"Günahsız geçen gün mü'minin bayramıdır"
Kıymetli kardeşlerim!
Beyaz elbiseniz ile çamurlu bir yoldan geçmeniz icap etse nasıl davranırdınız?
Burada beyaz elbiseden maksat ruhumuz/kalbimiz, çamurlar etrafımızdaki günahlar.
Dikkatli davranırız değil mi?
Takva: Hz. Allah'a inanıp O'nun emir ve yasaklarına riayet etmek, yani Allah'ü Teala'dan korkup haramlardan sakınmak demektir.
Vera: Takva ehli kişilerin şüpheli işlerden sakınmasıdır.
“Kardeşlerim!
Hepimiz yaptığımız ve yapmadığımız işlerden mesulüz. Allah’ü Zülcelal’in bizlere emrettiği ve nehyettiği amelleri; Rasulullah’ın(s.a.v) Sünneti seniyyesine tam bir bağlılıkla yerine getirmeliyiz. Bizleri yaratan, yaşatan ve nihayetinde her amelimizden hesaba çekecek olan Rabbimize karşı vazifelerimizi ihlasla eda etmeliyiz. Onun rızasını kazanmaya çalışmalı, gadabına uğramaya sebep olabilecek işlerden daima uzak durmalıyız. Kendimizi her an kontrol altında tutabilmemiz için takva ve verayı şahsiyetimizin bir parçası haline getirmeye gayret etmeliyiz.”
Dikenli yol (Kıssa)
“Ebu Hureyre (r.a) “takva”nın ne olduğunu soranlara:
“Siz hiç dikenli bir yoldan geçtiniz mi?” dedi.
Onlar da “Evet geçtik” dediler.
Bunun üzerine: “O halde oradan geçerken ne yaptınız?” diye sordu.
Onlar da:
“Dikenlerden sakındık” dediler.
İşte takva da, günah ve hatalardan kaçınmaktır, cevabını verdi.”
Hz. Allah’ın takva ile alakalı kavli şeriflerinde;
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ
"Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn (muslimûne)."
Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.
(Âl-i İmran Suresi’nin 102. Ayet-i Kerimesi) buyrulmuştur.
Bu ayeti Kerime’de Yüce Rabbimiz iman edenlere şöyle buyurmaktadır.
Allah’a karşı mesuliyetinizin idrakinde olup, O’nun emrettikleri şeyleri yerine getirip yasakladıkları şeylerden kaçınmak suretiyle Allah’a karşı gelmekten gücünüz nispetinde sakının, O’nu hatırınızdan çıkarmayın, verdiği nimetlerden dolayı daima O’na şükredin, nankörlük etmeyin, hayatınızı İslam’a uygun olarak düzenleyin ki nefsinizi yenip Müslüman olarak ölebilesiniz.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) vedâ hutbesinde şöyle buyurmuştur;
“Üstünlük ancak takvâda, Allah’tan korkmaktadır.
Allah yanında en kıymetli olanınız O’ndan en çok korkanınızdır.”
(El-Müsned-Ahmed bin Hanbel)
Şimdi kendimize bir sual soralım. Ne dersiniz?
Allah’tan korkmak ne demektir?
“ Allah’tan korkmak yalnızca cezalandırmaktan korkmak değil, aynı zamanda Allah’ın sevgisini ve
merhametini kaybetmekten de korkmaktır”
Allah (c.c.)’den olması icap ettiği gibi korkan, hakikaten takva sahibi olan kimseye mevlamız her türlü sıkıntısında,
derdinde yardımcı olur ve kolaylık ihsan eder.
Mâlik’in (r.a.) ve Esir Düşen oğlu Avf (Kıssa):
Eşcâ‘ kabîlesinden Mâlik (r.a.), Resûlullâh Efendimize (s.a.v.) geldi ve:
“Yâ Resûlallâh, oğlum Avf esîr alındı” dedi. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) ona:
“Oğluna haber gönder ve de ki: Resûlullah (s.a.v.) sana çokça ‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh’ okumanı emrediyor.” buyurdular.
Mâlik’in (r.a.) oğlunu yay kirişiyle bağlamışlardı. Yay kirişi koptu, o da kurtulup oradan ayrıldı. O kavme âit bir dişi deve gördü, ona bindi. Yolda kendisini esir eden kavmin merâsındaki hayvanların hepsini önüne katıp getirdi. Fazla geçmeden evlerinin kapısından anne ve babasına sesleniyordu.
