Prusyalı devlet adamı. Almanya İmparatorluğunun kurucusu ve ilk başbakanı.
Otto von Bismarck (1 Nisan 1815 - 30 Temmuz 1898), 19. yüzyılda gevşek bir konfederasyon olan Almanya’nın güçlü bir imparatorluğa dönüşmesinde en önemli rolü oynayan ve ilk şansölyesi (başbakan) Alman devlet adamıdır. Unvanları Bismarck-Schönhausen Kontu ve Lauenburg Dükü olan Otto von Bismarck Yeni Almanya'yı kılıç ve kan politikasına göre kuracağını söylediği için kendisine Demir Şansölye (başbakan) adı verilmiştir.
1 Nisan 1815'de Brandenburg'daki Schönhausen'de doğdu. Babası, Ferdinand Von Bismarck-Schönhausen, Prusya ordusunda görev yapmış büyük bir toprak sahibi asilzade; annesi Wilhelmine Menclen, Üçüncü William Frederick'in yüksek memurlarından birinin kızıydı. Anne ve babası arasında bu zıtlık, Bismarck'ın tabiatındaki çelişkilerin temel sebebi olmuştur. Görünüş olarak ve zevkleri itibariyle, güçlü bünyesi, doymak bilmez iştahı ve ülkesine bağlılığı ile tam bir asilzadeydi. Buna karşılık, ruhi bakımdan aşırı hissi, çok terbiyeli, çok hassastı. İnce bir zekaya ve kendini yüksek sınıftan bir Alman yazarı yapacak derecede güçlü bir ifade ve kabiliyete sahipti.
Yüksek öğrenimini hukuk dalında, pek de parlak olmayan bir şekilde Göttingen ve Berlin Üniversitelerinde yaptı (1832-1835). Kısa bir askerlik hizmetinden sonra ailesinin topraklarının idaresini eline aldı. Bu sıralarda kendini tarih ve felsefe konusunda yetiştirdi.
Arazilerin başındaki hayatı sırasında dinine çok bağlı bir muhitte yaşıyor ve bu hayattan hoşlanıyordu. Sonunda bu çevreden dinine çok bağlı biriyle Johanna von Puttkamer ile evlendi (1847). Hayatı boyunca İslamiyeti tetkik etmiş, her fırsatta hayranlığını dile getirmiştir.
Bismark, Kur'an-ı kerimdeki ilahi kudret ve azameti ve Peygamber efendimizin şanını şöyle ifade ediyor:
"Muhtelif devirlerde insanlığa yol göstermek için Allah tarafından gönderildiği iddia edilen bütün kitapları etraflı olarak inceledimse de, hiç birinde hikmetli bir bahis görmedim. Bu kitaplar, değil bir toplumun veya milletin, bir ev halkının dahi saadetini sağlamaktan uzaktırlar. Fakat, hazret-i Muhammed'in kitabı böyle değildir. Ben Kur'an-ı kerimi tedkik ettim. Her kelimesinde bir hikmet buldum. Muhammed'in düşmanları bu kitabı O'nun yazdığını söylüyorlarsa da en gelişmiş dimağların dahi böyle bir eser vücuda getirmelerine imkan yoktur."
"Ey Muhammed! Sana muasır olamadığımdan dolayı çok müteessirim. Muallimi ve naşiri olduğun bu kitap senin değildir. O ilahi kaynağa bağlıdır. O'nun ilahi bir kitap olduğunu inkar etmek, mevcut ilimlerin yanlışlığını ileri sürmek kadar gülünç olur. Bu sebeple, beşeriyet senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra bir defa daha görmeyecektir. Ben, huzurunda kemal-i hürmetle eğilirim."
1847'de Prusya birleşik meclisine seçilmesi Bismack'ın siyasi hayatının başlangıcı olmuştur. İhtilalci fikirlerin Avrupa başkentlerini kasıp kavurduğu sıralarda muhafazakar ve liberal görüşlü Bismarck, sosyalist eğilimlerin yıkıcı olduğunu savunmasıyla dikkatleri çekti, şöhret buldu.
Bismarck'ın 1851'de Prusya delegesi olarak Frankfurt'taki Alman Konfederasyonu Meclisine tayini diplomatlık mesleğinin başlangıcı sayılır. Sonraki yıllar Frankfurt'ta ortaya çıkan siyasi karışıklıklar sonunda, kendi deyimiyle buzdolabına konmak üzere 1859'da Petersburg'a, 1862'de Paris elçiliğine gönderildi. Daha sonra 22 Eylül 1862'de acele olarak Başbakan ve Dışişleri Bakanı sıfatlarıyle Berlin'e çağrıldı.
Başbakan olarak Bismarck'ın başardığı işlerin başında Almanya'nın birliğini kurması gelir. İnce politik sanatıyla bu zor işi başarmış, daha sonra 18 Ocak 1871'de Versailles'te Alman İmparatorluğu tescil edilmiştir.
Bismarck 20 Mart 1890'da anti-sosyalist programının ve Rusya politikasının reddedilmesi üzerine, Başbakanlıktan istifa ederek, imparatorluğunun idaresini genç imparator İkinci Wilhelm'in titrek ellerine bıraktı ve 1898 yılında öldü.
Ülkeyi adeta tek başına idare eden ve kendine halef yetiştirmemiş olan Bismarck'tan sonra imparatorluk, acemi idareciler elinde onun ölümünden sonra ancak 20 yıl ayakta kalabildi. Bismarck'ın büyüklüğü, dış politikadaki başarısından gelir. Dış politikada o zamana kadar Avrupalıların anlayamadığı "imkanlar sanatı"nı kavramıştı. Avrupa'ya hakim olmayı hiçbir zaman arzulamamış, büyük güçleri birbiri karşısına getirirek dengelemeye çalışmakla yetinmiştir. "Siyaseti, Sultan İkinci Abdülhamid'den öğrendim!" sözü meşhurdur. Hatta Abdülhamid Hanın yüksek siyaseti için; "Dünyada on gram akıl olsa, bunun bir gramı bende, bir gramı diğer dünya devlet adamlarında, sekiz gramı Sultan İkinci Abdülhamid'dedir." itirafında bulunmuştur.
Harbe karşı olmamakla birlikte, meseleleri diplomasi yoluyla halletmeyi tercih etmiş ve politikası için lüzumlu olduğunda, ancak sınırlı maksatlarla harbe girmiştir. Kurduğu ittifak sistemiyle, Avrupa barışını korumak gayesini gütmüş bu sistem içinde büyük bir kabiliyetle Avrupa güçlerini birbiri karşısında tutmayı başarmıştır. Barışın kalıcı olduğuna inanmamakla birlikte, Berlin Kongresinden sonra büyük çalkantılar içindeki Avrupa'ya 30 yıllık barış çağının asıl mimarı olarak isim yapmıştır.