Hazret-i Musa’yı bebekken Nil Irmağından kurtarıp, büyüten, sonra da onun peygamberliğine inanan hanım.
Fir’avn’ın hanımıdır. Yusuf aleyhisselama iman eden Reyyan bin Velid’in neslindendir.
Kavminin seçkin kadınlarından olup, iffet ve cemal sahibiydi.
Mısır’da ilahlık iddiasında bulunan Fir’avn, gördüğü bir rüya üzerine İsrailoğullarından doğacak bütün erkek çocukların öldürülmesini emretti. Bu sırada Musa aleyhisselam dünyaya geldi. Musa aleyhisselamın annesi, onu öldürülmekten kurtarmak için, Allahü tealanın ilhamıyla bir sandığa koyarak Nil ırmağına bıraktı. Akıntıyla sürüklenen sandık Fir’avn’ın sarayının bahçesine ulaştı. Irmağın suları üzerinde sandığın sürüklendiğini gören saray vazifelileri, sandığı alıp Fir’avn’ın hanımı Asiye’ye götürdüler. Hazret-i Asiye, sandığın içinden çıkan ve akıllara durgunluk verecek güzellikteki çocuğa karşı muhabbet ve acıma hissi duydu. Fir’avn ise o çocuğu öldürtmek istedi. Hazret-i Asiye’nin ısrarlı isteği üzerine onu evlad edindiler. Büyüyüp erginliğe ulaşan Musa aleyhisselam, bir ara Mısır’dan ayrılıp Medyen’e gitti. Bir müddet sonra Medyen’den dönüşte Allahü teala tarafından peygamber olarak vazifelendirildi. Fir’avn ve adamları Musa aleyhisselamın peygamberliğini kabul etmediler. Hazret-i Asiye ise Musa aleyhisselamın peygamberliğine iman etti. Bir müddet imanını gizledi. Gizli gizli Allahü tealaya ibadet etti. Onun gizlice iman ettiğini öğrenen Fir’avn, vazgeçmesi için tehdidde bulundu. Fir’avn, bütün tehdid ve eziyetlere rağmen imanından dönmeyen hazret-i Asiye’yi ellerinden ve ayaklarından dört direğe bağlatıp sırt üstü yere yatırttı. Göğsü üzerine değirmen taşı koydurdu. Bu eziyetler ve işkenceler esnasında; “Ya Rabbi! Benim için nezdinde Cennet’te bir ev yap! Beni cahil Fir’avn’dan, batıl kötü amelinden ve zalim olan bu kavmin şerrinden koru!” diye dua etti. Allahü tealä tarafından kendisine; “Başını kaldır!” diye ilham olundu. Başını kaldırıp baktığında, gözünden perde kaldırılıp Cennet’te kendisi için beyaz inciden yapılmakta olan köşkü gördü. Artık yapılan eziyetlerden acı duymuyor, Cennet’te kendisi için hazırlanan köşkü seyrediyor ve gülüyordu. Asiye’nin imanını Fir’avn’ın akıl almaz işkenceleri bile söndürememiş, bilakis onu daha kuvvetlendirmiş, gelecek nesillere örnek olmuştur.
Bu duruma iyice kızıp sinirlenen Fir’avn, hazret-i Asiye’nin üzerine daha büyük kaya atılması ve böylece çok elem verici büyük işkence ve eziyyet yapılmasını emretti. Fakat o kaya cesedi üzerine atıldığında, hazret-i Asiye çoktan ruhunu teslim etmişti.
