Peygamberle Buluşmak
Annem, çocukluğumuzda Peygamber hikayeleri anlatırdı bize. O zamanlar ne elektrik vardı köyümüzde ne televizyon. Gaz lambasının aydınlığında, annemin etrafına çevrilirdik sevinçle. Uzun kış geceleri, biz çocuklar için tarifsiz bir mutluluktu bu hikayeleri dinlemek. Onun anlattıkları müthiş bir heyecan uyandırırdı çocuk ruhumuzda. Küçücük köyümüzün dışında nice yeni dünyalar keşfederdik. Bu yüce insanlarla tanışmanın mutluluğunu yaşardık.
Hz. İbrahim Peygamberimizdi ilk tanıştığımız. Bir mağarada dünyaya gelişi.. İnsanlardan uzak büyüyüşü.. Sonra putları kırmada ve Allah’a ibadet etmedeki kararlılığı.. Nemrut’un yaktığı ateşin O’nun için gül bahçesi oluşu… Sonra Hz. Yusuf Peygamberimizi tanıdık. Onun ne ibretli bir hayatı vardı öyle! Çocuk yaşta koparıldı babasından.. Köle diye satıldı.. Zindanlarda gün ışığına hasret kaldı… Sonra Hz. Musa Peygamberimiz. Onun hayatı diğerlerinden farklı mıydı? Ne uzun soluklu bir imtihandı onun yaşadıkları! Annesinden ayrılışı, Firavun’un sarayı, Mısır’dan çıkıp Meyden kuyusuna varışı, mutlu bir evlilik yapması…
Yıllar sonra, Kur’an-ı Kerim’in anlamını okuduğumda bütün bu olaylar dipdiriydi zihnimde. Bu bir tarafa, hikayelerin verdiği sıcaklık ve heyecan taptazeydi kalbimde. Kur’an’ı okudukça, o günlerdeki sevinç ve mutluluğu tekrar yaşıyordum. Hatta bu sevinç ve mutluluk daha bir artıyordu içimde. Sanki –tabir caizse- o eski arkadaşlarla, o güzel insanlarla tekrar buluşmuştum. Okudukça onlarla hasret gidermiştim.
Az sonra Hz. İbrahim’le tekrar putları kıracak, baltayı en büyük putun boynuna asacaktık. Sonra Hz. Lut ve Hz. Sare ile beraber hicret edecek, o diyardan çıkıp gidecektik.. Hz. Yusuf’un zindan arkadaşları arasında onun iman çağrısını dinleyecektik. Birazdan kralın huzurunda hakikat ortaya çıkacak, ak pak olacaktık.. Hz. Musa’nın asasının sihirbazlara inancın yolunu nasıl açacağını seyredecektik. Sonra kafile kafile denizi geçecek, Firavun’un boğuluşunu görecektik…
Kur’an’ı her okuyuşumuzda kıssaların bu sıcaklığını tekrar tekrar hissederiz. Sıkılmak, yorulmak nedir bilmeyiz. Anlatımda bir akıcılık, bir canlılık vardır. Olaylar sanki içindeymişiz gibi gözlerimizin önünden akar gider. Öylesine diri, öylesine müşahhastırlar!
Kimi zaman Peygamberlerin bir silsile halinde anlatıldığını görürüz. Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. Salih, Hz. Lut, Hz. Şuayb.. Kavimleriyle olan örnek mücadeleleri anlatılır bir bir bu Peygamberlerin. Biz bu hikayelerden öğreniriz ki Peygamberlerin gaye birliği vardır. Hepsi Allah’a halisane kulluk yapma çağrısını seslendirmişlerdir. Ama maalesef onların gönderildikleri toplumların çoğu Peygamberlerini yalanlamışlar, azabı da hak etmişlerdir.
Bu anlatımlar Mekke döneminde gelmiştir ve bizim Peygamberimize inanmayanlar için müthiş bir tehdittir! Öte yandan Peygamberimizi ve ilk müminleri zor zamanda teselli ve teskin etmekte, yüreklerini pekiştirmektedir bu kıssalar. Geçmiş Peygamberler sıkıntı çekmişlerdir ama sonunda başarıya ulaşan onlar olmuşlardır. Aynı şekilde o gün güçsüz durumdaki müminler de bir gün gelip başarıya ulaşacaklardır.
