Limni Adası,tarihinin en büyük soğuklarından birini yaşıyordu.
Soğuktan donmayan hemen hemen bir şey kalmamış,halk açlıktan kırılıyordu.
Türk olsun,Rum olsun,cami ve kiliselerde tez elden kurtulmak için dualar ediliyor,
Yaradan'dan yardım isteniyordu.
Uzaklardan görünen üç ambarlı Osmanlı kalyonunun ağır ağır Adaya doğru gelmesi,
halkı bir anda sevince boğuyorsa da,yerini daha sonra mateme bırakıyordu.
Limni halkının ümitleri daha da buzlaşmış,sevinci kursağında kalmıştı.
Bunlardan biri de ,siyah rahibe elbiseleri ile elinde zikir tespihiyle dolaşan Despina Anne idi.
Kalyon ,yiyecek ve yardım yerine bir sürü mahkum getirmişti.Bunların içinde Ebubekir Kani Efendi de vardı.
"Bu gemide olmam büyük haksızlık" diyen Ebubekir Efendi,Tokat'ta doğmuştu.
Çocukluğu ve gençliği yoksulluk içinde geçmişti.Tokat'tan geçerken zekasına hayran olduğu Hekimoğlu Ali Paşa'nın maiyetine katılıp İstanbul'a geldiğinde yirmi beş yaşında bulunuyor,bu şehirde değerini bulacağının ümidiyle sevincinden kabına sığmıyordu.
Ebubekir şair adamdı.Kendisini Kani ile ilişkilendirip şiirlerinde Kani;"maden ocağından çıkarılmış cevher gibi söz söyleyen"mahlasını kullanmayı tercih etmişti.Özellikle nükte yüklü gazelleri,şiirleri,hicivleri kulaktan kulağa dolaşmaya başlamıştı.
Ebubekir Kani, İstanbul'da ki şuh meclislerin aranan aktörleri arasına girince,Tokat'taki Mevlevi devrişlerinden öğrendiği zikir ve tespihleri de terkediverdi.Vur patlasın çal oynasın bir hayat sürmeye başladı.Bu derbederlik ,bohem hayatı önce onun kaderini,sonra da bedenini çaldı;günden güne erimeye başladı...
Kani,arkasında hatıralar ve dostlar bırakarak o şehir senin,bu kasaba benim ,bir yaprak gibi savrula savrula Silistre'ye kadar vardı.Burada ki görevi,Ali Paşa'nın divan katipliği idi.Politik ve yöresel sorunlara ilişkin yazıları kaleme alıyor,idari ve resmi işleri yürütüyordu.
Ebu bekir Kani Efendi,artık bu bohemce hayatına bir çeki düzen vermek,yanı başındaki Tuna Nehri gibi bir dinginlik,durağanlık katmak istiyordu.Yaşı kırkı bulan ,saçlarına aklar düşen Kani,yaşlandığını düşünerek gençliğinin ardından ağıtlar yakmaya başladı.Kalbi de boştu,yuvası da..Daha evlenmemiş,aşk ateşi ile yanıp durulanmamıştı.
Kalbinde eksik kalan sevgiyi tamamlamanın çarelerini aramaya başlayan Kani,Ali Paşa'nın İstanbul'a dönemsi üzerine,Ulah beylerinden Voyvoda Alekxander'in özel sekreteri ve tercümanı olarak göreve başlamıştı.
Bir gün Ebubekir Efendi,nazlı nazlı akan Tuna kıyılarında dolaşırken çamaşır yıkayıp ,hayvanlarını otlatan bir Rum dilbere rastlar ve aklı başından gider,yanına yaklaşır.Kalbi duracak gibidir.
Eli ayağaına dolaşan Kani Efendi,işini bitirip yola çıkan bu güzelin hızla arkasından koşar.
Niyetinin kötü olmadığını söyleyip konuşmak isterse de umduğunu bulamaz.
Kız tanımadığı ve hiç görmediği bu insan karşısında ürperir.
Nihayet çareyi yürümekte oldukları tozlu yolun en dar yerinde boylu boyunca yatmakta bulan Ebubekir Kani;"Ya çiğneyip geçersin,ya selamımı alırsın"der.
Kızın ,"Başından utanmıyorsan yaşından utan,benim yaşımda kızın olur"demesi üzerine Kani,
"Hakikaten evlensem senin yaşında kızım olurdu,lakin senin gibisini bulamazdım.
Şimdi ise aradığımı buldum.Hilal kaşlım,selvi boylum,aşkını istiyorum"cevabını verir.
Kız:
-Aradığın bende değildir,varasın yoluna gidesin,derse deKani Efendiye laf anlatamaz.