Kurani Kerimin övgüyle bahsedip, azim örneği olarak tanıttığı hanımlardan birisi de hazreti Asiye sa.`dır. Onun tevhid inancı o kadar derin ve etkileyiciydi ki asırlar ve çağlara hitap ederek, ebediyete kadar canlı kalacak Kurani Kerim ayetleriyle birlikte inananlar için ölümsüz bir karakter haline getirmiştir bu inancı Hazreti Asiyeyi. Hazreti Asiye gerek erkek, gerek kadın iman sahipleri için mükemmel bir örnektir ki Tahrim suresi 11 ayette bu konu hakkında şöyle buyurulmuştur:
“Allah, inananlara da Firavun'un karısını misal gösterdi. O: Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar! demişti. „[1]
Şimdi onun imanını ve azmini daha iyi anlamak için firavunun sarayındaki konumuna yakından bir göz atalım:
Mısır kraliçesi Asiye Mısır’da asillerdendi ve İsrailoğullarına müntesipti. Fir’avn’ın sarayında çok yüce bir mevkide bulunuyordu. Bütün imkanlar, lüks bir yaşam ve rahatlık ayaklarının altına seriliyordu. Her ne istediyse hemen yerine getiriliyordu. Etrafındaki zevk ve sefahat alemine dalmaya hazır bir durumda olup, yaratıcısını ve insani değerleri bir tarafa kolaylıkla atabilirdi.
Yusuf (a.s)’ın, babasını ve kardeşlerini Mısır ülkesine getirip yerleştirmesinin üzerinden ortalama dört yüz yıl geçmiş bulunduğu bir dönemde yaşamıştır. Geçen yıllar pek çok şeyi değiştirmiş, olduğu gibi hiç birşeyi bırakmamıştır. Yusuf (a.s) ölünce, Mısır’ın yönetici kesimi Tevhidi düzeni bırakıp tekrar çok ilâhlı sisteme geçmiştir.
Rivayetlere göre Asiye’nin kocası olan Firavun Velid b. Mus’ab, Mısır Firavunlarının üçüncüsü idi. Kavmini önce Putlara tapmağa davet etti.[2] Elli yıllık Puta tapıcılık döneminde, hiç bir isyan meydana gelmediğini görünce, tebâsını toplayarak onlara: “Sizin en yüce Rabb’iniz benim” dedi.[3]
Böylece halkı Putperestlikten men ederek kendisine tapmağa davet etti. Firavun, Nil suyunun üzerinde bir taht yaptırmıştı. Daimi meclisi orada idi. Kendisi taht üzerinde oturur, çevresinde çalgıcılar ve oyuncular bulunurdu. Su üstünde sanatla yollar yaptırılmış, yemekler o yollardan getirilmekte ve türlü türlü yiyecekler Firavun’un sofrasına konmakta idi. Yalnız kendisi canı istediği kadarını yer, halk ise tahttan aşağıda yerde otururlardı. Firavun’un önünden arda kalan yiyecekler önlerine gelirdi ve onu yerlerdi. Kur’an Firavn’un zalimliği ve kendisini her şeyin sahibi zannederek kavmini küçümseyişini “Ey Kavmim, Mısır mülkü ve şu altımda akmakta olan ırmaklar benim değil mi? Yine de görmeyecekmisiniz.”[4] “(Firavun) Böylelikle kendi kavmini küçümsedi, O’nlar da O’na itaat ettiler.” [5] şeklinde ifade etmektedir.
Hz. Asiye’nın kocası hegemonyası ve zulmü sadece tüm Mısır’ı ve kolonilerini değil, aynı zamanda kendi sarayını da sarmış bir firavundu. Bu, Asiye’nin çok iyi farkında olduğu bir gerçekti.
Asiye bu boğucu atmosfer içinde 30 yıl kadar yaşadı, ama ne bu cezbedici saray hayatı ve ne de kocasının insanı dehşete düşüren kudreti onu sırat-ı müstakimden ayıramadı. Tam aksine gizliden gizliye rabbine ibadet ediyordu. Bu, tüm diğer insanların –ister isteyerek ister zoraki- Fir’avn’ın ayaklarına kapandıkları sırada oluyordu. Ama kalben Allah’ın emrine teslim olmuş olan bu yüce kadın Fir’avn’ın diktatörlüğü altında bile tüm vaktini tamamen Rabbine ayırıyordu.
O, Hz. Musa Fir’avn’ın sarayına gelmeden önce de Allah’a inanıyor muydu? Allah-u Teala’ya ibadet etmenin doğru yolunun Yakup peygamberin soyundan olan kişilerle mümkün olduğunu biliyor muydu? Yoksa bu dindarlığı Hz. Musa’nın gelmesinden sonra mı başlamıştı?