Geçmiş Peygamberlerin hayatları farklı surelerde tekrar tekrar anlatılır bize. Bu tekrarlarda üslup farklı olduğu gibi, verilmek istenen dersler de farklıdır. Beri yandan tekrarın biz insanların psikolojisi üzerinde ne denli bir etkisi olduğu unutulmamalıdır. Onların verdiği dersin kalplerimize yerleşip kök salması için bu tekrarlar çok önemlidir! Öte yandan aynı Peygamberle farklı surelerde buluşmanın ruhumuza kattığı ayrı bir heyecan vardır. Bu tür yoğun beraberlikler, onlarla aramızda bir muhabbet bir ülfet oluşumunu sağlamaktadır.
Mesela Hz. Zekeriyya ve Hz. Yahya’nın hikayesini Âl-i İmrân suresinde okuruz. Burada onların öyküsü Hz. Meryem ve Hz. İsa bağlamında anlatılır. Bir taraftan Yahudi ve Hıristiyanların yanlış kanaatleri düzeltilirken bir taraftan da müminlere onlar hakkında sağlam bir inanç aşılanır. Allah’ın eşsiz kudretinin delilleri sunulur. Sonra, Meryem suresinde Hz. Zekeriyya’nin içli, dokunaklı münacatıyla karşılaşırız. Adeta Hz. Zekeriyya’nın bir evlat isterkenki yürek yangınını hissederiz. Saçlarına aklar düşüp ihtiyarladığını gözlerimizle görürüz. Ve Hz. Zekeriyya ile buluşmanın; onun acısını paylaşmanın heyecanını yaşarız: “Hani o, tâ içinden Rabbine seslenerek: “Ey Rabbim kemiklerime kadar eriyip çöktüm. Saçlarım yaşlılıktan ağardı. Ama şimdiye kadar, Ey Rabbim sana dua edip de asla hayal kırıklığına uğramadım. Ve gerçek şu ki ben göçüp gittikten sonra yakınlarımın yapacaklarından kaygı duyuyorum. Karımsa baştan beri kısır. Öyleyse katından, benim yerimi alacak bir yardımcı bahşet ki bana ve Yakub’un evine mirasçı olsun ve sen ey Rabbim onu hoşnut olacağın bir ahlakla donat! ” diye dua etmişti.” (Meryem 19/3-6)
Kimi zaman bir peygamberin hayatı baştan sona anlatılır Kur’an’da. Ancak bunda da gereksiz ayrıntılar yoktur. Can alıcı noktalara vurgular yapılır. Hz. Yusuf’un hikayesi bunun en güzel örneği. Bu hikaye Kur’an’ın en güzel hikayesi. Hz. Yusuf bize her yönüyle numune bir insan olarak takdim edilir. Bir keresinde Peygamberimize: “Acaba en yüce, en üstün insan kimdir?” diye soruldu. Allah Resûlü(s.a) : “Hz. İbrahim’in torunu Yusuf Peygamber’dir” buyurdu. (Buhari, Enbiyâ, 11) Gerçekten o, sabrı, tahammülü, iffeti, affediciliği, Rabbine olan bağlılığı ve takdire boyun eğişiyle takdire şayan bir Peygamberdir. Üstün kabiliyet ve becerikliliği, insanlara hizmete olan düşkünlüğü ile üstün bir insandır. Ve bizim hayatımızın her noktasında sık sık buluşmamız gereken bir Peygamberdir Hz. Yusuf!
Çok yoğun, fazlasıyla düşünsel bir konu anlatılırken birden Peygamberlerden birinin yaşadığı bir kesit çıkıverir karşımıza. Mesele kristalize oluvermiştir, zihnimize oturuvermiştir hemen. Kur’an’ın sıklıkla üzerinde durduğu konulardan biri haşirdir mesela. Öldükten sonra dirilmek, tamamen toprak olmuş şu vücudun tekrar hayata dönmesi büyük bir mucizedir. İnsan zihni bu meseleyi kavramakta güçlük çeker, havsalası zorlanır kimi zaman.