Sesini işiten babası:
“Ka‘be’nin Rabbine yemin ederim ki bu Avf’dır” dedi.
Annesi de: “Vay, bu Avf’dır, yaydan kurtulup da nasıl geldi” dedi.
İkisi de yanlarında hizmetçiyle birlikte kapıya koştular.
Çıktıklarında evin avlusunun develerle dolduğunu gördüler.
Avf babasına başından geçenleri ve develeri nasıl getirdiğini anlattı.
Babası: “Burada durunuz, ben Resûlullah’ın (s.a.v.) huzûruna varıp, hâli arzedeyim ve develer hakkında hükmünü sorayım.
Resûlullâh Efendimizin (s.a.v.) huzûruna geldi, Avf’ı ve develeri bildirdi.
Resûlullah (s.a.v.) ona:
“Sen malında nasıl tasarrufta bulunuyorsan bu develerde de istediğini yapabilirsin.” buyurdular.
Bunun üzerine Talâk sûresinin, 2. ve 3. âyetleri nâzil oldu.
Talak 2 : فَإِذَا بَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَأَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ أَوْ فَارِقُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَأَشْهِدُوا ذَوَيْ عَدْلٍ مِّنكُمْ وَأَقِيمُوا الشَّهَادَةَ لِلَّهِ ذَلِكُمْ يُوعَظُ بِهِ مَن كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَمَن يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَل لَّهُ مَخْرَجًا
Talak 3 : وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا .”
2. Feiza belağne ecelehunne feemsikuhunne bima’rufin ev farikuhunne bima’rufin ve eşhidu zevey ‘adlin minkum ve ekıymuşşehadete lillahi zalikum yu’azu bihi men kane yu’minu billahi velyevmil’ahıri ve men yettekıllahe yec’al lehu mahrecen.”
3. “Ve yerzukhu min haysu la yahtesibu ve men yetevekkel ‘alellahi fehuve hasbuhu innAllahe baliğu emrihi kad ce’alAllahu likulli şey’in kadren.”
“…Her kim de Allâh (ın gadabın)dan korkar (isyandan sakınır, öğütlerini tutar) sa; ona bir çıkış yolu,
çâre gösterir ve onu hatır ve hayâle gelmez yerden rızıklandırır.
Ve her kim Allâh’a tevekkül ederse o, ona yetişir…” (Tefsîr-i İbn-i Kesîr)
Efendi Hazretleri (K.S.) rastgele her yerde et yemezlerdi.
Bir gün Arap Camii’nden beraberce çıktık.
Bana biraz rahatsız olduğunu söylediler, ben de “Hayrola Efendim, rahatsızlığınız nedir?” diye sual ettim.
Bana, “Akşam bir yere misafirliğe gitmiştik, sofraya et çıkardılar ve birazcık yemek mecburiyetinde kaldım.
İşte o beni rahatsız etti.” buyurdular.
Evlatlarının gelişi güzel her önüne rastladığı lokantaya girip yemelerini hoş görmezler,
yeme ve içmelerine helal haram ölçülerine azami dikkat göstermelerini isterlerdi.
Gıda maddelerinin İslâm esaslarına uygun hazırlanıp hazırlanmadığını araştırmalarını,
uygun olmayanları yemedikleri gibi şüpheli olanlardan da mutlaka kaçınmalarını arzu ederlerdi.
Atiyye Es-Sadi RadiyAllahü Anha anlatıyor:
Rasülüllah Efendimiz buyurdular ki:
“Kişi mahzurlu olan şeyden korkarak mahzursuz olanı terk etmedikçe gerçek takvaya ulaşamaz.
(Tirmizi Kıyamet 20 [2453], Kütüb-ü Sitte tercümesi C.6, Sh. 501)
Kıymetli kardeşlerim!
O zamanlarda bile Hazretimizin dikkat edilmesi için işaret buyurduğu yeme içme meselesinin zamanımızda ne kadar
ehem hale geldiğini Büyüğümüzün dışarıdan tavuk, et, sucuk, çiğ köfte yenmemesi yönündeki tembihatlarından anlayabiliyoruz.
"Huzurlu bir aile hayatı istiyorsan, Kevser havuzunun başında benimle olmak istersen
bir de benim şefaatimi istersen şu beş şeye dikkat ediver evladım.
