Hala eskisi gibi oyun oynayabiliriz!
Bürke Aycan
Genel Müdür
Absolute Eğitim Danışmanlık
Birçoğumuz oyunların sadece küçük yaşlarda eğitici nitelikte olduğunu düşünür. Oysa ki oyunlar yetişkinlikte de en etkili öğrenme yöntemlerinden biri. Üstelik, kişinin öğrenme biçimine göre birçok şekil alabilen bir yöntem.
Çocukluğumun okul öncesi ilk yıllarını hayal meyal hatırlıyorum. Oyunlarla ilk tanıştığım yılları. Küçük arabalar vardı o zaman, benim yaşımdakiler mutlaka hatırlayacaklardır. İlk göz ağrılarım işte o model model, çeşit çeşit, renk renk küçük arabalardı. Hala varlar mı?
Biraz büyüyünce, şimdiki deyimle �sosyalleşmek" adına evcilik gibi oyunları oynamaya başladım komşuların çocuklarıyla. Bir de tabi ki hırsız � polis oyunlarını. Daha sonraları öğrencilik yılları başladı, okulda öğretmenlerin oynattığı şarkılı türkülü oyunlar, ve arkasından sokakla tanışmalar, mahalle arkadaşlığı, o arkadaşlarla gece yarılarına kadar oynanan saklambaç, yakan top gibi oyunlar... Ardından sokak aralarında aşağı mahalle ile yapılan futbol maçları, iki ağacın arasına ip gerilerek kızlı erkekli oynanan voleybol maçları geldi. Çocukken tüm çevre bir oyun alanı, her nesne, her yeni fikir bir potansiyel oyuncaktı.
Daha sonraları babama yalvar yakar bir bisiklet aldırmıştım, çok güzel kırmızı bir bisiklet, hala evimizin deposunda saklarım. Binbir türlü cambazlık yapardım onun üzerinde. Saatlerce gezerdim yorulmadan.
Daha sonraları bilgisayar oyunları girdi küçük dünyalarımıza, artık varsa yoksa Commodore 64�lerle, Atari 800 XL� lerle, Spectrum�larla daha sonraları Amiga�larla oynadığımız oyunlar vardı.
Ders mi oyun mu?
Bütün bunların yanında öğrenci olarak, bireysel gelişimimizi tamamlamak adına da sorumluluklarımız vardı. İşte değişime ilk olarak zorlandığımız zamanlar o yıllara rastlıyordu. Biz oyun oynamak istiyorduk, ama bize değişmemiz gerektiği söyleniyordu, oyunlardan arta kalan zamanlarda değil, derslerden arta kalan zamanlarda oyun oynamamızın gerektiği öğretiliyordu. Kim bırakacaktı ki sokaktaki arkadaşları, ya da bilgisayardaki oyunları... 15. bölüme geçmiş rekorumu kırmak üzereydim oysa. Ama bu değişim gerekliydi ve üstüne üstlük bu değişime zorlayanlar bizden kat kat güçlülerdi, çünkü onlar anne babalarımız, öğretmenlerimizdi. Ve yaptırım güçleri oldukça fazlaydı.
Sonra mı? Hepimiz büyüdük ve koca koca adamlar olduk. İş hayatına atıldık. Artık kurumumuzun hedefleri doğrultusunda ilerlemesi, sektöründe en iyisi olması adına bir şeyler yapmak zorundaydık. Sürekli gelişen ve hızla değişen teknoloji karşısında da kendimizi hep yenilemeliydik. Yeteneklerimizi geliştirmeli, motivasyonumuzu hep üst düzeyde tutmalıydık, çünkü bizden beklenen buydu. Ve böyle olmazsa kurumumuzun belirlemiş olduğu hedeflerine ulaşması zor olurdu.
