Mine Alpay Gün

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Leb-i Damla

  • La taknetû..!
  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: Sadabad
  • 2529
  • +270/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • UMUT Dünyası mı, UNUT Dünyası mı?
    • Uyanan Gençlik
Mine Alpay Gün
« : 21 Aralık 2008, 03:20:03 »
Mutluluğun resmi ya da Elif Anne... 
 
 
 
 Kayabalıkları. Yoo, sizin isminizi yanlış vermişler. Kuzu balıkları olmalı idiniz. Nerdeyse ellerimizin yüzünüze değmesini bekleyecek kadar yakınımıza gelip attığımız ekmekleri havada kapmaktasınız.

Akvaryumda kırmızı balığın tülden kuyruklarının, kanatlarının en ince ayrıntısını çizen yüce Sanatkâr, insana hangi hediyeyi sunacağını hiç aksatmamış.

Ya da en güzel şaheserlerini sadece insanlar için ithaf etmiş.

O en yakın arkadaşımız, sırdaşımız, dostumuz, sevgililer sevgilisi, cenneti ta yanı başımızda inşa etmiş.

Fark edebilene elbet.

O büyük dost da insanlar arasında yakin dostlar edinmiş.

Nebileri, velileri, seçkinleri arkadaş edinmiş.

O gün baktım da tek süslü eşyası erguvan nakışlı bir kilim olan yer minderleri ve kamış yastıklarla tamamlanan bir odada.

İnsanlara adanmış bir ömrün tam kalbinde idi, Elif Anne.

Meryem kadar saf ve temiz yüzüne bakıp mırıldanıyorum: “sen istediğin kadar sakla, kimseyi kandıramazsın, bal gibi O’nun dostlarındansın. Bahse girerim ki seni melekler ebrar ebrar diye çağırmaktalar.”

Elif Annedeki o tevazu, kanaat, tevekkül, hayâ, tefekkür, nezaket…

Çocukla çocuk. Gençle genç.

Anadolu’ nun doğusunda bir Kur’an kursunda yatılı kalıyor, talebe okutuyor.

Kur’an sofrası hep açık. Ulu kitap en yakın arkadaşı.

Odasında lüks eşya yok ama Yaratıcı’nın güzelliklerini o kadar çok taşımış ki her yana. Sanki o küçük oda bir botanik bahçesi. Akvaryumda balıklar. Kafesinde kuşlar. Minderinde kedisi ile ne kadar mutlu bir hayatın tam ortasında idi.

Onu ne zaman görsem neden kayabalıklarını anımsamaktayım ki.

Bir yaz günü iri kayalar arasında oynaşan, mavi denizin içinde tombul yanaklı balıkları seyrederken, çocuklar kadar sevinmişti Elif Anne.

O deniz kenarında bir Uzakdoğu bilgesi gibi dakikalarca onları izledikten sonra, yüzünü gökyüzüne çevirip,

“Bizler için unuttuğun bir şey kalmamış, her şey tastamam. Kendini hatırlatmak için adeta tekir kedi suratlı balıklarınla insanları şaşırtmaktasın. Ama hep ikramdasın. Etrafı cennet gibi süsleyerek, tek bir ayrıntıyı bile ihmal etmemişsin.”

Elif Anne adeta arkadaşı ile konuşuyordu.

Ya da çok yakin bir dostu ile.

Bazen insanlar arasında kalkıp bu yakın dostuna cevap vermekte idi.

Sevgililer sevgilisine durumunu arz ediyordu.

O kısacık boyu, yetmişine yakın yaşı, çok zayıf bedeni ile bir çocuk gibi ağlıyordu.

Hıçkıra hıçkıra,”cömertliğini nasıl öderiz, bu kadar nimetin şükrünü nasıl eda ederiz” diye gözyaşları döküyordu.

Fakat gözyaşları bile insanları rahatsız etmeyen, fevkalade bir terapi seansı gibi geliyordu.

Hiçbir geliri yoktu. Evlenmemişti, eşi ya da evladı tarafından bakılacağına dair bir olasılık yoktu.

Fakat yaşadığı Kur’ân kursunda rızk tıpkı Meryem Mabedi gibi dolup taşmakta idi.

Arada çarşafını giyip bir azize gibi, fazla olan yiyecekleri; öğrencilerin hakkını ayırıp, mahallenin yoksullarına dağıtıp geri dönüyordu.

Rızkı veren sosyal gereksinimlerini ayarlamış, o da bir şeyi dert etmeden dünyanın para ve eşyasını biriktirmeden, soylu bir yaşamı paylaşmakta idi.

Balıklı gölün mabedinde bir hoş sada idi Elif Anne.

Çiçeklerle dolu küçük bir cennette son Meryem’di.

 Kuş sesleri arasındaki o Kur’an sofrasında en güzel bülbüldü.

Mutluluğun resmi idi. Bu resmi görmek isteyen, o güne mutlu başlamak isteyen, koşarak yanına gidiyordu.

Bir şehrin Şemsi idi.

Aydınlık pırıl pırıl yüzü, gülen siyah sıcak gözleri; insanlara yaşama sevinci veriyordu.

O’nun dostunu görenler, sıkıntılarını unutuyorlardı.

Bir sevgi sağanağı, merhamet güneşi, parlak bir yaz akşamı, bir bahar esintisi idi Elif Anne.

Bunalmış yorgun gönüllerin elde kalmış son dermanı idi.
 