Bir çeyrek saat kadar süren yolculuklarında Ebubekir Kani,nihayet kendini kontrol edebilmiş,şairane ve zengin hayaller ile kızın kalbini yumşatmayı başarmış ama ne adını,ne de kim olduğunu öğrenebilmişti.Kız önde,Kani arkada, yürüyorlardı.Rum kızı,kendisinin takip edilmesinden gizli bir haz da duymuyor değildi...
Ebubekir Kani,kızıkiliseye kadar takip etmişti.Bu takip sonunda onun,Rahip Petraki'nin kızı olduğunu öğrendi.Kani'nin tanıdığı Rahip Petraki,bir yıl evvel Limni'den özel davet ile buraya getirilmiş saygın bir rahipti ve kasabanın Hristiyan cemaati onun etkili vaazlarına tutku derecesinde bağlı idi.
Kani'nin aklı fikri Rum dilberindeydi.Yemeden içmeden kesildi;uykudan çalışmadan arındı.Gönlüne laf anlatamıyordu bir türlü.Günlerdir,adını bilmediği ve kimseciklere soramadığı Rum kızının yolunu gözlüyor,gece hayallerine sarılarak acı çekiyordu.
Aşk derdinden sararıp solmuştu.Günlerce bakışlarını köşe başlarına zincirleyip beklemiş ama sevgiliyi görememişti.Bu arada onun,on yaşlarında erkek kardeşini tanımış ve adının Tıryandafil olduğunu öğrenmişti.
Meçhul sevgiliye de kardeşinin adına izafen Tiryandafila adını vermişti.
Tiryandafila'nın hasretiyle cayır cayır yanan Ebubekir Kani her gece yeni bir gazel yazıyordu.
"Kaniya raz-ı dili açmak olur dildara,
Korkumuz natıka esrarımıza mahrem olur."
derken kimseciklere söyleyemediği aşkı,büyüdükçe saklamak daha da zorlaşıyordu.
Silistre Kalesi'nin burçlarından gün batımını seyreden ,Tuna'nın durgun sularında hayaller gören,akşam saatlerinde cırcır böcekleriyle konuşmaya çalışan Kani,gönlünde tutuşan ateşi söndürmek için daha fazla bekleyemedi,kızı babasından istemeya karar verdi.Kilisenin yolunu tuttu.
Rahip Petraki'ye halini anlattı:
-İşte kapınızda bağlı kulunuzum.İster içeride,ister dışarıda tutarsınız ama zincire taktığım kilidin anahtarı hiçbir zaman olmadı.Beni ondan kurtaracak irade sizin elinizdedir.
Kızınıza Allah'ın emmriiki Peygamberin kavli( Cheesy)üzere talibim.
Muhammed adına değilse İsa adına,onu sizden helalliğe istiyorum.
Ali Paşa'nın mektupçusu Ebubekir Kani ,dedikleri avare aşık benim...
Kani, daha sonra sözlerini,gözlerinin içine baktığı Rum dilbere çevirerek Rahip babasının şaşkın bakışları arasında devam etti:
-Tam kırk gün önce görmüştüm sizi ve aşkım bu gece pervanenin kanatlarında kemale erdi.Beni kabul ederseniz Allah adına,büyük elçileri adına,elimden gelen bütün güzellikleri yegane sermayem olan şu inci taneleri gibi ayağınıza serpmeye,bütün şiir dizelerimi sizin muhteşem güzelliğiniz için dizmeye yemin ederim...
Kani efendi bu sözleri söylerken,kuşağındaki küçük bir keseden çıkardığı bir avuç inci,
kilisenin taşlık yolunda ,genç kızın ayaklarına doğru akmaktaydı.
Rahip Petraki,kızını vermeye yanaşmamış,bu durum dört uzun yıl sürüp gitmişti.
Bu zaman zarfında Rum dilberde Kani'yi sevmiş,birbirlerine Türkçe-Yunanca mektuplar yazmaya başlamışlardı.Dördüncü yılda Rahip Petraki,halkın ayıplamalarından ve kızı hakkında çıkarılan dedikodulardan bıkmış,kızını Kani'ye vermeye razı olmuştu.
Fakat şartı çok ağırdı:Kani,Hristiyanlığı kabul edip vaftiz olacaktı.
Petraki'nin teklifi üzerine kendinden geçen,rahibin bir din adamı gibi değil debir zalim gibi davranmasına içerleyen ,biraz dda kızın gönlünü kazanmış olmanın verdiği güvenden güç alan Ebubekir Efendi,o ünlü sözünü patlattı:
-İnsaf eyle Petraki Efendi;kırk yıllık Kani,olur mu Yani....
Muammer Yılmaz - Tarihi Aşklar ve Aşk Mektupları