İsyancılar ilk ciddî eylemlerini, Hz. Osman’la yaptıkları toplantıdan sonra
valilerin vilayetlerine dönüşleri esnasında Kûfe’de gerçekleştirdiler.
Kûfe’deki muhalefetin liderlerinden Eşter en-Nehaî ve arkadaşları, silahlanıp
Kûfe’ye dönmekte olan vali Said b. Âs’ın yolunu kestiler. Onun Kûfe’ye
girmesini engellediler ve Hz. Osman’dan Kûfe valiliğine Ebû Musâ elEş’arî’yi
tayin etmesini istediler. Hz. Osman, olayları yatıştırmak için, bu
isteklerini kabul edip, Ebû Musa’yı tayin etmişti. Ancak muhaliflerin
tehditlerine boyun eğme şeklinde gelişen bu tayin, Kûfe’nin merkezi
yönetimin kontrolünden çıkmasına yol açtı. Bu durum, diğer merkezlerdeki
muhaliflere de cesaret verdi. Müşterek hareket ettikleri bilinen ve İbn Sebe
tarafından yönlendirilen Mısır, Kûfe ve Basra’daki gruplar, Hz. Osman ve
valilerini açıktan eleştirmeye başladılar. Bazı hatalarını abartmanın yanı sıra
onlara haksız isnatlarda bulunmaktan çekinmediler. Ayrıca Hz. Ali, Hz.
Zübeyr, Hz. Talha ve Hz. Âişe başta olmak üzere ileri gelen sahâbilerin
ağzından mektuplar yazarak onları da bu işin içinde göstermeye çalıştılar.
Bütün şehirlere gönderilen ve halkı cihad için Medine’ye çağıran bu
mektuplar, büyük yankı yapıyordu. Bu mektuplar Medine’de etkisini
gösterdi. Hz. Osman’a yönelik kişisel kırgınlıklar, Medine’deki muhaliflerin
sayısını artırmıştı.
Mısır’dan bir heyet, hicrî 35 yılının Recep ayında (Ocak-Şubat 656),
valilerinden ve yönetimden şikâyet için Medine’ye geldi. Hz. Osman, Hz.
Ali’nin de içinde bulunduğu kalabalık bir heyetle birlikte onların şikâyetlerini
dinledi. Kendisine yöneltilen tenkit ve ithamlara teker teker cevap verdi. Bu
arada bazı uygulamalarının hatalı olduğunu kabul etti. Ganimet mallarının
taksimiyle ilgili bazı isteklerinin yerine getirileceğini söyleyip geri
dönmelerini sağladı. İki ay kadar sonra (Şevvâl/Nisan) ise, bu defa Mısır’ın
yanı sıra, Kûfe ve Basra’dan sayıları 600-1000 arasında gösterilen üç grup,
hac kafileleri arasına karışarak bölgeye geldi. Yapmış oldukları plana göre,
önce Medine’ye yöneldiler ve şehrin dışında üç ayrı mevkide konakladılar.
İki kişiyi temsilci olarak Medine’ye gönderdiler. Temsilciler, halifeyle
görüşmek üzere gönderildiklerini söyleseler de, anlaşıldığına göre asıl
niyetleri, Medine’de kendilerine karşı koyabilecek bir askerî birliğin bulunup
bulunmadığını öğrenmekti. Bu iki şahıs, Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve
Hz. Peygamber’in eşleriyle görüştü. Her birine Mısır valisi hakkındaki
şikâyetlerini aktardı ve onlardan kendilerini halife ile görüştürmelerini istedi.
Ancak bu sahâbilerden hiç biri tekliflerini kabul etmedi. Bunun üzerine, iki
temsilci, arakadaşlarının bulunduğu konaklama yerlerine geri döndü. Netice
alamadıkları bu ilk görüşmelerden sonra, Mısırlıların Hz. Ali’ye, Basralıların
Hz. Talha’ya, Kûfelilerin ise Hz. Zübeyr’e heyet gönderip, onlara halifelik
teklifinde bulundukları; ancak üçünün de bu teklifi şiddetle reddettiği
bildirilmektedir.
Bu sırada onların durumundan endişelenen Hz. Ali, halife Hz. Osman’ı
durumdan haberdar etti ve oğlu Hasan’ı halifeyi korumak üzere gönderdi. Aynı
günlerde ashâbın diğer büyükleri de halifeyi korumaları için oğullarını Hz.
Osman’ın evine gönderdiler. Neticede evin önünde onu savunacak bir topluluk
oluştu.
