulmasını ifade eder.
|