İşte tam bu noktada Hz. İbrahim’den bir tablo çıkarılıverir karşımıza: “Yine İbrahim’in: “Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini gösteriver.” dediği olayı da gözünüzün önüne getirin. Allah: “Yoksa inanmıyor musun?” diye buyurdu. İbrahim ise: “İnanıyorum, ama kalbimin mutmain olmasını istiyorum.” diye arz etti. Bunun üzerine Allah: “Öyleyse dört kuş al ve onları kendine alıştır. Sonra onların her bir parçasını ayrı ayrı tepelere koyuver. Sonra onları çağır. Onlar sana koşarak geleceklerdir. Allah’ın son derece güçlü ve hikmet sahibi olduğunu bil!” buyurdu. (Bakara 2/260)
Görüldüğü gibi, Hz. İbrahim bu müşkülünü-aslında tüm insanların müşkülünü- Allah’a arz etmekle, bir hakikatin çözümünü gösterdi bize. Onlar hayatın türlü meselelerini insanlığa öğreten ulu hocalardır. Onlar imanı, Allah’a kulluk ve bu uğurdaki sebatı; öte yandan dünyevi işlerdeki beceri ve kabiliyetleri ile de birer modeldirler. Onlar iman davetçileri olduğu kadar medeniyet önderleridir de.
Bu sebeple Allah, sık sık onları hatırlamamızı, onların hayatlarından dersler almamızı istemektedir: “Şimdi sen o inanmayanların dediklerine sabret. Onlara büyük güç ve kabiliyetlere sahip olan ve her işte Allah’a yönelen kulumuz Davud’un kıssasını anlat!...” “Davud’a Süleyman’ı bahşettik; o ne güzel kuldu ve Rabbine çokça yönelirdi…” “Kulumuz Eyyub’u da an. Eyyub Rabbine: “Şeytan beni sıkıntıya düşürdü ve azaba saldı.” diye nida etti...” “Kullarımız İbrahim, İshâk ve Yakub’u da hatırla. Onlar son derece güçlü, kabiliyetli ve basiret sahibi kimselerdi…” “İsmail, Elyesa ve Zülkifli de an. Onların hepsi de iyi insanlardı...” (Sâd 38/17,45-48)
Burada onların hep hayırlı, hep seçilmiş insanlar olduğu vurgulanır. Allah onlardan hep övgüyle söz eder. Öbür taraftan onların iktidar, kabiliyet ve basiret sahipleri olduklarını anlatan ifadeler dikkatlerimizden kaçmamalıdır. Onlar insanlığın yolunu aydınlatan meşalelerdir. Sağlıklarında kendi ümmetlerini doğru yola çağırmışlardır. Çoğunun kıymeti de bilinmemiştir. Ancak Son Peygambere indirilen kitapla onlar tüm insanlığa model insanlar olarak takdim edilmişlerdir. Böylece onlar uğrunda mücadele ettikleri o eşsiz değerlere insanları çağırmaya devam etmektedirler.
Allah İnsanlığa yürünmesi gereken yolun Peygamberlerin yolu olduğunu buyuruyor. Allah Nuh’a bir yol göstermiştir ve tüm inananlar o yoldan yürümelidir: “Sonra biz, İbrahim’e İshak ve Yakub gibi çocuklar verdik ve her birine bundan önce Nuh’a göstermiş olduğumuz doğru yolu gösterdik. Nitekim bizzat onun neslinden Davud’a, Süleyman’a Eyyub’a, Yusuf’a, Musa’ya, ve Harun’a da (doğru yolu gösterdik). Bu şekilde biz iyilik yapanlara iyiliklerinin karşılığını veririz. Zekeriyya’ya, Yahya’ya, İsa’ya ve İlyas’a da.. Onların hepsi de salihlerden idiler. İsmail’e, Elyesa’ya, Yunus’a, Lut’a da.. Onlardan her birini bütün insanlardan faziletli kıldık…” (En’am 6/84-86)
Peygamberler zincirinin son halkası Hz. Muhammed’e de o yoldan yürüme emri verilmiştir: “İşte o Peygamberler, Allah’ın hidayetine eriştirdiği kimseler! Sen de onların gittiği yoldan yürü!” (En’am 6/90)
Aslında Peygamberimizin şahsında bizedir bu emir. Sen ey İslam ümmetinin ferdi, şu salihlerin yoluna sen de katıl, demektir. Bu ayette, Peygamberlerle daha sık buluşma, onlarla bir muhabbet halkası oluşturma, onlara kendimizi daha yakın hissetme çağrısı vardır. Kendi kavimleri tarafından yalanlanan Peygamberlere biz İslam ümmeti iman etmişiz. Onların yollarınca, onların yaktığı meşalelerin aydınlığında yürümek de bize düşüyor! Salavâtüllâhi ve selâmühü aleyhim ecmaîn
[alıntı]