 
Mine Alpay Gün
 02.12.2008 
m.alpaygun@gmail.com

Çevrimdışı Halime

  • ***Sen kaldırım taşlarını dize dur önüme, ben toprağa basa basa senden uzaklaşıyorum ***
  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: İsk€nd€run
  • 2695
  • +198/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • Ve Birgün Bu Dünya Gül Bahçesine Dönecek..
Mine Alpay Gün
« Yanıtla #1 : 26 Ocak 2009, 00:20:13 »
Başörtülü yarı çıplaklar 



Etraf başörtülü yarı çıplaklardan geçilmiyor.

Tesettürle başkaları değil ama başörtülüler fena halde dalga geçmekte.

Arkadaş zor geliyorsa çıkar kafandaki örtüyü.

Sana zorla taktıran mı var?

Bir salaşlık, bir derbederlik.

Sanki kafasındaki iki kılı kapatınca hatun kişi, bütün vazifelerini tamamlamış gibi vücudunu orta yere saçıveriyor.

Acaba Müslüman kadının sadece saçı kıymetli, en mahrem vücut azaları çok mu değersiz diye düşünmekte insanlar. Göbekler, göğüsler, kalçalar orta yerde.

Kadıncağız adeta amazon gibi sokağa fırlamış.

Önceki gün ziyaretime gelen üç bayan yazarla oturup konuştuk. Örtülerini bayağı modernleştirmişlerdi. Belli ki bana akıl vermeye gelmişlerdi. “Biz de zamanında bu tesettürü amma abartmışız deyince bayağı şaşırdım. Arkadaşlarım iyi eğitimli ve sevilen kalem sahipleri idi ama değil pardösü, ceket bile giymeyerek incecik elbiselerle ne büyük devrim yaptıklarını anlatmaya uğramışlardı.

En baştakilerdeki bozulma bütün toplumu etkilemekte. VIP kadınlardan başlayan bir dezenformasyon.

“Özür dileriz cumhurbaşkanlığı sitesinde hanımefendinin bir düğünde çekilmiş resmi çıkmış, düzelteceğiz.

“E evladımın düğününde bile, şöyle etrafa endamlı bir kadın nasıl olurmuş göstermeyeyim mi? Hem bizi zevksizlikle, demodelikle suçlayan laiklere biraz zarafet dersi vermeyelim mi? iyi niyetinizi yüzünüzden okuyorum da.

Düğünlere katılan binlerce erkeğin meraklı bakışlarını bir kalemde yok saymanız da size ilahi bir artı getiriyor mu acaba?

Ya da dinin şöyle bir kuralı mı var? Düğünlere katılan erkekler namahrem sayılmaz. Zaruret miktarıdır. Gecelik gibi elbiselerle göbeği göğsü etrafa dağıtıp salon sahibeliği yapmanız da bir mahzurat yok mudur?

Büyük başlarımız böyle yapınca; halk çocukları da nereden bulsunlar cici salonları, şık avizeleri, pahalı kostümleri; onlar da sokaklarda soyunmaya başladılar.

Tamam, bizim kızlar yeni örtünüyor biraz hoşgörü de, altmış yaşındaki büyük hanımlarda da mendil kadar başa yapışan örtüler ve göbek göğüs hatları olabildiğince belli eden dar kostümler.

Acaba Müslüman modacılar ellerindeki makasın hakkını nasıl verecekler? Pardösü değil de atletizm mayosu biçiyorlar sanki. Bütün vücut azaları ortada.

Tanıdığım pek çok başı açık laik bayan; bizim başı örtülü pek çok kadınımızdan daha kapalı giyinmekteler. Yaz sıcağında diz altı eteği üzerine ceketini ya da hırkasını giymeden dışarı çıkmayan, neneden atadan görgülü, terbiyeli çok insan tanıyorum.

Lakin bizim cephede bir amazonluk, bir yarı çıplaklık almış başını gidiyor. Arkadaşlar zor geliyorsa takmayıverirsiniz şu örtüyü olur biter.

Ama Rabbimizin Müslüman kadınlara hediye ettiği tesettür tacını, toza kire bulayıp ayağa düşürmeyin lütfen.

Allah sonumuzu hayreyleye ama durum hiç iç açıcı değil. Aşağılık kompleksleri ile acınacak durumdayız.

Hem bu konuda sadece kadını suçlamam da yersiz.

En büyük suçlu insanın erkek cinsi yine.

Geçen gün baktım anlı şanlı delikanlı, kolundaki eşi yarı çıplak. Dapdar bir pantolon, neredeyse bağırsaklarının başlangıç ve bitiş yeri ortada. Üzerinde uzun bir ceket yok. Derisine yapışmış bir mini bluz. Ve bu trajik tabloya arsızca bir de baş bağlamış. Bu görüntüyü veren kadından çok erkeğe baktım. Acaba oğlan kör mü diye. Aval aval ağzını açmış etrafı seyreden delikanlı, yanındaki kadının yarı çıplaklığını göremeyecek kadar aptaldı.

Tesettürün bozulmasında en büyük suçlu erkekler.

Onlar açık bayanlara, televizyonun edepsiz çıplaklarına hayranlıkla bakarken, hanımları da; o aptal beylerini ellerinde tutabilmek için açılma yarışına girdiler. Bizim pek çok kadınımız niçin kapanmıyor sanıyorsunuz, ya da böyle yarı çıplak dolaşıyor derseniz; kocaları yüzlerine bakmaz diye.

Mine Alpay Gün