Bu gelişmeler üzerine, Hz. Osman’ı halifelikten indirmekte kararlı olan
ancak onun yerine geçirmek istedikleri şahıs hususunda ihtilaf ettikleri
anlaşılan asiler, Hz. Osman’ı savunmak için onun evinin etrafında toplanan
Medinelilerin dağılmasını sağlamak ve ani bir baskınla şehirde kontrolü
ellerine geçirmek için bir plan yaptılar. Bu plana göre, konakladıkları
yerlerden ayrılıp, üç ayrı grup halinde geldikleri şehirlere doğru yola çıktılar.
Bazı rivayetlerde ise onların önce Hz. Osman ile görüşüp Mısır valiliğine
Muhammed b. Ebû Bekir’i tayin ettirdikten sonra yola çıktıkları
bildirilmektedir. Onların yurtlarına dönmek üzere ayrıldıkları duyulunca Hz.
Osman’ın evini savunmak için toplananlar da evlerine gittiler.
İsyancılar, farklı istikametlere gittikleri halde, Şevval ayının son
günlerinde hep birlikte ansızın geri geldiler. Tekbir getirerek Medine’ye girip
Hz. Osman’ın evini kuşattılar. Dönüş yolunda Hz. Osman tarafından Mısır’ın
eski valisine yazılan ve yeni vali Muhammed b. Ebû Bekir ile bazı
liderlerinin ölümle cezalandırılmasını emreden bir mektup ele geçirdiklerini
söylediler ve ellerindeki mektubu gösterdiler. Hz. Osman böyle bir mektup
yazmadığını söyledi ve böyle bir mektuptan haberi olmadığını bildirdi. Onun
sözlerine aldırmayan asiler, evin etrafında ve stratejik noktalarda
mevzilendiler. Bu arada tarafsız kalan ve olaylara müdahele etmeyen
Medinelilere dokunmayacaklarını açıkladılar. Önceden hazırladıkları
senaryonun bir parçası olduğu anlaşılan bu mektubun, Hz. Osman’ın bilgisi
dışında kâtibi Mervan tarafından yazılıp, hilafet mührüyle mühürlendiğini
bildiren rivayetler de bulunmaktadır. Hz. Osman, evini kuşatan asilerin bu
tavrı karşısında, vilayetlere gizlice haber göndererek valilerinden yardım
istedi.
Diğer taraftan Medinelilerin çoğu, muhasaranın ilk günlerinden itibaren
evlerine kapanıp mecbur kalmayınca dışarı çıkmadı. Bunun sebebi, sadece
isyancıların tehditleri değil, daha ziyade halifenin öldürülebileceği ihtimalini
düşünememiş olmalarıydı. Kendilerine yapılan muameleler sebebiyle bazı
sahâbiler ve kabilelerinin Hz. Osman’a kırgınlıklarının da bunda etkisi
olduğu söylenir. Medinelilerin çoğunun evlerine çekildiği bu günlerde,
şehirde sayıları oldukça artmış olan köleler ve işsiz güçsüz bazı bedevîler
isyancılara katılmıştı. Asiler yirmi gün ile iki ay arasında devam ettiği
söylenen muhasaranın son on gününe kadar, Hz. Osman’ın Mescid-i
Nebevî’ye çıkıp imamlık yapmasına izin verdiler.
Hz. Osman, bu günlerde defalarca isyancılarla konuştu. Kendisine
yöneltilen eleştiri ve ithamlara cevaplar verdi ve çoğu meselelerde onları ikna
etmeyi başardı. Onlara asla öldürülmesini gerektirecek bir suç işlemediğini
söyledi. Hz. Peygamber’in kendisini cennetle müjdelediği durumları ve
Müslümanlara yardımlarını hatırlattı. Bu görüşmelerinden birinde, Hz.
Ali’nin tavsiyesine uyup asilerin şikâyet ettiği bazı uygulamalarının hatalı
olduğunu kabul etmiş, Kur’an ve Sünnet’e uyma hususunda daha dikkatli
davranacağına söz vererek sükûneti sağlamıştı. Ancak evine döndüğünde,
orada bulunan kâtibi Mervan b. Hakem, bunun yönetim için büyük bir taviz
olduğunu, isyancılara cesaret vereceğini, yönetime karşı daha cür’etkar
davranmalarına yol açacağını söyledi. Hz. Osman’dan dışarı çıkıp onlara
karşı sert bir konuşma yapmasını istedi. Bu sırada Hz. Osman’ın hanımı
Nâile’nin, Mervân’a karşı çıktığı ve Hz. Ali’nin tavsiyesiyle yapılan
konuşmanın doğru olduğunu ifade ettiği söylenir. Mervân, Hz. Osman’ı yeni
bir konuşma yapmaya ikna edemeyince, düşündüğü konuşmayı bizzat
yapmak için izin aldı. Ardından dışarı çıkan Mervân, isyancılara karşı onları
aşağılayan sert bir konuşma yapıp onları tehdit etti ve ortalığı yeniden
alevlendirdi.