Bu sefer bizden değişmemizi, gelişmemizi isteyen ve bekleyenler yöneticilerimizdi. Onların da yaptırım gücü en az anne babalarımız, öğretmenlerimiz kadar fazlaydı. İş tanımımızda belirlenmiş rol ve sorumluluklarımızı daha iyi yerine getirebilmemiz, bireysel yeteneklerimizi geliştirebilmemiz, üstlerimiz ve astlarımızla daha etkin iletişim kurabilmemiz, liderlik becerileri kazanabilmemiz, kurum kimliği edinmemiz, takım çalışmasına inanmamız, zamanı etkin kullanabilmemiz, daha iyi üretimci, daha iyi pazarlamacı, daha iyi finansçı, daha iyi şu, daha iyi bu olabilmemiz için bizlerden sürekli o eğitimden bu eğitime koşmamız isteniyordu. Üstelik İnsan Kaynakları Müdürlüğümüz �Eğitim Sistemi� adını verdiği bir şeyle kimin hangi eğitimlere katılması gerektiğini belirlemişti bile. Terfi ederken veya performansımız değerlendirilirken almış olduğumuz bu eğitim programları da değerlendirmenin önemli bir ölçütüydü.
Aslında bu eğitimler de bir yerde iyi oluyordu, işyerinin bunaltıcı havasından biraz uzaklaşmış oluyorduk, 2-3 günlüğüne de olsa daha informal bir ortamda stressiz biraz vakit geçiriyorduk işte. Bir de bize sürekli olarak değişmemiz gerektiğini, hatta değişime direnenleri de zorlamamız gerektiğini söyleyen, slaytlardan sürekli bir şeyler okuyup anlatan, özgeçmişleri kabarık, her bir şeyin uzmanı, eğitmen olarak adlandırılan kişiler olmasa bu eğitimler ne güzel olacaktı.
Halbuki bu kişiler, programlarını uygularken bizi içinde bulunduğumuz dünyadan sadece 2-3 günlüğüne de olsa koparıp alsalar. Biraz çocukluk yıllarımıza götürseler. Anlattıklarını, içine oyunlar da katarak biraz daha zevkli hale getirseler. Zaten oyunlar eğitime katılanları motive etmede önemli ve iyi bir araç değil midirler? Motive katılımcıların bilgiye açıklık düzeyi her zaman daha yüksek değil midir? Yoksa bu eğitim programlarında anlatılan konular, katılımcıları da katarak, yaşayarak öğrenme prensibini benimseyerek, öğretici oyunlar oynanarak anlatılamayacak kadar karmaşık mıdırlar?
Siz nasıl öğreniyorsunuz?
Howard Gardner� ın �Çoklu Zeka Sistemleri� teorisine göre, insanlar 7 entelektüel kapasite kullanmaktadırlar. Gardner, bu teorisiyle her bir bireyin bu 7 sistemi kullanarak öğrendiğini, ve gene her bir bireyin bu 7 sistemin her birine sahip olduğunu ancak kullanılış derecelerinin farklılıklar gösterdiğini belirtmektedir.
Gardner� ın �Çoklu Zeka Sistemleri� teorisinde bahsettiği 7 öğrenici, Dilbilimci Öğrenici (Word Smart), Matematiksel Öğrenici (Number Smart), Sanatsal Öğrenici (Art Smart), Bedensel Öğrenici (Body Smart), Müzisyen Öğrenici (Music Smart), Sosyal Öğrenici (People Smart) ve Bireysel Öğrenicidir. (Self Smart)
Dilbilimci öğreniciler, okuma, yazma ve konuşma gibi becerilerde üstündürler. Avukatlar, gazeticiler gibi meslek sahipleri bu tip öğrenicilere en iyi örneklerdir. Bu kişiler Scrabble benzeri oyunlara ve bulmacalara ilgi duyarlar.
Matematiksel öğreniciler, rakamlarla oynamada, istatiksel verileri analiz etmede, matematik ve fen bilimlerinde başarılıdırlar. Bu bireyler en iyi deneyler, buluşlar yoluyla öğrenirler. Denemeye, bir şeyler bulup ortaya çıkartmayı amaçlayan oyunlar bu bireylerin ilgisini çeker.
Sanatsal öğreniciler, hayal güçlerini kullanarak, gördüklerini, algıladıklarını, resmetmek, hamurdan heykeller yapmak gibi güzel sanatlar aracılığı ile yeniden ifade ederek öğrenirler. Bu bireyler Pictionary, Lego ya da yaratıcılıklarını ortaya çıkartabilecek farklı oyunlara ilgi duyarlar.
