Psikoloji ve Etik
Türk Psikologlar Derneği (TPD) 18 Nisan 2004 tarihinde bir Etik Yönetmelik, bir de Etik Süreç Yönetmeliği kabul etti. Bu durum bir yandan TPD’nin, bir yandan da psikolojide etik sorununun yeniden tartışılmasını gündeme getirmeliyken şu ana kadar üzerinde pek durulmadı. Bu sorunu gündeme taşımak tabii ki eleştirel psikologlara düşmekte. Eleştirel psikologların ne TPD’nin kendisini psikolojinin tek resmi sözcüsü ilan etmesini tartışmadan kabul etmesi, ne de bağlayıcı olması istenen etik ilkeleri eleştirel düşüncenin süzgecinden geçirmemesi beklenemez. Mainstream’i başka bir deyişle egemen psikolojiyi bir yargı mekanizmasına dönüştürmeye yönelik bu girişim eleştirel psikologların dikkatinden kaçamazdı.
Tabii ki bu tartışmanın bir ucunda da TPD’nin umutlarını bağladığı bir psikologlar meslek yasası sonucu bir meslek odası haline dönüşerek psikologların tümünü bağlayacak bir mesleki iktidara dönüşmesi yatmaktadır. Psikolojinin odalaşması görünüşte bir yandan psikologların politik etkinliğinin artması gibi bir avantaj taşıyorsa da, bir yandan da egemen akımın resmi bir sözcüye, daha da ötesi bir iktidar odağına dönüşmesine yol açacak: Psikoloji gibi hakim bir paradigmanın varlığından söz edemeyeceğimiz bir disiplin için problemli, hatta tehlikeli bir durum. Egemen psikolojinin savunucularının bu iktidarı eleştirel muhaliflerine karşı nasıl kullanabileceklerine ilişkin etik tartışması bir fikir verebilir nitelikte.
Diğer yandansa etik tartışması bilim olduğunu ilan eden ve bunun pratik karşılığını, yani meslekleşmeyi neredeyse fetişleştiren bir anlayışın etik tutumunun nasıl olabileceğine de iyi bir örnek sunuyor. Yönetmeliklerde toplumsal etikten söz edilmezken, meslek etiği her noktada ön plana çıkartılıyor. Tabii bazı çelişkiler pahasına. Ancak bu çelişkiler kolayca göz ardı edilebilecek çelişkiler değil. Nitekim bu çelişkilerin arkasında egemen psikolojinin temel sorunları yatıyor.
Öyleyse etik soruna yaklaşımda eleştirel psikologların egemen akımdan ayrımını ortaya koymanın zamanı gelmiş bulunuyor. Bunu yaparken TPD’nin Etik Yönetmeliği’ni ve Etik Süreç Yönetmeliği’ni takip edeceğiz.
Yönetmeliğin nasıl bir dikkatle hazırlandığını gösterir bölümlerin üzerinde pek durmayacağız. Bir örnek olarak Etik Yönetmeliği’n ilk bölümündeki çelişkili ifadeden bahsedebiliriz. 1.1. maddede şöyle bir ifade geçmekte:
“Psikolog, uluslarası standartlar düzeyinde ve T.C. Psikologlar Meslek Yasasının (yasalaştığında) ve Türk Psikologlar Derneği’nin gerekli gördüğü koşullara uygun yasal eğitimi alıp yetkinliğini elde etmek ve en yüksek düzeyde tutmaya devam etmek sorumluluğunu alır.”
Bu ifade zaten kendi içinde tutarsızlık taşımaktadır. Amacımız söz oyunu yapmak değil, bir yönetmelik hazırlanır ve kabul edilirken gösterilen dikkatsizliğin nasıl çelişkilere yol açabileceğini göstermek. Bir “psikolog” asla uygun yasal eğitimi alma sorumluluğunu eline alamaz. Çünkü bu, “kavram olarak” psikologun özüne aykırıdır. Uygun yasal eğitimi almamış kişi zaten psikolog olarak adlandırılamaz. Sadece bu madde bile yönetmeliği hazırlayanların ve kabul edenlerin dikkatini göstermektedir. Tabii bu durumda çok daha önemli noktalarda “gözden kaçan” şeyleri sıralamak da bize kalıyor.
