BİZ İSLAMİYETİ NASIL KABUL ETTİK?

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı gokcehan

  • GOKCEHAN
  • *
  • Join Date: Nis 2009
  • Yer: kırıkhan/HATAY
  • 7
  • +2/-0
  • Cinsiyet: Bay
BİZ İSLAMİYETİ NASIL KABUL ETTİK?
« : 26 Nisan 2009, 18:00:15 »
Türklerin Islâmiyete Girişi

Peygamberimizin İslâmı tebliğiyle birlikte, dünyanın ücra bir köşesinde yaşayan küçük bir kavim, yeni ve büyük bir millet hâline geldi. Meçhul, basit bir hayat süren ve hattâ aşağılanarak yaşayan insanlar, bu dinle birlikte birdenbire, tarihin mümtaz kahraman, fatih ve dâhîleri oldular. Halife Hazret-i Ömer, emrindeki bir avuç Müslüman gâzisiyle 641'de Suriye ve Mısır'ı fethederek, koca Doğu Roma'nın kanatlarını kırdı. 642'de Büyük Sâsânî İmparatorluğunu yıkarak Ceyhun kenarına ulaştı ve Türklerle temasa geçti. Ancak bu devrede İslâmın merkezinde Hazret-i Ömer ve yerine geçen Hazret-i Osman'ın şehit edilmeleri ve sonraki yıllarda başlayan iç mücadeleler, 8. yüzyıl başlarına kadar Türklerle Müslümanların münasebetlerini bir sınır komşuluğundan ileri götürmedi. Bazı kaynaklarda, Hazret-i Muâviye döneminde Ubeydullah bin Ziyâd'ın, Müslüman olan Türkleri Kûfe'ye yerleştirdiği belirtilmektedir. Daha sonra Emevîler tarafından, İslâm İmparatorluğunun bütün doğu bölgelerini içine alan Irak genel valiliğine Haccâc'ın getirilmesi ve bunun da Horasan'a, devrin sayılı kumandanlarından Kuteybe bin Müslim'i tayin etmesi (705), savaşları birdenbire alevlendirdi. Müslümanlar, kısa zamanda Mâverâünnehir'e hakim olduktan sonra Talas'a kadar akınlarda bulundular. Ancak, Türgeş Kağanı Şulu Han idaresindeki Türkler, 720 yılından itibaren cephelerdeki hakimiyeti ele alarak Emevî ordularını bozguna uğrattı. Böylece Emevîler döneminde Türkler karşısında başlangıçta başarıyla sürdürülen mücadeleler, sonuçta başarısızlıkla son buldu. Ancak bu mücadeleler, Türklerin İslâmiyeti yakından tanımalarına ve tetkik etmelerine zemin hazırladı. Kısa bir süre sonra da, Türklerin İslâmın bayraktarı olarak dünya sahnesine çıkmasına vesile oldu.

Türklerin hiçbir baskı veya zorla karşılaşmaksızın İslâmı kabul etmeleri, üç ana sebebe dayanmaktadır. Birincisi, Türklerin inanç ve yaşayışlarının İslâma çok yakın olmasıdır. Tek bir yaratıcıya îman, âhirete ve ruhun ölmezliğine inanma ve yaratıcıya kurban sunma gibi temel inanışlar İslâmda da vardı. Zinâ, hırsızlık, gasp, adam öldürme, yalancılık ve koğuculuk gibi kötü huylar, İslâm dininde de şiddetle men ediliyordu. Nihayet, İslâmiyetteki cihad emri, Türkün alplik ve fetih görüşüne uygun düşüyordu. Bu gibi sebeplerle öncelikle Mâverâünnehir (Türkistan) bölgesinde yaşayan Göktürkler arasında İslâmiyet yayılmaya başladı. Türklerin İslâmiyeti kabullerinin ikinci safhası da bu sırada gerçekleşmeye başladı. Daha kuzeyde ve batıda yer alan Müslüman olmayan Türkler, özellikle Türkistan'la ticarî faaliyetleri sırasında, kendi dillerini konuşan ırkdaşlarının dînine daha çabuk ve kolaylıkla girdiler.

Türkistan Türkleri arasında İslâmiyetin bu ilk yayılışıyla diğer Türklerin başka yabancı dinlere girişi hemen hemen aynı devreye rastlar.

