Tebük Gazvesi

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Tebük Gazvesi
« : 15 Ocak 2018, 11:09:21 »
Tebük, Medîne'nin kuzeyinde, Suriye ticaret yolu üzerinde, Medine’ye 700
km. uzaklıktadır. Kur’an’da Tebük Gazvesi’nin düzenlendiği zamana
“Sâatü’l-‘usre” (güçlük zamanı) denildiği için (Tevbe 9/117) orduya ceyşü’lusre”
güçlük ordusu”, gazveye Gazvetü’l-usre “güçlük gazvesi” adı
verilmiştir.

Tebük Gazvesi’nin sebebi, Bizanslılar’ın Medîne’ye saldırı için
savaş hazırlığı yaptığı, Suriye’deki hıristiyan Arap kabilelerinin de onlara
katıldığı haberinin alınmasıdır.

Bu haber yaz mevsiminin en sıcak günlerinde alınmıştı (Receb 9/Ekim
630). Ayrıca önemli bir kıtlığın yaşandığı bu günlerde hurmalar ve diğer
meyveler olgunlaşmak üzereydi. Hz. Peygamber, bu haber üzerine derhal
savaş hazırlığını başlattı. Daha önceki gazvelerinde kiminle savaşılacağını
son ana kadar gizler, hatta başka bir tarafa gitmek istediğini göstermeye
çalışırdı. Ancak bu defa şartların ağırlığı ve özellikle düşman ordusunun
büyüklüğü sebebiyle, kiminle savaşılacağını baştan itibaren açıkladı. Çünkü
askerlerin ona göre hazırlık yapmasını istiyordu.

Bu arada münâfıklar, bozgunculuk yapıyorlar, bu sıcakta sefere çıkılmaz
diyerek müslümanları seferden alıkoymaya çalışıyorlardı (Tevbe sûresi,
9/91). Onlardan bazıları, bu maksatla bir Yahûdî evini merkez edinmişlerdi.
Bu ev ateşe verilerek yakıldı. Birtakım bedevîler savaşa gitmemek için izin
istiyorlardı. Müslümanlardan bir kısmında da, sefere karşı bir isteksizlik
vardı. Bu yüzden nazil olan âyetlerle uyarıldılar:

“Ey iman edenler! Size ne oldu ki, ‘Allah yolunda seferber olunuz!’
denilince yerinize yığıldınız kaldınız? Yoksa Ahiret’ten vazgeçip dünya
hayatına razı mı oldunuz. Fakat o dünya hayatının saâdeti, Ahiret saâdetinin
yanında pek az bir şeydir. Eğer seferber olmazsanız, Allah size sızlatıcı bir
azap ile azabeder ve yerinize başka bir kavim getirir (ve emirlerini o kavme
infaz ettirir) de siz Peygamber'e hiçbir sûretle zarar veremezsiniz. Ve Allah
herşeye kadirdir. Eğer siz Peygamber'e yardım etmezseniz, ona Allah yardım
eder. Ve şimdiye kadar yardım etti de... (Tevbe 9/38-40).

Bu âyetlerin inmesinin ardından seferberlik hazırlığı hızlandı.
Peygamberimiz kıtlık ve asker fazlalığı dolayısıyla savaş hazırlıkları için
yardım kampanyası başlattı. Hz. Ebû Bekir bütün malını, Hz. Ömer ise
yarısını getirdi. Miktar olarak en büyük yardımı yapan Hz. Osman, bütün
levâzımâtıyla 3 yüz deve ve bin dinar bağışladı. Müslüman kadınlar da
mücevherlerini teslim ederek kampanyaya katıldılar.