Meslek Etiği Toplumsal Etiğin Önünde mi?
Etik yönetmeliğin kimi maddeleri bu soruya olumlu yanıt verilmesini sağlayacak nitelikte. Bunlardan biri 2.3.1. madde. Bu maddede şöyle deniyor:
“Psikolog, yakınlık ve cinselliğin, hizmet verdikleri ile ilişkisini doğrudan ya da dolaylı biçimde etkileyebileceğinin farkındadır. Bu durumla bağlantılı olarak ilişkinin özelleşmesi ve cinselleşmesinden kaçınır. Çünkü bu tür ilişkiler gerekli mesleki mesafeyi azaltır, profesyonel ilişkiyi zedeler, çıkar çatışması ve kötüye kullanıma yol açabilir ve en önemlisi hizmet verdiği kişiye zarar verir. Sonuç olarak; psikolog, halen hizmet verdiği kişilere cinsel ima ve yaklaşımlarda bulunmaz, onları taciz etmez ve onlarla cinsel ilişkiye girmez.”
Bu madde baştan sona talihsizce düzenlenmiş bir madde. Psikologun yaşadığımız toplumda eğitimi, bilgisi ve statüsünden kaynaklı olarak sadece terapi odasında değil bu odanın dışında da insanlarla ilişkisini doğrudan ya da dolaylı biçimde etkileyebileceğini kabul etmek gerekir. Etik ilkeleri terapi odasının içiyle sınırlı tutmak, yani “halen hizmet verdiği kişilere cinsel ima ve yaklaşımlarda bulunmaz, onları taciz etmez ve onlarla cinsel ilişkiye girmez” diyerek sorunu halletmeye çalışmak terapistin bu sözkonusu edimleri “halen hizmet vermediği” kimselerle ilişkisinde bir belirsizlik yaratır. Yani etik yönetmelik psikologun terapi sırasında danışanını taciz etmesiyle ilgilenirken, iş yerinde bu ilkelere son derece sadık bir psikologun evine dönerken otobüste başkalarını taciz etmesine aldırmaz görünmektedir. Hele söz konusu şey cinsel taciz ve istismar olduğunda buna maruz kalanın halen hizmet alıp almadığına bakmanın anlamsızlığı aşikardır. “Hizmet verdiği kişileri” taciz etmediği halde aile içi şiddete başvuran bir psikolog meslek etiğine uygun mu kabul edilecektir? Öyleyse meslek etik ilkelerini kapsayan toplumsal etik ilkelerin ön plana konması gerekir.
Benzer bir sorun insan hakları konusunda da söz konusudur. Etik Yönetmelik’in 5. maddesinde şöyle bir ifade var:
“Psikolog, her durumda insan haklarına ve onuruna saygı gösterir. Yaş, kimlik, cinsiyet, cinsel kimlik, cinsel tercih, etnik köken, din, mezhep, sosyo-ekonomik düzey ve engelli oluşa karşı ayrımcılık yapmaz.”
Bu maddede değinilmeden bırakılan pozitif ayrımcılıktan bu noktada bahsetmek gerekir. Yan tutmama, eşitlikçi olmayan toplumlarda aslında ideolojik bir tutumdan öte bir şey değildir. Sonuçta yan tutmayanın egemen olanın yanında olduğu da aşikardır. Bu koşullar altında ezilen cinsiyet, cinsel tercih, etnik veya dinsel köken, toplumsal sınıf ve psikolojik ya da bedensel olarak sorunlu insanları ayrımcılık yapmaksızın ele almak yerine, onların yanında konumlanmak toplumsal bir sorumluluğun gereğidir. Eşit davranma, haklarına ve onurlarına saygı gösterme tek başına yeterli değildir. Eleştirel psikologlar ezilen grupların ve sınıfların yanında konumlanmayı ve bu konumlanışı görüşme odasıyla sınırlı tutmamayı savunur. Bu anlamda erkek egemen, şovenist, ayrımcı kapitalist toplumun tüm baskı ve şiddet edimlerinin etik dışı olduğu, söz konusu edimin terapi odasında ya da başka bir yerde gerçekleşmiş olmasına bakılmaksızın kabul edilmelidir. Üstelik eleştirel psikolog bununla da yetinemez. Ayrımcılığa ya da toplumsal şiddete maruz kalmış insanların sorunlarını terapi odasının dışında da savunmak durumundadır. Tecavüze uğrayan bir kadına görüşme odasıyla sınırlı bir yardım sunmak yerine, mağdurun mağduriyetini giderecek ve mağduru emniyete alacak önlemlere başvurur. Psikolojik desteğin yanısıra hukuki süreçte ve barınacak yer bulmasında mağdura destek olur. Gerekli çevrelerle ve uzmanlarla işbirliği yapar. Bu anlamda psikolojik desteği, bireyleri hasta eden toplumsal bir düzene karşı mücadelenin bir parçası olarak görür. Bu anlamda tarafsız değildir, her türlü sömürü ilişkisinin karşısında, ırkçılığa, etnik ayrımcılığa, cinsel ayrımcılığa, karşı çıkar, düşünce ve vicdan özgürlüğünün savunuculuğunu yapar. Eleştirel psikolog mesleki nedenlerle pasif değil, toplumsal nedenlerle aydın sınıfa dahil olmanın topluma karşı getirdiği yükümlülüklerin bilinciyle davranır. Bu anlamda toplumsal etiği egemen psikolojinin temsilcilerinin tersine, her zaman meslek etiğinin üstünde tutar.