Durum her ne idiyse sonuç aynıydı: o, Rabbini iyi tanıyan ve insani değerlerle aşina bir muvahhid kadındı.
Asiye’nin çocuğu yoktu. Belki Allah-u Teala bu imanlı kadının saf kucağını Musa gibi bir çocuğu büyütmek üzere saklamıştı. Belki de Fir’avn’ın o masum çocuğun öldürülmesi emrine bütün gücüyle karşı duraraktan küçük Musa’ya şefkat göstermesi kalbine Allah tarafından ilham edilmişti. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Firavun'un karısı (sepetin içinden erkek çocuk çıkınca kocasına:) Benim ve senin için göz aydınlığıdır! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlât ediniriz, dedi. Halbuki onlar (işin sonunu) sezemiyorlardı.”[6]
Yine şu düşünülür ki, Fir’avn, Musa’nın küçük suratını gördüğünde ve bir sepet içerisinde Nil Nehrine bırakılışından bir şekilde onun İsrailoğullarından olduğunu anlamıştı. İşte, İsrailoğullarından bir adamın ortaya çıkıp kıyam etmesi rüyası onu kendine getirmiş ve tahtını devirmemesi için adamlarından onu öldürmelerini istemişti.
Fir’avn’a dalkavukluk eden saray erbabı küçük bebeği katletmesi için onu cesaretlendiriyorlardı ve “Neden bu bebek diğer bebekler gibi öldürülme kuralından istisna olsun ki?” diyorlardı. Ama çocugu olmayan ve yumuşak kalbi diğer saray eşrafından tamamen farklı olan Asiye bu çocugun sevgisiyle dolmuştu. Yaradanına güvenerekten saraydakilerin bütün bu entrikalarına karşı koydu. Asiye’nin saray mensupları üzerine kazandığı zafer sadece Firavn boyun eğmez bir zorba olduğundan Firavn üzerindeki etkisinden dolayı değildi. Firavnın, müneccimlerinin İsrailoğullarından bir çocugun kendi tahtını elinden alacağı konusundaki kehanetlerini bildiğinden karısının sözlerinden etkilenmesi mümkün değildi. Şüphesiz ki Asiye’yi destekleyen güç onun imanıydı. Allahu Tealanın ilham etmesiyle de sağduyusunu ve mantığını iyi kullandı ve bebek bizzat Firavnın izniyle Firavnun sarayına kabul edildi. Böylece Musa Asiye’nin doğrudan bakımı ve nezareti altında büyüdü.
Musa Allah tarafından peygamber olarak gönderildiğinde onun dinini ögrendi ve Musa’nın dinini kabul etti. Önceleri imanını gizliyordu. Yıllarca tek Allah’a ibadet etti ve Hz. Musa’nın önderligi altında imanını sürdürdü. Ama nihayet onun sırrı ifşa olunca Firavn sinirinden kudurdu. İlk aşamadaAsiye’nin tek Allah’a inanmasını engellemeye çalıştı. Bu amacı için aklına gelen bütün vasıtalara başvurdu; kah onu tehdit etti, kah büyüleyici teminatlar ve tatlı vaatlerle aklını çelmeye çalisti. Ama ne tehditler ne de vaatler işe yaradı. Asiye’nin ruhu başka birine bağlanmıştı; o, yaratıcısından ve Musa’nın sözlerinden başkasıyla ilgilenmiyordu. Zalim kocasından ne korkuyordu ve ne de Mısır Kraliçesi olmasından hoşnuttu. Kendine yakın yaşayan imtiyazsız ve fakir halkın hislerini anlamak için çevresine ve etrafındaki insanlara derin derin bakıyordu. Firavnın muhteşem sarayı ve içindekilerle bağını koparmış ve kendini zamanının mazlum ve mahrum halklarıyla birleştirmişti. Sadece tek bir şey düşünüyordu: kocasını doğru yola nasıl hidayet edebilirdi, tek olan Allah’a inanmasını nasıl sağlayabilirdi ve zayıf insanlara karşı bu insafsız davranışından onu nasıl vazgeçirebilirdi. Ama Firavn insanların rabbi olduğunu iddia eden ve tüm kainatta ondan üstün biri olmadığını açıkça ilan eden zalim karakterli birisiydi; Musa’nın emirlerine teslim olması ve ilahlık davasından vazgeçmesi düşünülemezdi.
