Susmak...Sessizlik bazen En Büyük Gürültüdür

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Leb-i Damla

  • La taknetû..!
  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: Sadabad
  • 2529
  • +270/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • UMUT Dünyası mı, UNUT Dünyası mı?
    • Uyanan Gençlik


Susmak...

Dile getirilmeyen bir öfkedir bazen suskunluğumuz… Öylesine yaralanmışızdır ki yaralamak isteriz, yüreğini acıtmak ve kanatmak…Ve biliriz ki hiçbir söz acıtamaz, yaralayamaz ve kanatamaz kimseyi bir suskunluk kadar…Ve susmak en acımasız, öldürücü silahtır bazen…

Hassas ve kırılgan bir tepkidir…Küçücük bir hatırlatmadır belki…Fark edilmesi ve onarılması incelik ister…Ya yeniden bir kazanıştır yada aleyhte bir delil olarak kalır karşımızdaki için…

Bir ilişkide negatiflerin gözümüze batmaya başladığı, karşımızdakine ait aleyhte deliller dosyasının kabarmaya başladığı ve hatta dosyayı masanızdan kaldırmaya gerek duymaz olduğunuz bir noktadasınızdır…Bir duruş, bir soluklanmadır susmak…Ortak geçmişin değerlendirilmesi ve geleceğin muhasebesidir…Durup yeniden, şimdi bulunduğunuz noktadan bir daha bakmak istersiniz yaşananlara ve eldekilerle geleceğe gitmenin ne kadar mümkün olduğuna…Bir içe kaçış ve söylenemeyenlerin biriktirilmeye başladığı yerdir susmak…

İletişimin tıkandığı yerdeyizdir , hiçbir iletinin bize yeterli gelmediği ve hiçbir iletimizin doğru algılanmadığı…Yanlışlıklar, yanılgılar ve kim bilir belki de gerçeklerdir bir fırtınaya tutulmuşçasına savrulup duran…Sözler yerini sessizliğe bırakmaya başlar ve siyah, tek nokta konur cümlelerin sonuna…Zamanla cümlelerimizin sonuna konan o tek ve siyah nokta büyüyerek bir kara deliğe dönüşmeye başlar…Güven ve sevginin içten içe çürümeye başladığı yerdir ve gitmek zamanının ertelenmiş halidir susmak…

Kabul edilmiş bir hata yada suçtur susuşumuz ve söylenecek her söz kaybetme riskidir…Korku eşlik eder suskunluğumuza…

Bir gidişi kabullenmektir susmak, yerinde ve zamanında olduğunun ayırdımında olduğumuz bir gidişin…
Susmak; eylemsiz ve durağan bir edim gibi görünse de her susku bir şey anlatır yine de ve her suskunun bir nedeni vardır ve her susku içinde pek çok sesi hapseden sessiz bir eylemdir…
 

Hayata karşı bir susuştur bu kez yaşanan…Bizi can evimizden vuran bir kayıp, yaşanan büyük bir acı, ölesiye bir çaresizliktir yaşadığımız…Söylenecek hiçbir sözümüzün adrese teslim olmayacağından emin olduğumuz, bütün sözcüklerin anlamını yitirdiği bir yerdeyizdir…Hayatın bize bir şey katamadığı ve bizim de hayata bir şey katmak için anlamımızı kaybettiğimiz bir yer…Belki de boş gözlerle, algılamadan bir seyirdir hayat o noktada ve belki de amacı ve beklentisi olmayan, bir mesaj kaygısı taşımayan ve hedefi olmayan tek susuştur yaşadığımız…

Ayağımız yerden kesilmiş, bulutların üstündeyizdir ve çiçek çiçek bahardır yüreğimiz…Sevdiğimizle yan yana ve can cana yızdır…Öyle bir ruhsal bütünleşmedir ki hiçbir söz tanımlamaya yeterli gelmez hissedilenleri ve susarız…Sadece yüreklerin ve gözlerin konuştuğu yerdir suskunluğumuz…

Sessiz bir bekleyiş olur susmak…Ya kendimizin yada karşımızdakinin ortak değerleri yeniden gözden geçirmesine tanınmış bir fırsattır sessizliğimiz…Yada birinin bizi fark etmesi, doğru algılayabilmesi için tanınmış bir süre… Susan için endişe ve olasılık hesapları arasındaki gel git lerle biraz da huzursuz bir bekleyiştir susmak…