1. Haram lokma yeme,
2. Günlük vazifene, haftalık hatimlerine dikkat et,
3. Namazlarını yalnız da olsan cemaatle kıl,
4. Daima hizmetin içinde ol,
5. Bizi de ziyareti ihmal etme. "
(Hazreti Üstazımız)
Kaybolan Koyun (Kıssa)
Rivayet edildiği üzere, İmam-ı Azam Hazretleri’nin zamanında ahaliden birinin koyunu kaybolmuştu.
Koyun arandı ve bulunamadı.
Bu kaybolan koyunun etinin kendi yediği etlere karışabilmesi endişesiyle yedi sene ki
-bir koyunun ömrü yedi senedir- ağzına koyun eti koymamıştır.
Kardeşlerim!
İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin (r.aleyh) bu hassasiyetinde, İslam ahlakıyla ahlâklanmak isteyen bir mü'min için hangi dersler vardır?
Fatih Sultan Mehmed Hazretlerinin Askeri Üzümle imtihanı (Kıssa):
Fatih Sultan Mehmed Hazretleri, ordusu ile beraber Edirne’den büyük bir ihtişam ile İstanbul’a doğru harekete geçti.
Ordu Çatalca yakınlarına geldiği sırada Sultan’ın karşısına bir Pir-i Fâni çıkarak genç Padişaha hitaben:
“Ey Mehmed nereye?” diye sual edince.
Padişah:“İstanbul’u fethe gidiyorum” cevabını verdi.
Bu defa yaşlı adam: Onu fethedecek asker Ehl-i Kur’an olması gerek.” dedi.
Padişah’ın:“Hepsi Kur’an bilirler.” demesi üzerine;
Yaşlı adam: “Öyleyse imtihan gerek” diye cevap verdi. Büyük komutan, üzüm bağları arasında ordugâh kurup askerleri bir hafta orada bekletti. Haftanın sonunda orduya hareket emri verildi.
Sefer sırasında orduya:
“Padişah hasta, yanında üzüm olan varsa getirsin, deva olur, şifa bulur.” diye ilan edildiğinde hiçbirinin üzerinde üzüm olmadığı anlaşıldı.
Bu durum sonrasında Yaşlı adam; “Ey Mehmed, sana fetih kolaydır.” diyerek fethi müjdelemiştir.
Fatih’in askerlerinin gösterdiği takva ile ‘”Biliniz ki Allah muttakilerle beraberdir” Ayeti Kerime’si arasında bir iliş ki yok mu?
Tekâmül talebeleri Melek mi? (Kıssa)
Çamlıca da Konyalı Hacı Mustafa Beyin evinde devam eden Tekâmül talebelerinin halini kontrol eden mal sahibi,
bir gün hayretini gizleyemeyerek Hazrete şöyle söylemişti:
Efendi, bunlar melek mi? Semadan mı indiler, nedir? “
Hayrola ne demek istiyorsun” deyince:
“Mevsim icabı ağaçlarda bulunan meyveleri işaretlemiştim.
Ne daldakine ne yerdekine bir tek el uzanmadı. Allah aşkına bu işin sırrı nedir?
Ben başka bahçeleri görüyorum mahalle çocukları, fındık kadar olmadan hepsini yerle bir ediyorlar. Buradaki sır nedir?
Bu acayip iş karşısında şaşkın gibiyim” diye hayretler izhar etmiştir.
“Edepli olmayanın güvenilir ilmi olmaz, sabrı olmayanın güvenilir dini olmaz, takvası olmayanın iffeti olmaz.”
(Hasan Basrî (r.a) Hazretleri)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Dünyada felaketlerden, ahirette azaptan kurtulmak için iki şey gerekir.
Emirlere sarılmak ve yasaklardan sakınmak! Bu ikisinden en büyüğü, daha lüzumlusu, ikincisidir ki, buna Vera ve Takva denir.
İnsanların meleklerden daha üstün olabilmesi, vera sayesindedir.
Vera ve takva üzere olmak, her şeyden daha lüzumludur. (m. 76)
İran hükümdarı Enişurvan'a Nar veren çocuk:
İran hükümdarı Enişurvan bir gün avdan dönmüştü, bir bahçeye uğradı, orda bulunan bir çocuğa; bana nar ver, dedi.
Çocuk ona nar verdi. Ondan sıkarak bol su çıkarttı, öyle ki Enişurvan’ın susuzluğunu giderdi.
Bundan dolayı Enişurvan teaccüb etti. Bahçeyi çocuktan alıp kendi mülküne katma düşüncesini içinde gizledi.
