Uyan Gençlik Uyan Artık

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı zeron

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Kayseri
  • 3335
  • +426/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Uyanan Gençlik
Uyan Gençlik Uyan Artık
« : 22 Şubat 2013, 10:31:07 »
Gençler!
Şunu bilmelisiniz ki, “Erkâm’ın evinde karargâh kuran ve İslâm’ın zaferi elleriyle gerçekleşen, ilk küçük İslâm cema’atinin fertleri hep gençlerdi. Rasûlüllah (s.av.)’in Peygamber olarak gönderildiğinde yaşı kırktı.

Ebû Bekir (r.a.) ondan üç yaş küçüktü. Ali (r.a) hepsinin kücğü idi. Abdullah b. Mes’ûd, Abdur-Rahmân b. Avf, Erkâm b. Ebil-Erkâm, Saîd b. Zeyd, Mus’âb b. Umeyr, Bilâl b. Rebâh, Ammar b. Yâsîr ve onlarcası, yüzlercesi hep gençlerdi.

Bu gençler davetin yükünü omuzladılar. Tebliğ yolunda bunlar, akıl almaz eziyetler karşısında, sabır ve fedâkârlığın en üstün örneğinğ gösterdiler. Onlar gecelerini gündüzlerine katarak, İslâm’ın yayılmasını ve varlığını kabul ettirmesini gerçekleştirdiler. Bu dinin zafer kazanmasını ve yerleşmesini sağladılar. Kısa bir sürede müslümanların hâkimiyeti gerçekleşti. İslâm hükûmeti ve otoritesi kuruldu. Müslümanlar iki büyük ülkeye, Bizans ve Fars’a boyun eğdirdiler. Onların gölgesi (idâresi) doğuda Çin’e, kuzeyde Hazar, Ermenistan ve Rus ülkesine ulaştı. Şâm, Mısır, Berka, Trablus ve diğer Afrika ülkeleri müslümanların adâletine tâbî oldu. Bütün bunlar otuz beş senede gerçekleşti. Emevîler döneminde hâkimiyet ve otoriteleri Çin’e, Hindistan’ın büyük bir kısmına, Türkistan’a uzandı. Doğuda Çin hududuna ulaştılar, batıda Endülüs’e (İspanya) girdiler. Abbasî halîfelerinden Haru er-Reşîd, İslâm ülkelerinin genişliğini şöyle anlatabilmiştir:

“Yağmurunu istediğin yere yağdır. Nasıl olsa (senin suyunla bitecek mahsûlün) haracı bize getirilecektir.”

İşte Ukbe b. Nâfî’... Atlas Okyanusu’nun kenarında atını dizlerine kadar denize sürüp şöyle haykırmıştır:

“Allah’ım! Ey Muhammed’in Rabbi, şu deniz karşıma çıkmasaydı, senin ismini yüceltmek yolunda bütün dünyayı fethederdim. Allah’ım, şâhid ol...”

İşte kuteybe el-Bahilî... Doğunun son noktasına varmış, Çin ülkesine mutlaka girmek isterken yakın adamlarından biri onu ikaz ediyor, diyor ki:

“Ey Kuteybe, Türklerin ülkesine daldın. Olaylar zamanın iki kanadı arasındadır; gelir de, gider de (yâni lehine de tecellî eder, aleyhine de...)

Kuteybe sarsılmaz bir im^nla şu cevabı verdi:

“Allah’ın zafer vereceğine sağlam inancım sebebiyle bu ülkelere daldım. Vakit geçerse, hazırlığın faydası olmaz.”

İkaz eden şahıs onun azmini ve samimiyetini görünce,

“Yoluna istediğin şekilde devam et, ey Kuteybe! Bu Allah’dan başkasının kıramayacağı sağlamlıkta bir azimdir” demek zorunda kaldı.

Gençler!
Dünya onlardan daha asil ve şereflisini, daha merhametli ve şefkatlisini, daha yüce ve daha ulusunu, daha üstün ve daha âlimini tanımış mıdır?
İnsanlar kölelik zinciriyle bağlı iken onlar hürriyeti ilân ettiler, akıllar câhiliyyet kelepçesiyle tutuklanmış iken tevhîdi yaydılar, Bizans ve Fars halklarını ihtirasları uğruna savaşa zorlarken onlar adâleti ayakta tuttular.

Başkaları malı zulûmle toplarken onlar hayır yollarında harcadılar. Başkaları annelerini ve kız kardeşlerini satarken onlar ırzları ve nâmuslarını korudular.

