Azîz ve pek muhterem mü’minler!
Hutbemiz, âdâb-ı muâşeretin dînimizdeki yeri ve ehemmiyeti ile âlâkalıdır.
Yüce dînimizin biz mü’minlerden istediği ibâdetler, ehemmiyet derecesine göre farz, vâcib, sünnet, müstehab ve mendup isimleriyle sınıflandırılmıştır.
Birde; gerek bu ibâdetleri îfâ ederken, gerekse günlük hayâtımızdaki her türlü hareketlerimizde, riâyet etmemiz îcâb eden, bir kısım kâideler mevcuttur ki, bunlara da “âdâb-ı muâşeret” denir.
Âdâb;“edebler,edebe uygun hareketler, halkla iyi geçinmeye sebeb olacak muâşeret usulleri” demektir. Daha açık bir ifâde ile, “İslam dîninin insanlara tavsiye ettiği terbiye sistemi ve insânî davranışlar” demektir. Ahlak ve terbiyeye büyük bir ehemmiyet veren dînimiz; mü’minlerin hareketlerini âdet olsun, ibâdet olsun- hepsini birer edebe bağlamıştır. Bu edeblere mütenâsib olarak yapılan ibâdetin sevâbı kat kat verilir. Âdet kabîlinden olan işler, İslam âdâbına göre yapılırsa, yüksek bir kıymet ifâde eder, âdetâ ibâdet hüviyetine bürünür ve o hareket insanlar arasında ayrı bir ağırlık ve te’sîr kesbeder. “Beni rabbim terbiye etti ve edebimi güzel verdi.” buyuran peygamber efendimiz (a.s.), muâşeret kâidelerinin en güzel nümunelerini kendi yaşayışı ile vermiş ve bizlere de tavsiyede bulunmuşlardır. Şimdi, bu hususları birkaç misal ile ve Rasûlullah efendimiz (a.s.)ın Hadîs-i şerîfleriyle, ifâde etmeye çalışacağız.
Muhterem mü’minler! Muâşeret kâidelerinin başında hoşgörü sahibi olmak gelir. Da’vâmıza, inanç ve itikâdımıza yapılanlar müstesnâ, şahsımıza karşı yapılan kusur ve hatâların sâhiplerini bağışlayıp, hoş görmektir. Peygamber efendimiz (a.s.) bu hususta meâlen: “Hoş gör ki, hoş görülesin” buyurmaktadırlar. Halkla olan münâsebetlerimizde dikkate alacağımız ikinci husus, nefisten gelen öfkeyi terk etmektir. Edeb; ruhta yerleşen ve hareketlerimizi kontrol altına alan bir melekedir.
Bu melekeye sâhip olmalı ve insanlarla konuşurken muhatabımız bizden küçük bile olsa, nezâketten ayrılmamalıyız. Sözümüzün anlaşılması ve karşımızdaki kimsede beklenen te’sîri yapabilmesi için, açık konuşmalı ve kelimeleri tek tek ifâde etmeliyiz. Muhataba, “anladın mı?” diye sorulmamalı, “anlatabildim mi?” demeliyiz. Konuştuğumuz şahsın kulağında bir ârıza yoksa, bağıra çağıra konuşmak edebe zıttır. Yavaş nâzikane konuşmalı, faydasız lakırtılardan kaçınmalıyız. Konuşurken gülmek îcâb ederse veya esneme mecburiyeti hâsıl olursa, elimizle ağzımızı kapatmalıyız. Aksıracağımız zamanda, elimizi ağzımızın üzerine koymalı ve sonunda “elhamdülillâh” demeliyiz. Aksırıp da hamd edeni duyarsak, “çok yaşa” değil “yerhamükellâh” demeli, o da bize “yehdînâ ve yehdîkümüllâh” şeklinde mukâbele etmelidir. Yolda karşılaştığımız kimselerle selamlaşmalı ve güler yüzlü davranmalıdır. Çünki güler yüzlü olmak, mahabbetin bağıdır. Bir kimsenin kapısına vardığımızda, zile basacağımız zaman, yüzümüzü kapıya dönmemeliyiz. Olur ki, kapı açıldığı zaman evin içindeki bir mahremiyet, gözüne ilişebilir. Bir bardak su bile olsa, bize yapılan bir iyiliğe karşı teşekkür etmeliyiz. Teşekkür; yapılan işin maddî kıymeti ile değil, iyiliği yapan kimsenin samîmiyeti ile ölçülmelidir. Rasul-ü ekrem (s.a.v) efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde. “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allâh’a da şükretmiş değildir.” buyurmaktadırlar. Eve ve camiye sağ ayakla girip sol ayakla çıkılmalı, helaya ve hamama girerken de, tam aksine sol ayakla girip sağ ayakla çıkmalıyız.
Yatağa uzandığımız zaman, sağımıza yatmalı ve sağ elimizi yanağımızın altına koymalıyız.
Muhterem mü’minler!
Daha burada çok azını sayabildiğimiz, aslı kitâbullah ve sünnet-i rasûlullah me’hazine müstenid olan, bu ve benzeri bütün hususlar, “Âdâb-ı Muâşeret” sınıfına girmektedir. Burada saydığımız ve sayamadığımız birçok husus, mevzu’ ile alâkalı me’hazlerde tafsîlatıyla zikredilmektedir. Hutbeme bir hadîs-i şerîf meâli ile nihâyet vermek isterim. Efendimiz (a.s.) buyuruyorlar ki: “Allâh-ü Teâlâ; bana bildirdiği şeylerden, size de bildirmemi bana emretti. Evinizin kapısına dikildiğiniz vakit Allâh’ın ismini anın ki, habîs (şeytan) menzilinizden uzaklaşıp dönüp gitsin. Sizden birinizin önüne bir yiyecek konulduğu zaman, Allâh’ın adını ansın, (ya’nî besmele çeksin), tâ ki o habîs (şeytan), rızıklarınızda size ortak olmasın. Kim geceleyin guslederse, avret yerini açmaktan sakınsın, eğer böyle yapmazda, ona bir delilik isâbet ederse, kendisinden başka aslâ suçlu aramasın. Sofra kaldırıldığı zaman altında olanları süpürsün. Zîrâ şeytanlar, onun altındakileri toplar. O halde yemeğinizden onlara nasîp ayırmış olmayın.”