RAHMAN’IN HAS KULLARI
Yüce Allah, inanan insanları Kur’an-ı Kerim’de çeşitli surelerde çeşitli ayetlerde anlatmakta ve onların özelliklerini açıklamaktadır. Mü’minlerin özelliklerinin anlatıldığı surelerden biri de Furkan suresidir. Nitekim bu surenin 63-74. ayetlerinde Yüce Allah, mü’minlerin özelliklerinden bahsetmekte ve onları Rahman’ın has kulları olarak nitelendirmektedir.
Cennette en yüksek derecelere sahip olacak olan Rahman’ın has kulları, bu ayetlerde dokuz vasıfla anılmaktadırlar. Rahman’ın has kullarının bu özelliklerini kısaca şöyle açıklayabiliriz:
1. Tevazu içerisindedirler:
“Rahmân'ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler...” (Furkan 25/63) Yani Rahman’ın ihlaslı kulları yeryüzünde gurur ve kibire kapılmadan vakar ve sükunet içerisinde yürürler. Onlar, zorba, mağrur, saygısız, kaba ve haşin değil, sükunet ve vakar ile, alçakgönüllü bir şekilde, terbiyeli ve nazik yürürler. İnsanlara yumuşak ve tatlı dille davranırlar. Etrafa sıkıntı vermezler. Asla yeryüzünde fitne ve fesat çıkarmak istemezler. Nitekim Hz. Lokman aleyhisselam da oğluna;
“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenip övünen kimseleri sevmez.” (Lokman 31/18) diye tavsiyede bulunmuştur.
İnsanın her hareketi gibi yürüyüşü de şahsiyetini gösterir. Onun iç dünyasında yer alan duygularını belirtir. İnanan ve sağlam bir ruh yapısına sahip olan bir insan, mütevazı ve dosdoğru yürür. Yürüyüşünde bir vakar ve sükunet vardır. Mütevazı olarak yürümek, ölmüş gibi omuzları sarkık, yanları eğik bir o yana bir bu yana sallanarak miskin miskin yürümek demek değildir. Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz hızlı hızlı yürürdü. Ebu Hureyre radıyAllahu anh:
“Yürürken Rasulullah’tan daha hızlı yürüyen birisine rastlamadım. Sanki önünde yer dürülür gibiydi. Biz kendimizi zorlardık o hiç zorlamaksızın çabucak yürürdü.” demektedir.
2. Tatlı dil ve güzel sözlüdürler:
“Kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) “Selam!” derler (geçerler)” (Furkan 25/63)
Cahil insanlar, kendilerine kötü söz söyleseler, onlara kötü sözle karşılık vermezler. Çünkü onlar yüce değerlerle meşguldürler. Beyinsizlerin beyinsizlikleriyle, ahmakların ahmaklıklarıyla zihinlerini meşgul etmezler ve onlarla tartışma ve çatışmaya sarfedecek vakitleri yoktur. Onlara sadece “selam” der geçerler. Bu şekilde davranmaları onların zayıflıklarından değil yüceliklerinden, acizliklerinden değil üstünlüklerindendir. Şerefli bir kişi, edepsizlerin edepsizlikleriyle meşgul olup vakit harcayacağına daha önemli, daha yüce değerlere vakit ayırır ve cahillerin yaptıklarına ve söylediklerine önem vermeden geçip gider. Bu iki vasıf onların gerek kendi aralarında gerekse diğer insanlarla olan münasebetlerindeki özellikleridir.
3. Geceleri namaz kılarlar:
“Gecelerini Rablerine secde ederek ve kıyam durarak geçirirler.” (Furkan 25/64)
Gündüzleri üzerlerine farz kılınan ibadetleri mükemmel bir şekilde yaptıkları gibi gecelerini Rablerine ibadetle geçirirler. Yani onların yatışları, kalkışları hep Allah için olur. Gecenin bir kısmında uyanıp namaz kılmak, Peygambere farz, ümmetine ise sünnettir. Hz. Peygamber, farz namazlardan sonra en makbul namazın, gece namazı olduğunu söylemiştir. İnsanın gündüz işlerinin sıkıntılarından kurtularak gece o sakin saatlerde kalkıp namaz kılarak Allah’a yönelmesi ruhunu olgunlaştırır.
