Türkiye’ye kapanırsanız içiniz daralıyor; gelinen noktayı görmekte zorlanıyorsunuz.
Bu hengâmede binlerce yıldır bu ülkede konuşulan diller,
bin yıldır yan yana yaşamış halklar bile bölünme gerekçesi sanılabiliyor.
Herkes birbirine öcü masalları anlatıp, birbirini korkutuyor. Oysa sınırı geçtiğinizde bambaşka bir gerçekle karşılaşıyorsunuz. Başta Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar olmak üzere tüm dünya Türkiye’yi ve Türkleri keşfediyor. Hangi şehre gitseniz mutlaka birkaç Türk’le karşılaşıyorsunuz. Sadece havaalanlarında değil, o ülkenin hemen her yerinde Türkler mantar gibi çoğalıyorlar. Bırakınız BDP Güneydoğu’da oluşturacakları ‘komünler’den bahsetsin, diğer tarafta Umman, Kore, Yemen gibi ülkelerde bile artık ‘Türk komünleri’ ortaya çıkıyor. Havaalanları, yollar, binalar, kısacası o ülkelerin en prestijli yapılarının Türkler tarafından inşa edildiğini görüyorsunuz. Marketler Türk mallarıyla dolu. ‘Türk malı’ deyince eskiden olduğu gibi incirle kuru üzümü kastetmiyoruz. İhraç ürünlerinin ezici bir çoğunluğu sanayi ürünlerinden oluşuyor.
Türkiye kriz ortamında bile ihracatta 100 milyar doların üzerine çıkmayı başardı.
İrlanda, Yunanistan gibi AB’nin kanatlarına girmeyi başarmış ülkelerin ekonomileri bile birer birer çökerken Türkiye uçuşa geçiyor.
Bunların hepsi çok güzel. Fakat asıl sevindirici olan sanayi ihracatı ya da turizm gelirlerindeki artış değil. Türkiye son yıllarda kültür ürünlerini de ihraç etmeyi başarıyor. Kültür ihracatı bir ülkenin gelişmişlik düzeyinin en önemli göstergesidir ve bu anlamda sanayi malı ihracatı ile kıyaslanamayacak bir başarıya işaret eder. Çünkü kültür ihracatında yaşam biçiminizi sizden farklı insanlara satarsınız. Sonucunda hem alıcının parasını alırsınız, hem de eski yaşam biçimini etkilemeye başlarsınız. İşte yükselen Türkiye’nin asıl başarısı burada.
Kültür ihracatının en önemli göstergesi ise Türk dizileri. Önce Azerbaycan ve Arap ülkeleriyle başladı. 2010 itibariyle 50’den fazla ülkeye dizi ihraç ediliyor. Ortadoğu, Kuzey Afrika, Orta Asya ve Balkanlarda aileler Binbir Gece, Asmalı Konak, Gümüş ve Kurtlar Vadisi gibi Türk dizileri için her akşam kumanda kavgası veriyorlar. Bazı ülkelerde aynı akşam birkaç Türk dizisi birden oynuyor. Üstelik bu ihracattan Türkiye her yıl 50 milyon liraya yakın para kazanıyor ve kazanç her geçen gün büyüyor. Program ihraç edilen ülkelerin sayısı da artıyor. Son olarak Latin Amerika ve İtalya Türk dizi ve programlarını keşfetti.
Dizi deyip geçmeyin. Türk dizilerinden sonra Suudi Arabistanlı kadınlar kocalarından daha çok saygı ve sevgi bekler oldular. Suriye’de yayılan diziler Türk mallarına ilgiyi arttırdı. Türk dizilerinin izlendiği ülkelere Türk şirketleri daha kolay girebiliyor. Ve elbette dizilerinin hayranları mutlaka Türkiye’yi ve İstanbul’u görmek istiyor. Böylece uzun yıllar Avrupa’nın fakir sınıflarına ‘her şey dâhil’ servis vermek zorunda kalan Türk turizmi harcama düzeyi yüksek, farklı bir turist profiline sahip oldu. Gelenler Türkiye’ye sadece para bırakmıyor, aynı zamanda İstanbul’u içer gibi yaşayıp ülkelerine dönüyorlar. Bırakınız bedava tanıtımı, ülke tanıtımının üzerine bir de para almış oluyorsunuz.
Anlayacağınız dünya tersine dönüyor, Amerika’nın kültür emperyalizmi yerini Ihlamurlar Altında’ya, Asi’ye veya Çocuklar Duymasın’a bırakıyor. Dikkat ederseniz bu diziler bir siyasi görüşü değil, tüm Türkiye’yi temsil ediyor. Başka bir deyişle Türkiye ekseni kayık ve dengesiz bir şekilde büyümüyor. Büyümede Cumhurbaşkanı Gül’ün, Başbakan Erdoğan’ın ve ekibinin büyük payı var elbette. Ancak ortada sadece bir ekiple veya sadece bir siyasi hareketle açıklanamayacak bir büyüme var. Osmanlı’dan bu yana omzumuzu çürüten koca kaya harekete geçti. II. Abdülhamid’den Atatürk’e, Menderes’ten Özal’a, Özal’dan Erdoğan’a herkesin emeği var bu büyümede. Ve şimdi koca Türkiye kayası harekete geçti ve aldığı ivme ile kendisini durdurmak isteyenlere acımıyor. Bundan sonra Türkiye’yi durdurmak kolay değil. Türkiye etrafına taşmaya devam edecek…
Sadece Türk malları değil, Türk medeniyeti ve Türkçe de önce yakın bölgesinde, ardından diğer halklarda etki sahasını arttırıyor, görünen o ki arttırmaya önümüzdeki yıllarda da devam edecek. Birkaç yıldır Mısır’dan Azerbaycan’a, Kuveyt’ten Pakistan’a kadar çok farklı ülkeleri bizzat yerinde gözlemleme fırsatını buldum. Gördüğüm şu ki bazı ülkelerden boşalan kültürel, sosyal ve siyasal mevzileri Türkiye dolduruyor. Üstelik bunu tehditle, hileyle veya o ülkelere zarar vererek yapmıyor. Türk işadamları da, kültür adamları da “onlar için iyi olan neyse, bizim için de iyidir” mantığıyla boşalan alanlarda ilerliyorlar. Ürdünlü bir gazetecinin deyişiyle “onlar dost kazanmak için çok para harcıyorlar, Türkiye ise dost kazanmak için çok para kazanıyor”.
Sözün özü, iki dillilik veya özerklik tartışmaları moralinizi bozmasın. Bunlar büyüyen Türkiye’nin gecikmiş tartışmaları. Siz bırakınız iki dilliği, Türkçe’yi bayraklaştırmış, ama aynı zamanda 200 dilli bir devlete kendinizi hazırlayın.
Sedat LAÇİNER - STAR