Bin kere mi yazdım, yüz bin kere mi söyledim? Bilmiyorum… Ama bir daha ifâde etmeye mecburum ki, Türkiye’nin hisar duvarlarını andıran aşılması güç bütün problemleri Ankara’nın bağrından fışkırıyor. Kuruluş yıllarında yeni Türkiye’yi şekillendiren zihniyetin inançları dahil, milletin bütün değerlerini geri ve tehlikeli addederek reddetmesinin tabiî neticeleri ile boğuşuyoruz. Seksen küsur yıldır iflah olmayışımızın sebebi bu. Çektiğimiz acılar, yaşadığımız ızdıraplar hep aynı sebepten…
Türkiye’nin en hayatî problemleri sıralamasında ekseriyetin ilk sıraya oturtacağı Kürt problemi de aynı zihniyet, aynı icraat ve aynı yılların eseridir. Memleketin birliğini inanç, an’ane ve târih zemininden tard ile düpedüz kafatasçılık olan bir Türkçülüğe irca eden Ankara, Kürtler’in ikinci büyük kitle olarak bu çapta direneceklerini belli ki hesaba katmamıştı. Netice ortada, yok saymakla hiçbir şey yokluğa inkılâb etmiyor; Kürtler de yok olmadılar.
Hazîn olanı, “mağlubun gâlibine duyduğu hayranlıkla onu taklid etmesi”nin Kürt hareketlerinde aynıyla vâki olmasıdır. Kürtler’in haklarını müdafaa etmek için yola çıkanların önündeki taklide şâyân örnek Ankara Türkçülüğüdür. Bütün yaptıkları Kürtlük adına Kürtler için Ankara’yı bütünüyle taklid etmektir. Ankara’dan tek farkları, Kemalizm ve Batı Kapitalizmi yerine Marksizme dayanmaları. Bu ideolojik tercihin târihî sebeplerinin mâkul olması neticeyi değiştirmiyor.
PKK’nın Marksist düşünceden hareket etmiş olması bir yerde Kürtçülükte boğulmasını kaçınılmaz kılmıştır. Bütün dinleri halkları uyuşturan bir afyon olarak öcü uçurumuna yuvarlayan Marksist düşünce mensublarının din ve târihe sığınma imkânları yoktu, ister istemez abes bir ırkçılığa mahkûm oldular. Halbuki Kürt halkı hem Marksist değildi, hem de ırkçı… Gönül rızası ile kazanamadıkları Kürt desteğini silâh ve korku ile kazanmaya çalışmaları kaçınılmazdı; öyle de yaptılar…
Ne var ki, değişen dünya şartları ve akıp giden uzun yıllarda Ankara’nın meseleyi sadece bir terör meselesi gibi değerlendirip asker marifeti ile bölgeyi cehenneme çevirmesi, Kürtler’in bilhassa genç nesillerini gönüllü PKK alaylarına çevirdi. Ankara’nın AK Parti ile birlikte değişen yeni yüzü eski ezberleri bozunca vaziyet bir daha şekil değiştirdi.
Yeni şeklin hendesesini ilk farkedenlerin başında da şüphesiz Abdullah Öcalan geliyor, şu sözler hükmün açık delili:
“Biz Gülen hareketini önemsiyoruz. Birçok ortak paydada buluşabiliriz. Kürt sorununun çözümünde onların katkısı çok önemli. Onlardan destek bekliyoruz. Kürt hareketinin Türkiyelileşmesi için de bu buluşma önemli…”
Kürt hareketini “Türkiyelileştirme”den yol alamayacağını anlayan Öcalan’ın el attığı ilk manivela Gülen hareketi. Bu tercihin iki sebebi var: Birincisi, Gülen ve câmiasının ilk feyiz ve referans kaynağı olan Bediüzzaman ve Risale-i Nur külliyatının Kürt halkı içinde sahib olduğu kuvvetli destek. Diğeri, Kürt halkının samimî dindarlığı…
Öcalan temas arayışında samimi ise Türkler de Kürtler de kazançlı çıkarlar, bir bütün olarak Türkiye de şüphesiz. Ahmet Türk gibi Gülen’i misyoner kisvesi biçenlerin varlığı tedirgin edici olmakla birlikte, neticeyi akim bırakacak güçleri yoktur. Türk ya Marksizmin elifbasını sayıklıyor ya da bilmediğimiz başka sebepleri var. Yoksa Müslüman bir Kürt’ün dinî hayatın inkişafından tedirginlik duyması, hele hele Müslümanlar’ın faaliyetlerini misyonerlik olarak değerlendirilmesini anlamak mümkün değildir.
Şurası muhakkak ki, Türk ve Kürt halklarının menfaatleri bin yıllık birlikteliklerini devam yönünde irâde ortaya koymalarındadır. Aksine çalışmak her iki halka da acı ve ızdırabın yanısıra -Allah muhafaza- daha ağır mezelletlerin de kapısını aralayabilir. Irak’ı kurtarmak maskesi altında ülkeyi işgal eden Amerika’nın zulmünün dehşetini akıl tasavvur etse yerini deliliğe terkeder. Bölünmek ve küçülmek düşmanların çanağına erzak taşımaktır, eblehliğin gereği yok. Türkiye Kürt meselesini erken çözmekle irtifa kazanacaktır, aksi sadece zaman kaybı değil, milletin saâdetini de hebâ etmektir.
Hüseyin YILMAZ-Bugün