TPD Ve İşçi Sınıfı
Eleştirel psikolojinin bu noktada gözünü çevireceği en önemli çelişkilerden biri, kapitalist toplumun temel çelişkisidir. Etik yönetmeğin 2.3.2. maddesinde ekonomi bilimi bilmemekten kaynaklı şu ifade yer alıyor:
“Psikolog bilgi, statü ve sahip olduğu gücü kullanarak; kendi yararları doğrultusunda, danışanların, öğrencilerin, süpervizyon verdiği kişilerin, araştırma katılımcılarının, kurumsal danışanların ve iş yeri çalışanlarının emeklerini ve finansman kaynaklarını sömürmez.”
Psikologun iş yeri çalışanlarının emeklerini sömürmeyeceğine yönelik ifade aslında endüstri psikolojisini imkansızlaştıracak bir ifadedir. Endüstri psikologunun varlık amacı, hizmet ettiği şirketin verimliliğini, yani karını arttırmaktır. Kar arttırmanın bugüne kadar bilinen iki yöntemi vardır: Maliyetleri azaltmak ve ücretleri düşürmek. Psikologun işinin üretim maliyetlerini düşürmek olmadığı aşikar. Ne hammadde fiyatlarını ne de şirketin sabit harcamalarını şirket psikologu etkileyemez. Geriye bir tek soru kalıyor. Psikolog ücretleri düşürebilir mi? Sorunu daha farklı koymakta fayda var. Psikologun katkısıyla işçi verimliliğinin artması demek, belirli birim saatteki işçinin üretiminin artması demektir. Bu da işçinin yarattığı değerin artması anlamındadır. Ancak işçinin verimliliği arttığı için ücretinin aynı oranda artması beklenmez. Yoksa doğal olarak şirketin işçinin verimliliğini arttırmak gibi bir talebi olmazdı. Bunun yerine şirketin işçinin yarattığı değerden aldığı pay artacaktır.Bir başka deyişle, artı değer sömürüsü daha büyük bir orana ulaşacak ve yarattığı değer karşısında işçinin aldığı ücret reel olarak düşecektir. Psikolog şirkette artı değer sömürüsünün arttırılmasına hizmet eder ve kendi maaşı da bir değer yaratmaktan değil, bu sömürülen artı değerin yeniden paylaşılmasından gelir. Eğer işgücü sömürüsü etik ilkeler tarafından yasaklanırsa, bu aynı zamanda endüstri psikologlarının sadece endüstri psikologu oldukları için etik ilkelerin dışına düşmüş oldukları anlamına gelir.
Öyleyse etik yönetmelik önünde iki yol durmaktadır: ya psikolog artı değer sömürüsünün her türüne karşıdır ve bu sömürüye karşı mücadele eder diye bu madde değiştirilecektir ki bu noktada eleştirel psikologların her türlü sömürü ilişkisine karşı olma ilkesi benimsenecektir, ya da işyeri çalışanlarının işgücü sömürüsünün etik ilkeler içinde olduğu kabul edilecektir.