“Gerçekten gece kalkıp ibadet etmek daha tesirlidir ve geceleyin Kur’an okumak daha etkilidir.” (Müzzemmil 73/6) ayetinde de bildirildiği üzere gece ibadeti insan ruhuna bambaşka bir huzur ve lezzet verir, insanı manevî derecelere yükseltir.
4. Allah’ın azabından korkarlar:
“Rabbimiz! Cehennem azabını bizden uzaklaştır. Doğrusu onun azabı gelip geçici değil, devamlıdır.” derler. (Furkan 25/65)
Rablerinden korkarlar ve günahlardan sakınarak kalpleri korkudan ürperti içerisinde “Ey Rabbimiz cehennem azabını bizden uzaklaştır” diyerek Rablerine dua ederler. Aslında onlar, cehennemi görmüş değillerdir. Ancak kuvvetli imanları sebebiyle Kur’an’ın haber verdiği gaybî hususları gözleriyle görüyormuşçasına kabul ederler. Cehennem azabından kurtulmak onların ilk emelleridir. Yaptıkları ibadet ve itaatlerine güvenmeyerek daima kurtuluşları için Rablerine yalvararak huşû içerisinde dua ederler. Şayet onlara Allah’ın fazlu keremi, bağışlaması ve merhameti olmazsa yaptıkları ameller onları cehennem azabından kurtaramaz.
5. Harcamada itidal içerisindedirler:
“(O kullar), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.” (Furkan 25/67)
Allah’ın kendilerine bahşetmiş olduğu mallardan kendileri ve aileleri için harcarken israf etmezler. Cimrilik de yapmazlar. Onlar, harcamalarında orta yolu takip ederler. İhtiyaç nispetinde harcamada bulunurlar. Çünkü işlerin en hayırlısı orta olanıdır. Bu, İslam’da iktisadın esası ve infakın temel kaidesidir. Nitekim Yüce Allah başka bir ayette de:
“Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çekersin.” (İsra 17/29) buyurmuştur.
İsraf, kişinin sahip olduğu maddî ve manevî varlığı, ölçüsüz ve gereksiz bir şekilde harcamasıdır. Bir başka ifadeyle malı ve zamanı boş yere heba etmesidir. Buna karşılık, insanın sahip olduğu maddî ve manevî varlığını yeri ve sırası geldiğinde sarf edip kullanmaması da cimrilik ve pintilik olarak değerlendirilmiştir. Öyle ise her iki halde de insanlar davranışlarında ölçülü olmalıdırlar.
İsraf öyle bir hastalıktır ki, ona alışan kimse parayı ve malı verirken layık olanla olmayanı ayırt edemez hale gelir. O insanın ruhunu kötü bir tabiat kaplar. Görüşlerinde hafiflik, iradesinde kusur ve yanlışlıklar baş gösterir.
İnsan, fikrî, ruhî ve bedenî ihtiyaçlarını meşru yollardan tatmin etmek zorundadır. Aksi halde fikren şüphe ve tereddüde, ruhen bunalıma, bedenen de zaafiyet ve güçsüzlüğe uğrar. Böyle bir durumda hem dinî, hem de bedenî sorumluluklarını yerine getiremez olur. Kur’an’da Allah’ın yarattığı her şeyin meşru yoldan ve ihtiyaç kadar yenmesi emredilmiştir. (En'am, 6/141; Râzî, et-Tefsiru’l-Kebir, XIV, 62) Ancak bu, aşırı ve taşkınlık derecesine varmamalıdır. Zira israf noktasına varan tüketimin zararları ferdi aşarak aile ve topluma yansır. Bu da haramdır. İsraf, kişinin malının yok olup iflas etmesine sebep olur.
6. Şirk, kasten adam öldürme ve zinadan uzak dururlar:
“Yine onlar ki, Allah ile beraber (tuttukları) başka bir tanrıya yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan, günahı (nın cezasını) bulur.” (Furkan 25/68)
Şirk, Allah’a ortak koşmak, kasten cana kıymak ve zina etmek, İslam’da yasaklanmış olan büyük günahlardandır. Bu büyük günahları işleyenler, kıyamet gününde katmerli bir azaba çarptırılacak ve sürekli azap içerisinde kalacaklardır.