Bedensel öğreniciler, bedenlerini kullanmada, çeşitli hareketleri yerine getirmede ustadırlar. Sporcular, dansçılar, oyuncular bu tarz öğrencilere örnek olarak verilebilir. Taklit, Sessiz Sinema, Role-play, sportif faaliyetler ve bedenlerinin hareket halinde olduğu aktiviteler bu bireylerin ilgisini çeker.
Müzisyen öğrenicilerin, kulakları çok yeteneklidir, melodileri, ritimleri, sesleri tanımada ve kullanmada ustadırlar. Bu tarz bireyler en iyi öğretici şarkı, melodi ve ritimlerle öğrenirler.
Sosyal öğreniciler, en iyi grup halinde öğrenirler, diğer katılımcılara karşı duyarlıdırlar. Takım halinde çalışma ve liderlik becerilerine sahiptirler. Bu bireyler grupça yerine getirilen aktivitelere ilgi duyarlar.
Bireysel öğreniciler ise, kendi başlarına, kendi ilgi alanlarına ve hedeflerine göre öğrenmek isterler. Bireysel çalışabilecekleri aktivitelere ilgi duyar ve kontrolün kendilerinde olmasından hoşlanırlar.
Oyun yöntemi dikkatle kullanılmalı
�Çoklu Zeka Teorisi� nden yola çıkarak, eğitim programının içeriği hazırlanırken, eğiticinin katılımcı grubun özelliklerini iyi tanımlaması gereklidir. Öğrenmeyi gerçekleştirmek için kullanılacak aktivitelerin bu özelliklere göre belirlenmesi önemlidir.
Örneğin, işlenen programın içeriğine göre, iş yerinde ya da özel hayatta karşılaşabilecek sorunlar ve bunların çözüm yolları ile ilgili örnek olaylar, role-play�ler, oyunlar, grubun yapısına göre farklı şekillerde tasarlanabilir.
Bu oyunlar katılımcıların gerçekte karşılaşabileceği olayları içerdiğinde herkesin ilgisini çekecektir, yaşayarak, birebir katarak, oynayarak öğretim yapılacağından programın etkileri kalıcı olacaktır. Hatta oyunlar iyi tasarlandığında gerçekte karşılaşılabilecek problemlerin çözümüne katkı sağlayacaktır.
Ayrıca oyunlar aracılığı ile katılımcıların birbirleri ile iletişimleri gelişecek, birlikte çalışma, problem çözme, farklı bakış açıları geliştirme, sorunları analiz etme becerileri geliştireceklerdir.
Tabi göz ardı edilmemesi gereken bazı konular da var. Hepimiz büyüdük, iş güç sahibi olduk, iyi bir kariyer peşinde koşuyoruz belki ama çocukluğumuza da her zaman özlem duyuyoruz. Dolayısıyla, eğiticiler bu oyunları oynatırken, oyun süresini iyi hesaplamalıdırlar ve kontrolü kaybetmemelidirler, ve bu oyunların katılımcıların dikkatinin konuya odaklanmasını sağlıyorsa yararlı olacağının bilincinde olmalıdırlar. Aksi takdirde çocukluk günlerimize özlem duyan bizler, o günlere geri dönüp, tıpkı lisede olduğu gibi, o zamanlar kullandığımız tabirle, programı kaynatarak eğiticinin işini bir hayli zorlaştırabiliriz.
Doğru, bizler büyüdük, koca koca adamlar olduk, kimimiz büyük sorumluluklarla kurumları yönetiyoruz, politikalar belirliyoruz, kimimiz daha az sorumluluklarla politikaları uyguluyoruz, kimimiz kendi işimizi yapıyoruz, kimimiz daha yüksek ücretli, daha iyi unvana sahip olacağımız işlerin hayalini kuruyoruz. Ancak hepimiz içimizdeki çocuğu yaşatıyoruz, çocukluk günlerimize özlem duyuyoruz. Ben de duydum örneğin ve bugün kalemimden bunlar döküldü.