Çocuktan tekrar bir nar istedi. Narı sıkınca bu defa suyu az çıktı.
Çocuğa bunun sırrını sordu.
Çocuk: Herhalde hükümdar bir zulüm yapmayı kasdetti. Enişurvan kalbinden pişman olup tevbe etti.
Tekrar bir nar daha istedi. Bu defasında, ilk nardan daha fazla suyu çıkınca,
çocuk dedi: Herhalde hükümdar tevbe etti.
Enişurvan meseleyi anladı ve zulüm işlemekten tamamıyla tevbe etti.
İsmi ebedi olarak –adil hükümdar- diye kaldı.
Öyleki Resulullah s.a.v onunla övünmüştür:
“Adaletli melik zamanında dünyaya geldim.” (Ruhul Beyan 1/7)
İmamı A’zam Hazretleri'nin(r.aleyh) Takvası:
Hikaye edildi ki:
İmamı A’zam (r.aleyh) alcaklı olduğu kişinin kapısındaki ağacın gölgesinde oturmaz ve şu hadisi şerifi rivayet ederdi:
“Menfaate götüren hertürlü borç, faizdir.” (Ruhul Beyan 1/21)
Beyazıd-ı Bestami'nin (k.s) Elbise Kurutması (Kıssa)
Beyazıd-ı Bestami (k.s), sahrada bir arkadaşıyla seyahat ederken elbisesini yıkamıştı, arkadaşı ona şöyle dedi:
- Elbiseyi üzüm bağının duvarına asalım, kurusun.
- Beyazıd (k.s.) : İnsanların duvarına kendi elbisemizi koyamayız, dedi.
- Ağaca asalım.
- Dallarını kırar.
- Yere serelim.
- Orada hayvanların yiyeceği var, örtemeyiz.
Elbiseyi sırtına yasladı, bir tarafı kuruyunca, diğer tarafını çevirdi ve o tarafı da kuruttu.
(Ruhul Beyan 1/21)
Sadaka ve Emanet (Kıssa):
“Muhakkah Âdem ile ahitleşmiştik, onun için azim/sebat bulmadık” (Taha: 115) Ayetin tefsirinde şöyle bir kıssa var:
Şeyhin birinin bir talebesi vardı, kendisinin çok emin olduğunu iddia ederdi.
Halbuki şeyhi onun böyle olmadığını biliyordu.
Mürid şeyhine emin olduğunu göstermeye çalışır ve bunu iddia eder, kendisine ilahi sırların açılmasını isterdi.
Şeyh efendi bir gün talebelerinden birini yanına aldı, onu odasında gizledi, bir koç alıp onu boğazladı,
kesilen hayvanı bir çuvala koydu. O sıra emniyetli olduğunu iddia eden talebesi içeri girdi ve şeyhin eli kanlanmış halini gördü,
önünde bir çuval var, şeyhin elinde bıçak.
Ey Efendim, halin nedir? Diye şeyhine sordu.
- Filan talebe beni öfkelendirdi, ben de onu öldürdüm. (Yalancı olmaması için şeyh bundan, talebenin hevasını yok ettiğini kasdetti.)
Mürid zannettiki öldürülen talebe çuvalın içindedir.
Şeyh: Bu bir emanettir, bana yardım et bunu gömelim, sırrımı kimseye söyleme, dedi.
Birlikte evin bahçesine çuvalı gömdüler.
Şeyh efendi bununla şu talebesini imtihan etmeyi kasdetmişti.
Çuvala konduğu iddia edilen çocuğun babası ziyerete gelip görüşmek istemiş.
Şeyh efendi, o benim yanımdadır, diyerek babasını geri çevirdi.
Emin olduğunu idia eden talebe, bu durumu kabullenemeyip çocuğun babasına giderek oğlunun öldürülmüş olduğunu
ve gömüldüğünü haber verdi. Babası olayı sultana haber verdi.
Sultan bu hususta durakladı, zira şeyh efendinin kıymetini yüceliğini biliyordu. Ona kadı ve fukahayı gönderdi.
O sıra emin olduğunu iddia eden talebe şeyhi hakkında ileri geri konuşmaya başladı.
Şahitler de hazır olunca çuvalı bulup çıkarttılar, içinde kesilmiş koçu gördüler.
Kesildiği iddia edilen talebe de ortaya çıktı.
İhbar eden ve emin olduğunu iddia eden talebe rezil olup pişman oldu ama ona faydası olmadı.