Allah’a ortak koşmak, en büyük günahtır. Yüce Allah:
“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah ile iftira etmiş olur.” (Nisa 4/48) buyurmaktadır.
İslam dininde kısas ve benzeri bir ceza dışında bir insanı öldürmek de haram kılınmıştır. Kasten adam öldürmek, en büyük günahlardan biridir. Nitekim Yüce Allah, bir kişinin haksız yere öldürülmesinin ne kadar büyük bir cinayet olduğunu şöyle açıklamaktadır:
“Kim, bir cana karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim de bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur.” (Maide 5/32)
İslam dininde şiddetle yasaklanan büyük günahlardan biri de zinadır. Zina, kadın ve erkeğin iffet ve namus perdesini yırtan, aileyi temelinden sarsan, ahlâk ve fazileti yıkıp nesli soysuzlaştırarak toplumu dejenere eden kötü bir fiildir. Bundan dolayı Yüce Allah, “zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayasızlık ve çok çirkin bir yoldur.” (İsra 17/32) buyurarak zinayı yasaklamış ve haram kılmıştır.
Bu ayette “zina etmeyin” denilmeyip de “zinaya yaklaşmayın” buyurulması ilgi çekicidir. Bu şekildeki bir ifadeyle yalnız zina değil, kişiyi zina etmeye sevk eden bütün yollar da yasaklanmaktadır.
Demek ki, Allah’a ortak koşmak, haksız yere adam öldürmek ve zina etmek iman ahlâkı değil, şirk ahlâkıdır. İnanan insanlar bu türlü büyük günahları işlemekten kesinlikle sakınırlar.
7. Yalancı şahitlik yapmaktan ve yalan konuşmaktan sakınırlar:
“Onlar, yalan yere şahitlik etmezler, boş söz ve işlere rastladıklarında vakarla oradan geçip giderler.” (Furkan 25/72)
Onlar, iftiranın yapıldığı ve yalan sözlerin konuşulduğu yerde durmazlar, öyle işlere katılmazlar, boş laf konuşanların yanından ağırbaşlılıkla geçer giderler. Allah’ın ayetlerini duyunca onlara karşı ilgi ve saygı gösterirler. Nitekim, bu ayet, Kasas suresi 55. ayetle şöyle açıklanmaktadır:
“Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve ‘bizim işlerimiz bize sizin işleriniz size. Size selam olsun. Biz kendini bilmezleri (arkadaş edinmek) istemeyiz.’ derler.”
8. Yapılan vaaz ve nasihatleri kabul ederler:
“Kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığında, onlara karşı sağırlar ve körler gibi davranmazlar.” (Furkan 25/73)
Allah’ın ayetleri iki türlüdür. Birincisi, kâinat planında yer alan, Allah’ın varlığını, birliğini ve yüceliğini gösteren belgelerdir. Nitekim kâinatta bulunan her şeyde Allah’ın varlığına ve birliğine delalet eden bir burhan vardır.
İnanan insanlar, o burhanları iyi okuyup gerekli dersi alırlar. İkincisi ise, Kur’an ayetleridir ki, Yüce Allah, o ayetleri de inananların ibret ve öğüt almaları için indirmiştir. İnananlar, Kur’an ayetleri okunduğunda mânâsını düşünür, ihtiva ettiği mânâyı anladıktan sonra, ibret ve öğüt alarak gereğini yerine getirirler. Onlar, gerek kevnî ayetler, gerekse Kur’an ayetleri karşısında kör ve sağırlar gibi davranmazlar. Kur’an, sırf okunup anlaşılması ve içerdiği kıssa ve öğütlerden ibret alınıp hükümlerinin hayatta uygulanması için indirilmiştir. İnsanın Allah’ın kevnî ve Kur’anî ayetlerini okumaması, anlamaması ve o ayetler vasıtasıyla yapılan ikaz ve uyarılara kulak asmaması çok kötüdür. Kur’an’da anlatılanlar insanlara âdeta bir vaaz ve nasihattan ibarettir. İnsan, Kur’an’da verilen vaaz ve nasihatleri dinlemeyince, hatalarını anlayıp kendini düzeltmesi mümkün değildir.