İsyancılar muhasaranın son on gününde kuşatmayı şiddetlendirdiler. Hz.
Osman’ın evinden dışarı çıkmasına ve mescide gelmesine izin vermediler.
Ona halifeliği bırakmasını, aksi takdirde öldüreceklerini söylediler. Bundan
itibaren evine su gönderilmesini de yasakladılar. Mervân’ın konuşmasına
duyduğu öfke yüzünden bir kenara çekilen Hz. Ali ve Hz. Peygamber’in
hanımlarından Ümmü Habibe’nin su ulaştırma teşebbüslerini sert bir şekilde
engellediler. Bu sırada asilerin sadece kendisini öldürmek istediklerini
anlayan Hz. Osman ise, onların halifeliği bırakması için yaptıkları teklifi
kabul etmedi. Evinde ve kapısının önünde olup kendisini savunmak
isteyenleri de tehlikeye atmak istemedi. Onların kendisini savunmak için
silah kullanmalarına izin vermedi. Hatta kendisinden başkasının kanı
akıtılmasın diye, onlardan silah kullanmamaları için söz aldı. Bu konuşmalar
esnasında çevresinde 700 kişinin bulunduğu, halifenin izin vermesi
durumunda isyancılara üstünlük sağlayabilecekleri ihtimalinden de
bahsedilir. Hz. Peygamber’in hadisi dolayısıyla bir musibetten sonra şehit
edileceğini bilen (Tirmîzî, “Menâkıb”, 19) Hz. Osman’ın, rüyasında onun
kendisine yarın birlikte iftar edeceklerini söylemesinden de etkilenerek,
asilere boyun eğmeyi reddedip onuruyla ölmeyi göze aldığı belirtilir.
Hac mevsiminin sona ermesi dolayısıyla çok sayıda hacının Medine’ye
gelecek olması, asileri endişelendiriyordu. Diğer taraftan halifenin talimatı
üzerine eyaletlerden gönderilen askeri birliklerin yaklaştığını da duymuşlardı.
Bu yüzden işi bir an önce bitirmek istediler. Kuşatmanın son gününde, evin
kapısında genç sahâbilerle isyancılar arasında çatışmalar yaşandı ve
yaralananlar oldu. İsyancılar ayrıca evin kapısını da yaktılar. Akşam
saatlerinde bundan istifadeyle birkaç Mısırlı bitişikteki evden Hz. Osman’ın
evine girdi ve Kur’an okumakta olan Hz. Osman’ı öldürdü (18 Zilhicce 35/17
Haziran 656). Ona kalkan olmak isteyen hanımı Nâile’nin parmakları da
kesilmişti. Bunun ardından evi ve beytülmâli yağmalayan asiler, Hz.
Osman’ın defnedilmesini de engellediler. Bu yüzden onun cenazesi, hanımı
Nâile’nin gayretleriyle ancak akşam ile yatsı arasında çok az kişi tarafından
gizlice kaldırılabildi. Hatta cenazenin üç gün sonra kaldırılabildiği de
söylenmektedir. Korku sebebiyle defin işlemine Hz. Osman’ın iki hanımının
yanında 3-17 arasında erkek katılabildi. Öldürüldüğünde 82 yaşında olan Hz.
Osman, Cennetü’l-Baki‘ mezarlığı bitişiğindeki Haşşü Kevkeb denilen yere
defnedilmişti. Muâviye b. Ebû Süfyân, halifeliği zamanında onun kabrinin
bulunduğu yeri Cennetü’l-Baki’ içine aldırdı. Diğer yandan halifeye yardım
maksadıyla Suriye’den gönderilen yardım birliklerinin Vadiülkurâ’ya, Kûfe
ve Basra’dan gönderilenlerin ise Rebeze’ye geldiklerinde acı haberi duyup
geri döndükleri bildirilmektedir.
Hz. Osman’ın öldürülmesi Medine’de büyük bir mateme sebep oldu. Ashap
hiç ihtimal vermediği bu cinayete çok üzüldü. Hz. Osman’a yeterince sahip
çıkmamanın verdiği pişmanlık üzüntülerini daha da arttırdı. Onun ölümüne en
çok üzülenin, bu acı haber üzerine adeta şoka giren Hz. Ali olduğu
söylenmektedir. Hz. Osman’ın öldürülmesiyle birlikte, İslâm dünyası büyük bir
sıkıntıya maruz kaldı. Birlik ve beraberlik kayboldu ve Hz. Ali zamanında
Cemel ve Sıffîn gibi iki önemli iç savaş yaşandı.