Alınları Allah huzurunda secdeye vardı ama, başkaları karşısında alınlarını dik tuttular. Kalbleri güzelliklerden hoşlanırken, bütün çirkinliklerden de nefret ettiler. Akılları hakka inandı ve bütün batılları reddetti. Bir ellerini Allah’a açtılar, diğerini insanlara uzattılar.

Dine inandılar, çünkü dünyayı yüceltmek istiyorlardı. Dünya için çalıştılar, çünkü bu yolla dine hizmet etmek istiyorlardı. Din ile dünyayı bir araya getirdiler, çünkü dünyada izzet ve şeref sahibi olmayı, Âhirette kurtulanlardan olmayı arzu ediyorlardı.

Dünyaya hükmettiler de onu güven ve sulh ile doldurdular. Musîbet rüzgârları onlara doğru esti ama, onları sabır ve tebessümle karşıladılar. Kim onlara düşmanlık beslediyse dünyayı onların başına yıktılar.

Şehîdlerin kanı onlara göre gençlerin ve yaşlıların güzel kokusu gibidir. Düşmanların oku onların göğüslerinde izzet ve olgunluğun işâretidir. Dinleri yolunda ölüme atılmak onlar için kadın ve çocukların şarkısına benzer.

Aslında onlar hiç bir nesle benzemeyen tek bir nesildirler. Diğer insanlara benzemeyen gerçek er kişidirler. Diğer ümmetlere benzemeyen önder bir ümmettirler. Allah (c.c.) onlardan şöyele bahseder:

“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.” (Al-i İmran/110)

Gençler!
Dillerin tekrarladığını, hançerlerin haykırdığını çokça duyduğumuz beş slogan vardır ki, bunlar:

“GAYEMIZ Allah’DIR.”
“ÖNDERİMİZ RASÛLÜLLAH’TIR.”
“DÜSTURUMUZ KUR’ÂN’DIR.”
“YOLUMUZ CİHÂD’DIR.”
“Allah YOLUNDA ŞEHÎD OLMAK EN YÜCE EMELİMİZDİR.”

Ancak, şurada burada mü’min ağızlarından taşan bu sloganların kalblerde iş görmesi ve nefislerde iz bırakması, bunları söyleyenlerin, İslâm peygamberinin kurup Halîfeleriyle Ashâbının ve kıyâmete kadar iyilikte onlara tabî’ olanların devam ettirdikleri ilk medresenin öğrencilerini örnek edinmeleriyle mümkündür. Bu medrese öyle erleri, öyle kahramanları me’zûn etti ki, onlar, devamlı şekilde, her zaman ve her yerde, müslüman nesilleri ilim ışığıyla aydınlattılar, iman ve ihlâsla aydınlattılar, cihâd ve fedâkârlık konusunda aydınlattılar, kararlılık ve azimle aydınlattılar, tebliğ ve davetle aydınlattılar, ahlâk ve iyi muamele konusunda aydınlattılar.

Gençlerimiz bu beş sloganı huy edinir, bunların izleri sözlerinde ve işlerinde görülür ve hayatlarında tatbik ederlerse, İslâm’ın izzet ve varlığının geleceğine, müslümanların birlik ve hâkimiyetlerinin kurulacağına ümit beslemek gerekir. Bunu gerçekleştirmek Allah’a güç gelen bir şey değildir.

Gençler!
Gayemiz Allah’dır şiârıyla ahlâklanmanın ne demek olduğunu biliyormusunuz?

Her sözünüz ve işinizde, her ibadet ve cihadınızda Allah'a ihlâsla bağlanacaksınız ki Allah sizleri ihlâslı kullarından kabul etsin. Her zaman şu ayeti dilinizden düşürmeyin:

“De ki, şüphesiz benim namazım da, ibadetlerim de, dirimim de, ölümüm de hiç bir ortağı olmayan, alemlerin Rabbi Allah’ındır. Ben böylece emrolundum. Ben müslüman olanların ilkiyim.” (El-En’am:162-163)

Vicdanınızın en derin noktasından inanmalısınız ki, Allah’ın dini İslâm hidayete erdirici, kurtarıcı kaplayıcı ve ebedidir. Diğer bütün beşeri sistemler bir aldanış, bir tlihsizlik, bir bilgisizlik örneğidir.

“Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet, onların keyflerine uyma, Allah’ın sana indirdiği (hükümlerin) bir kısmından caydırmalarına karşı onlardan kaçın. Eğer onlar (indirilen hükümleri kabulden) yüz çevirirlerse bil ki Alalh, günahlarının biri sebebiyle bile kendilerini mutlaka musibete uğratmak istiyordur. İnsanlardan bir çoğu muhakkak ki Allah’ın emrinden dışarı çıkanlardır. Onlar halâ cahillik devrinin kötü hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilen (ve inanan) bir kavim indinde hükmü Allah’dan daha güzel olan da kimdir?” (El-Maide:49-50)

Allah’ın emrettiği ve nehyettiği her şeyi tam bir teslimiyetle kabul etmektir. Bu Allah’a imanın ve O’na kulluğun gereğidir. Çünkü Allah yaratıcıdır. Yarattıklarına ait hususlarda istediği şekilde tasarrufta bulunmak sadece O’na aittir. O her şeyi bilendir. Dolayısıyla kullarının yararına olan nizamları, proğramları ve hükümleri en iyi bilen O’dur. O hakimdir. Her şeyi, menfaati celbedecek zararı giderecek şekilde, en uygun bir surette yerli yerine koyabilecek olan yine O’dur.

Mü’minlerin emîri Hz. Ömer b. El-Hattab (r.a.)’in Rasûlüllah (s.a.v.)’in Hacer’ül Esvedi öpüşünü bir hikmet aramaksızın selâmlayıp öperken söylediği sözleri örnek almanız size yeterlidir. O Hacer’ül-Esved’i öperken şöyle demişti:

“Biliyorumki sen bir taşsın. Ne zarar, ne de fayda verirsin. Rasûlüllah (s.a.v.)’in seni öptüğünü görmeseydim, ben de seni öpmezdim.” (Buharî, Müslim)

Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur:

“Allah ve peygamberi bir işe hüküm ettiği zaman gerek mü’min bir erkek; gerek mü^min bir kadın için işlerinde kendilerine seçme hakkı verilmemiştir.” (El-Ahzâb/36)

Kalblerinizin en derin noktasından kesinlikle inanmalısınız ki, dirilten de, öldüren de, izzet veren de, zelîl kılan da, fayda sağlayan da, zararlandıran da Allah’dır. Her şeyin tasarrufu O’nun elindedir. Her şeye gücü yeten de O’dur.

Şu halde iyi kötü her durumda O’nun hükmüne boyun eğmeniz, başınıza gelecek her şetde O’nun takdirine razı olmanız, her sıkıntıda O’nun hükmüne sabretmeniz gerekir.

Şu âyet-i kerimeyi devamlı göz önünde bulundurmanız size yeterlidir:

“Andolsun ki sizi, biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsûllerden yana eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenlere (lûtf-u keremimi) müjdele. Ki onlar kendilerine bir belâ geldiği zaman: “Biz (dünyada) Allah’ın (teslim olmuş kulları)yız ve biz (Ahirette de) ancak O’na dönücüleriz” diyenlerdir. Rablerinden mağfiretler ve rahmet hep onların üzerinedir ve onlar doğru yola erdirilenlerin tâ kendileridir.” (El-Bakara/155-156-157)

İnsanlar sizden ister hoşnut olsunlar, ister kızsınlar, ister sizi övsünler, ister kötülesinler, ister sizden yüz çevirsinler, ister size yönelsinler, hiç birine aldırmadan Allah’ın rızasını ve korkusunu varlığınızın hedefi yapmadıkça, “Gâyemiz Allah’dır.” şiârını gerçekleştirmeniz mümkün değildir.

Bu konuda da şu âyeti kerimeyi göz önünde bulundurmalısınız:

“Eğer onlar mü’minler iseler Allah ve Rasûlünü razı etmeleri daha doğrudur.” (Et-Tevbe /62)

Rasûlüllah (s.a.v.)’in şu Hadîslerini de hatırınızdan uzak tutmayınız:

“Allah’ı gazablandırmak pahasına insanları hoşnut edeni, Allah insanların eline bırakır. Allah’ı razı etmek pahasına insanları kızdıranlara karşı ise, Allah kâfidir.” (Tirmîzî, Ebû Nuâym)

“Rabbını gazablandıracak bir konuda idareciyi hoşnut eden Allah’ın dininden çıkmıştır.” (Hâkim)

Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanmak konusunda şu şiiri söyleyen ne güzel söylemiştir:

“Sen bana tatlı davranırsan, isterse hayat acı olsun aldırmam”
“Sen benden hoşnut olursan, insanların öfkesi bana vız gelir.”
“Seninle benim aramdaki sevgi mâmûr olsun da”
“İsterse dünya ile benim aramdaki harâb olsun, umurumda değil”
“Senin sevgin gerçek olursa, her şey bana kolaylaşır.”
“Toprak üzerindeki her şeyin değeri toprak olmakla kalır.”