9. Daima Allah’a tazarru içerisinde dua ederler:
“Ey keremi bol Rabbimiz! Bize gözümüzün, gönlümüzün süruru olan temiz eşler ve nesiller ihsan eyle ve bizi takva sahiplerine önder kıl.” (Furkan 25/74) diyerek Rablerinden, kendilerine temiz, salih eşler ve çocuklar vermesini, kendilerini günahlardan korunanlara önder yapmasını dileyerek daima dua ve niyazda bulunurlar.
Bu ayette inananların yüce Allah’tan kendilerine temiz, salih eş ve çocuklar nasip etmesi için dua ettiklerinden bahsedilmektedir. Çünkü salih eş, insanın hem dünyada mutlu olması hem de ahiretteki ebedi saadeti kazanması için bir vesiledir. Çocuklar ise geleceğimizin teminatıdır.
İnsan neslinin devamı, nesebin muhafazası, toplumu meydana getiren ve toplumun temel taşı olan aile müessesesinin kurulması evlilikle mümkün olur. İslam dini aile yuvasını sağlam temellere oturtmak, faziletli nesiller yetişmesine zemin hazırlamak için meşru ölçüler içinde evlenmeyi hem emretmiş, hem de bir takım müeyyidelerle onu cazip hale getirmiştir. Allah Teala ayette şöyle buyurmuştur:
“Allah size kendinizden eşler var eder. Eşlerinizden de oğullar ve torunlar var eder. Size temiz şeylerden rızık verir. Öyleyken batıla inanıyorlar ve Allah’ın nimetlerini inkâr mı ediyorlar? “ (Nahl 16/72)
“İçinizdeki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden sâlih olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler. Allah onları lütfu ile zenginleştirir. Allah lütfu bol olandır, bilendir.” (Nur 24/32)
İslam Peygamberi de gençleri evliliğe teşvik ederek şöyle buyurmuştur:
“Gençler, sizden gücü yeten evlensin. Çünkü evlenmek, gözü harama karşı korur, namusu muhafaza eder. Evlenmeye gücü yetmeyen de oruç tutsun, çünkü oruç şehveti kırar.” (Buhârî, Nikah, 2; Müslim, Nikah, 5; İbn Mâce, Nikah, 1; Nesâî, Sıyâm, 43; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I, 378)
“Nikah benim sünnetimdir. Sünnetimi terk eden benden değildir. Evleniniz, çünkü ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere övüneceğim. Hali vakti yerinde olan evlensin, eli dar olan da oruç tutsun. Zira oruç, şehveti kırar.” (İbn Mâce, Nikah, 1)
Sâliha kadını, dünyanın en güzel nimeti sayan Hz. Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
“Dünya bir geçimden ibarettir. Şu geçim dünyasının en güzel nimeti de sâliha kadındır.” (Müslim, Radâ', 17)
“Mü’min, Allah korkusundan ve O’na itaatten sonra, sâliha bir kadından yararlandığı kadar hiçbir şeyden yararlanmamıştır. Çünkü, ona emretse sözünü dinler, yüzüne baksa kendisini sevindirir, üzerine yemin etse yeminini doğru çıkarır, başka tarafa gitse kendisinin gıyabında namusunu ve malını korur.” (İbn Mâce, Nikah, 5)
Evlilik, kişinin kendisini ve eşini harama düşmekten korur, insan neslini son bulmaktan, yok olmaktan kurtarır. Doğurma ve çoğalma yoluyla neslin devamını sağlar. Zira toplum nizamının tamamlayıcı bir unsuru olan ailenin kurulması, nesebin muhafazası, neslin bekası ve bireyler arasında yardımlaşma ruhunun geliştirilmesi evlilikle mümkün olur. Bundan dolayı Kur’an-ı Kerim, insanları evlenmeye teşvik etmiştir. (Ateş, S, Kur’an’a Göre Evlenme ve Boşanma, s.4)
İşte Furkan suresi 63-74. ayetlerde zikredilen bu vasıfları taşıyan kullara, sabırlarından dolayı içinde melekler tarafından sağlık ve esenlik dilekleriyle karşılanacakları, cennette yüksek saraylar verilecektir. Onlar, cennetteki o saraylarda devamlı kalacaklardır. Orası ne güzel varış yeri, ne güzel bir yerleşim yeridir.
Allah, bizleri ve bütün inananları has kullarından eylesin.
(Kaynak; İlkadım dergisi)