Sonunda karısına iki şeyi teklif etti: ya Musa’nın dinini kabul edip akla gelebilecek her türlü işkenceye hazır olacak ya da kocasını tüm yaratılmışların Rabbi olarak görüp Mısır Kraliçesi olarak mevkisini sürdürecekti.
Asiye birinci seçeneği seçti ve Firavn’ın Musa’nın dininden uzak durma önerisini reddetti. Musa’nın mucizelerini görüp tek Allah’a olan inancını sağlamlaştırmıştı. Firavn’ın bir gün çürüyecek zalim bir hükümdar olduğunu ve hakkın peygamberlerin davetlerinde yattığını anlamıştı. Muhteşem sarayda hayatın bir gün sona ereceğini, buna karşin yüce Allah’ın nimetlerinin sonsuza kadar süreceğini bilmekteydi
Firavn eşini isteklerine boyun eğdiremeyince adamlarına onu yere çivilemelerini ve kızgın güneş altında göğsüne ağır taşlar koymalarını emretti. Ömrünün son anlarında, şehit edilmek üzereyken Asiye rabbiyle konuşmaktaydı. Kur’an-ı kerim onun bu duasını şöyle nakletmektedir:
‘Allah, iman edenlere ise, Firavun’un karısını örnek gösterdi. Hani o, “Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap. Beni Firavun’dan ve onun yaptığı işlerden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!” demişti.’[7]
Büyük Kuran müfessiri Ayetullah Tabatabai Asiye’nin bu itaatkar ruhunu şöyle tasvir etmektedir: “Birisinin imanı tam olursa onun iç dünyası dış görünüşüyle uyumlu olur; onun kalbi diliyle uyum içinde olur. Böyle kimseler kendilerinin yaptığından başka bir şeyi söylemezler ve (başkalarına) söylediklerinden başkasını da yapmazlar. Allahu Teala bu mümtaz kadının duasından şöyle bahsetmektedir; aslında bu, kendine özgü itaatkarlığının anlaşılır bir sembolüdür. Onun yakarışı, tek olan Allaha tam inancının bayrağı altında doğru yolu bulmuş olan bir kadının, Allah’a ve onun yoluna karşısında olan her şeyi bir kenara bırakan mukaddes bir kadının duasıdır. Allahın işaretleriyle boyanan her şeye kendini vermiştir. İlahi yol karşisında en güçlü bozgunculardan biri sayılan zamanının zorbasına karşı koyup direnmeye kendini mecbur hissetmektedir. Rabbinden kendine cennette bir ev yapmasının ve Firavndan ve zalimler topluluğundan kendisini kurtarmasını istemesinin sebebi budur.
Ve böylece Firavn’ın eşi dünya zevklerinden vazgeçip Allahu Tealanın yanında bulunmayı istemiştir ve Allah ta onu “imanından” dolayı örnek olarak göstermiştir. Aziz İslam peygamberi de onun hakkında şöyle buyurmaktadır: “İlahi vahye –bir an için dahi olsun- hiç inanmamışlık yapmayan üç kişi vardır: 1-Mü’min Al-i Yasin (Yasin suresinde bahsedilen mümin olan kişi) 2- Ali b. Ebitalib (a.s) 3- Firavn’ın eşi Asiye.” [8]
[1] Tahrim,66/11
[2] Taberi, I/300
[3] Naziat 79/24
[4] Zuhruf 43/51
[5] Zuhruf 43/54
[6] Kasas,28/9
[7] Tahrim,66/11
[8] (Şeyh Sadık’ın Hisal’i, cilt 1, sayfa 173)