Resûlullah, kısa sürede toplanan 30 bin kişilik ordusuyla yola çıktı.
Medîne'de vekil olarak bu defa Hz. Ali'yi bırakmıştı. Orduyla Vedâ tepesine
kadar gelen baş münâfık Abdullah b. Übey, adamlarıyla birlikte geri döndü.
Bazı münâfıklar, ganimet arzusuyla bu sefere katılmışlardı. Sefer esnâsında
yine fitne çıkarmaya çalıştılar. Bu sefer hakkında inen âyetlerde,
münâfıkların gerçek yüzleri bütün açıklığıyla ortaya konulmuştur.
İslâm ordusu, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Tebük'e ulaştı. Ancak
Bizans ve onu destekleyen Araplardan bir hareket görülmüyordu. Neticede
alınan haberin asılsız olduğu anlaşıldı. Peygamberimiz, 20 gün civarında
Tebük mevkiinde bekledi. Orada kaldığı bu süre içinde, Eyle, Cerbâ ve Ezruh
gibi merkezlerin yerel yöneticileriyle antlaşmalar yaptı. Bu idareciler, Tebük
seferinin hazırlıkları sırasında inmiş olan Tevbe suresindeki cizye ayeti (ayet
29) hükmünce, cizye vergisini ödemek şartıyla İslâm devletinin hakimiyetini
tanıdılar. Bu ayete göre Ehl-i kitap olanlar önce İslâm’a davet edilir, kabul
etmeyip kendi dinlerinde kalmak isterlerse, cizye ödemeleri şartıyla İslâm
devletinin egemenliğini kabul etmeleri teklif edilirdi. Bunu da kabul
etmedikleri takdirde onlarla savaşılırdı. Cizye ayeti ilk defa Tebük seferi
esnasında bu yerleşim merkezlerinde yaşayan Yahudi ve Hıristiyanlara
uygulandı.

Düşmanın harbetmek niyetinde olmadığı kesin olarak anlaşılınca,
Resûlullah, daha fazla beklemenin faydasız olacağı kanaatine vardı ve
ordusuna geriye dönüş emrini verdi. Sefer dönüşü Medîne'ye yaklaşıldığı
sırada, Peygamberimiz'i karşılayan bir grup münâfık, Kubâ köyünde yapmış
oldukları bir mescidde namaz kılmasını istediler. Bu sırada inen âyette, bu
yapının münâfıkların toplanması için yapılmış bir fitne yuvası olduğu haber
verildi (Tevbe, 9/107). Resûlullah, birkaç sahabi göndererek Kur'an dilinde
“Mescid-i Dırâr” diye isimlendirilen bu yapıyı yıktırdı.

Peygamberimiz, her sefer dönüşünde, mescidinde sefere katılmayanların
mazeretlerini dinlerdi. Tebük seferine katılmayan 80 kişi, Mescid-i Nebevî'ye
gelerek uydurdukları mazeretlerini açıkladılar. Peygamberimiz, onların
dilleriyle söylediklerini esas alarak, kalplerinde gizledikleri gerçeği Allah'a
havale etti. Bu arada Ensar'dan savaşa katılmayan üç kişi (Ka’b b. Mâlik,
Mürâre b. Rebî ve Hilal b. Ümeyye) doğruyu söylediler. Geçerli bir
mazeretleri olmadığı halde seferden geri kaldıklarını beyan ettiler.
Peygamberimiz, onları toplumdan tecrit etmekle cezalandırdı. Diğer
müslümanların onlarla konuşmasını yasakladı. Bu yasak üzerine, 50 gün
boyunca hiçbir müslüman onlarla konuşmadı. Allah'tan başka sığınacak kapı
olmadığını anlayan bu üç kişi, büyük bir pişmanlık içine girmişlerdi. Geniş
yeryüzü, artık kendilerine dar geliyordu. Nihâyet Cenab-ı Allah, indirdiği
âyetle, büyük bir imtihana tabi tuttuğu üç kulunu affettiğini bildirdi (Tevbe
9/118-119). Bu hâdise, İslâm toplumunda sosyal sorumlulukların
dağılımındaki hassasiyeti göstermesi açısından çok dikkat çekicidir.