Tarih kaynaklarında isyanın sebepleri olarak gösterilen ve burada özet
olarak aktarılan şikâyet konularının, bir isyanı haklı gösterebilecek sebepler
olmadığı açıktır. Hz. Osman, böyle bir isyanın sebebi sayılabilecek bir hata
işlememiştir. Şikâyetler arasında haklı olunan hususların varlığı inkâr
edilemez. Zaten Hz. Osman’ın da bazı icraatlarının hatalı olduğunu kabul
ettiği ve bunu isyancılara söylemekten çekinmediği, onların huzurunda tevbe
vi istiğfarda bulunduğu bilinmektedir. Bütün bunlara rağmen isyancıların onu
öldürmekten asla vazgeçmemeleri, tarihçileri, bu sebeplerin görünen zahiri
sebepler olduğunu düşünmeye ve isyanın gerçek sebeplerini aramaya
sevketmiştir. Bazı tarihçiler, Hz. Osman’a karşı gerçekleştirilen ve
müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliğe çok ağır bir darbe vuran bu
isyanı, daha ziyade, o yıllarda yaşanan siyâsî, iktisâdî ve sosyal değişikliklere
bağlamışlardır. Şöyle ki, Hz. Osman’ın halifeliğinin son yıllarında, İslâm
ülkesi o günkü şartlar itibariyle tabîi sınırlarına ulaşmış ve fetihler
duraklamıştı. Böyle olunca ganimet geliri azaldı. Bu durum en fazla, Mısır
(Fustât), Kûfe ve Basra gibi askerî garnizon olarak kurulan ve kısa sürede
büyüyen, çeşitli Arap kabilelerinin bir arada yaşadığı şehirleri etkiledi. Bu
vilayetlerde yaşayan muhârip sınıf, ganimet gelirleri sona erince, geçimini
vergi gelirlerinden ödenen maaşla sağlamak zorunda kaldı. Ayrıca asker
maaşlarının ödenmesinde sıkıntı başladı. Fetihler sayesinde kısa sürede
sağlanan zenginleşmenin kaçınılmaz sonucu olan ekonomik kriz, yönetimi
tasarrufa ve askeri maaşları indirmeye mecbur etti. Bu da gayri memnunların
sayısını artırdı (Levi Della Vida, “Osman”, İA, IX, 429).
Diğer yandan fetih ordularındaki askerlerin manevî değerlere bağlılığı
önemli ölçüde değişmişti. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer zamanındaki askerler
savaşa şehitlik veya gazilik için giderler ve Allah rızası için savaşırlardı.
Ancak Hz. Osman zamanında ordularda ekseriyeti, irtidat hadiselerine
karışmış bedevî kabilelere mensup, cephelere daha ziyade ganimet için koşan
askerler teşkil ediyordu. Fetihlerin durmasıyle en büyük gelir kaynaklarını ve
işlerini kaybeden bu bedevi araplar, bu defa eski ganimet gelirleri, elde edilen
araziler ve fey gibi konularda ileri geri konuşmaya başladılar, müslüman
halkın zihinlerini karıştırdılar.
Diğer yandan, valiler ve bazı sahâbilerin büyük servetler edinmesi,
onların kıskançlığını kamçıladı. Bunun neticesinde Câhiliyye dönemi
kabilecilik anlayışı yeniden ortaya çıktı. Nitekim büyük tarihçi ve sosyolog
İbn Haldun, “Bekir, Abdülkays, Rebia, Ezd, Kinde, Temim, Kudâa gibi
fetihlerde büyük rol oynayan kabilelerin Câhiliyye damarlarının kabardığını
ve yönetimin muhacirler, ensar ve diğer Hicaz halkının elinde olmasına karşı
bir hareket başlattıklarını söylemektedir (el-İber, II, 587).
Günümüz tarihçilerinden Abdülaziz Dûrî, “bu isyanın Hz. Osman’ın
miras olarak devralıp değiştiremediği gelişmelerin bir sonucu olduğunu ve
birinci derecede diğer kabilelerin Kureyş’e isyanını sembolize ettiğini” ileri
sürmüştür (İlk Dönem İslâm Tarihi, s. 104). Çünkü Kureyş’i hilâfeti tekeline
almakla suçlayan bu kabileler, vergi gelirinin büyük kısmının hâlâ Medine’ye
gönderilmesine karşı çıkıyorlar ve müslümanların ortak malı olan fey
gelirlerinin eyâletlerde dağıtılmasını istiyorlardı.