Doğuda Uygurlar Mani, kuzeyde Hazarlar Mûsevî ve batıda Tuna Bulgarları Hristiyanlık dînine girerlerken Mâverâünnehir'deki Türkler arasında da İslâm, 8. asrın başından itibaren yayılmaya başladı. Bu durumun diğer Türk ülkelerini de tesir ve cazibesi altına almaya başlaması Abbâsîler döneminde oldu. Abbâsî halifelerinin Türklere karşı fevkalâde yakınlık göstermeleri, bu faaliyetin daha da hızlanmasına sebep oldu. Halife El-Mansur (754-775) zamanından itibaren Türkler, Arap ordularına asker olarak girmeye başladı. El-Me'mun döneminde (813-833) Türklerden özel muhafız birlikleri oluşturulmaya başlandı. Nihayet, Halife Mu'tasım zamanında (833-842) halifelik ordusunun esasını Türkler meydana getiriyordu. Türk ordusu için Samarra şehrini inşa eden halife, sarayını ve payitahtını da buraya nakletti. Müellifler artık, Türklerin Araplarla aynı millet gibi olduklarını (İslâm milleti) ve Bizanslılar gibi müşrikler yanında, gayri müslim Oğuzlarla bile savaştıklarını yazmaktadır. Halife El-Mütevekkil zamanında (847-861) ise Abbâsî Devletinin en önde gelen üç şahsiyeti Türktü. 10. asrın ilk yarısında, emîrül-ümerâlığa iki Türk kumandanı, Beckem ve Tüzün, getirilmişti. Türklerin Bağdat'ta idareyi ele almaları üzerine, uzak eyaletlerde bulunan Türk valiler, müstakil birer hükümdar gibi hareket etmeye başladılar. İlk Müslüman Türk devletlerden bazıları, bu suretle kuruldu. Bunlar arasında, Mısır'daki Tulunoğulları Devleti (868-905), Ahmed bin Tulûn adında bir Türk kumandanı tarafından kurulmuştur. Ahmed bin Tulûn, Dokuz Oğuz Türklerindendi. İbn-i Tulûn, Mısır'ı birçok mîmârî eserle süslemiştir. Tulûnoğulları Devleti, 905'te sona ermiş ve yerine az zaman sonra Tuğaçoğlu Mehmed'in kurduğu Türk İhşidîler Devleti ortaya çıkmıştır.

Ancak bu devletlerde, idareci zümrenin Türk olmasına karşılık, esas kitle yani halk tabakası daha çok Mısırlılardan oluşuyordu.

İslâmiyetin, devlet ve halk olarak Türkler arasında kabulü, ilk defa İtil (Volga) Bulgarları arasında gerçekleşti. Batıya giden Tuna Bulgarları, toplu olarak Hristiyanlaşırken, İtil boyu ve Kazan havalisinde kalan asıl büyük Bulgarlar, özellikle Türkistan'la olan ticarî ilişkileriyle tanıma fırsatı buldukları İslâmı severek kabul ettiler. Bulgar hânı Almış, 920'de Bağdat'taki halifeye başvurarak, İslâmiyeetin öğretilmesi ve kaleler inşası için kendilerine din ve ihtisas adamı gönderilmesini istedi. Halife Muktedir Billah tarafından gönderilen kalabalık bir elçi heyeti, 922 Mayısında Bulgar ülkesine geldi. Almış Han ve maiyeti, elçilere fevkalâde bir hürmet ve kabul gösterdiler. Bu tarihten itibaren Bulgar ülkesi, Abbâsî halifelerine bağlı bir Müslüman yurdu haline geldi. Ülkede Abbâsî halifesi ve Bulgar Hânı namına sikkeler basılmakta, taş camiler, saraylar, kaleler ve diğer binalar yapılmaktaydı. Bulgarlar Müslümanlığı kabul ettikten sonra, Türk-İslâm medeniyetinin kuzeybatısında en ileri bir ucu olmakla, büyük bir değer kazandılar. Bulgar ülkesine gelen Abbâsî elçilik heyeti içerisinde yer alan İbn-i Fadlan, yazdığı seyehetnamesinde, bu ülke insanlarının temiz, doğru, çalışkan ve samîmî Müslüman olduklarından bahsetmekte ve Bulgar ilinde gecelerin çok kısa olması dolayısıyla Türklerin, sabah namazını kaçırmamak için bir ay geceleri uyumadıklarından söz etmektedir. Bu sözler, Türklerin İslâmı ne derece güçlü bir inançla kabul ettiklerini göstermektedir.