(Ruhul Beyan)
Veli'nin Sözü:
Nasıruddin Tusi, ziyaret için Allah dostlarından birinin yanına girdi, o zata şöyle denildi:
Bu (ziyarete gelen) alemin en bilgini olan Nasıruddin Tusi’dir.
Allah dostu dedi ki: Bu zatın kemalatı nedir?
Denildi ki: Gök ilmi hakkında bunun dengi yoktur.
Veli olan zat: Beyaz eşek ondan daha bilgilidir.
Tusi öfkeyle dönüp ordan kalktı. O gece yolunda uğradığı bir değirmenin kapısına geldi.
Değirmenci şöyle dedi: Eve gir, zira bu gece büyük bir yağmur gelecek, öyleki ksapısını kapamayanı sel alıp götürecek.
Tusi, bunun açıklamasın değirmenciye sorar.
Değirmenci: Benim beyaz eşeğim var, kuyruğunu üç defa gök tarafına doğru sallarsa, yağmur yağmaz.
Şayet yer tarafına doğru sallarsa, yağmur yağar.
(O gece şiddetli yağmur yağdı.)
Tusi bu açıklamayı işitince, kendi acizliğini itiraf etti ve ziyaret ettiği velinin doğruluğunu tasdik etti, öfkesi yok oldu.
(Ruhul Beyan 1/150)
Basra’da “Misk” (misk kokulu) diye bilinen bir adam vardı. Çünkü kendisinden misk kokusu yayılırdı.
Bunun sebebi soruldu. Buyurdular:
-“Ben yüzü çok güzel (ve çok yakışıklı) bir kişiydim. Büyük bir hayaya sahiptim. (Çok utanırdım.) Babama:
-“Onu çarşıda (dükkan)da oturt! İnsanların arasına girip çıksın, utanması geçsin ve açılsın!” dediler.
Babam, beni manifatura (kumaş ve elbise satan) dükkanda oturttu.
Yaşlı bir kadın geldi. Bazı eşya istedi. Ben de kendisinin istediği eşyayı çıkarttım. Kadın bana:
-“Bu eşyaların ücretini almak için, benimle eve gel!” dedi. Onunla gittim.
Beni büyük bir köşke soktu. Köşkün ihtişamlı kubbeleri vardı.
İçeriye girdiğimde, yaldızlı örtülerle örtülmüş yataklar üzerinde oturan câriye (genç bir kadın) vardı.
O genç kadın, beni tutup göğsüne doğru çekti. Ben;
-“Allah! Allah!” dedim. Genç kadın:
-“Bunda bir beis yok!” dedi. Ben ona;
-“Ben amel oldum! Şu an çok sıkıştım, tuvalete gitmem lazım!” dedim.
Tuvalete gittim.
Dışkımı yaptım. Dışkımı yüzüme ve bedenime (üstüme ve başıma) sürdüm.
Tuvaletten dışarıya çıktığımda benim için;
-“0 delidir!” dediler.
Ben de böylece o kadından kurtuldum (namusumu kurtardım). 0 gece (rüyâm’da) bir adam gördüm. Adam bana:
-“Hazret-i Yâkûb’un oğlu Yusuf Aleyhisselâm, nerede? Sen nerede?” diye sordu. Sonra bana sordu:
-“Beni tanıyor musun?” Ben;
-“Hayır!” dedim. 0:
-“Ben Cebrail’im!” dedi. Sonra elleriyle yüzümü ve bedenimi meshetti. Başımı okşadı ve sırtımı sıvazladı.
İşteo andan itibaren benden Cebrail Aieyhisselâm’ın misk kokusu yayılmaya başladı.
Bu Cebrail Aleyhisselâm’ın kokusudur…”
Bu yüce mertebe takvanın bereketidir.
Askerlerin kandilleri ışıgıyla ibadet yapmak (Kıssa)
Bişr-i hafi'nin (k.s.) kızkardeşi, damda oturmuş ibadetini yapıyordu. O sırada ellerinde kandillerle askerler geçermiş.
Kızkardeşi o zamanın büyük alimi Ahmed bin Hanbelin yanına gider ve "size bir soru soracam?" der.
oda:"sor" der.
"Ey imam ben damda ibadet yaparken, o sırada geçen askerlerin ışığından yararlanıyorum.
İstemeden bu yüzden haram işlemiş oluyor muyum?"
Şaşkına dönen imam, hıçkıra hıçkıra ağlayarak "ne kadar takva sahibi insanlar varmış" diye içinden geçirmiş.