Konuşulanlar öyle abes ve mantık dışıdır ki sadece hayretle dinler ve sessiz bir tepkiyle belli ederiz duruşumuzu
Sessiz bir onaydır susuşumuz…Biraz utangaçlık belki ama içten bir katılıştır söylenenlere
Konuşulan konuyu boş, basit ve anlamsız buluyoruzdur, konuşmayı da gereksiz ve anlamsız buluruz…



Alıntı

Çevrimdışı Leb-i Damla

  • La taknetû..!
  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: Sadabad
  • 2529
  • +270/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • UMUT Dünyası mı, UNUT Dünyası mı?
    • Uyanan Gençlik
Susmak...Sessizlik bazen En Büyük Gürültüdür
« Yanıtla #1 : 04 Ekim 2008, 22:51:04 »
"İki şey ruhumuzu karartır" der Sadi;

"Biri konuşacakken susmak, diğeri susacakken konuşmak".

İkinciler sebil etrafta...

Görmüyor musunuz, günler boyu din­mek bilmez bir laf çağlayanı, taşıyor dudak­lardan, sokaklardan, ekranlardan, sayfalar­dan...

Geveze süvarilerden gürültülü bir ordu, aczini dilinin altına saklayarak yalın kılıç üstü­müze yürüyor her gün...

Mızrak oluyor, iğne oluyor, yılan oluyor, saldırıyor, batırıyor, sokuyor da bir türlü sus­muyor dili...

Asıl düşmanı sessizlikmiş gibi... konuş­masa yenilecekmiş gibi...

* * *
Ya konuşacakken susanlar...?

O geveze ordunun palavradan tozunda boğulanlar...?

Onlar, ki konuşma özürlüdürler, tükürük­ler saçarak ve kimi zaman hakarete bulaşa­rak cümle cümle üstlerine yağan bu dilbazlığa sükutun kalkanıyla direnirler.

Biri diliyle kırbaçladıkça lafazanlık atını, diğeri gemler dilinin halatını...

Pervasızdır sözcükler; ve suskunlar, lafın zulmünü işittikçe hepten sesten kesilirler.

İnatçı bir çocuk gibi, kimi zaman başını öne eğerek, kimi zaman karşısındakinin gö­zünde anlayış bekleyerek, ama her daim sözcükleri boğazında düğümleyerek bakar ve susarlar.

Şişer dilleri ağızlarında; dudakları ısırıl­maktan yara olur; yine de çözülmez çenelerindeki mühür...

Çünkü bilirler ki, gürültü ormanında laf­lar kifayetsizdir ve hiçbir söz, o an sükut ka­dar manalı değildir.

Bakışlarının yeterince bağırdığını varsa­yarak ve bunun işitilmemesinden her defa­sında daha da ağır yaralanarak, anlaşılmayı beklerler tevekkülle...

Küfrederler ketumluklarıyla, yalvarır, haykırır, zulmederler.

Sanırlar ki suskunluklarındaki soyluluk örter, diyememe naçarlığını; konuşma aczi, konuşma azmini bastırır.

Lakin her daim ikrardan sayılır sükut...

Diyebilen, diyemeyenin sessizliğinde, ye­ni tüyler eker, tüyü bitmiş diline...

Diyemeyen, ağzında düğümlenmiş isyan halatlarıyla sessizliğe gömülür.

Susar, asıl düşmanı sesmiş gibi, dese ölecekmiş gibi...

* * *

Ah ses, baltasıdır acizin; onu allayıp pullayıp kah adam kandırmaya, kah fikir buda­maya gider.

Kulağından çok çalışır ağzı; duyduğun­dan çok söyler.

Dinlemez karşısındakini, dırdırıyla ezer.

Ve suskunun bir türlü dil vermez ağzı; yuttuğu laflar ağırlaşır boğa­zında  zamanla, isyanını ruhunun uçsuz bucaksız dehlizlerine gömer, içine attıkça içi şişer.

İşte o zaman kapanır içine... Yıllar yılı çıt çıkarmadan, gık demeden, suspus olup yuttuğu sözcüklerle he­saplaşır içinde, kimseye diyemedikle­rini der kendine, dinler kendini; ken­dinin tek sırdaşı, dert ortağı olur.

* * *
Bir deniz kenarında, bir orman yolunda, bir hastane koridorunda ya da şurda burda, kendi kendine konu­şan ya da mütevekkil susup oturan birini görürseniz konuşun onunla...

Muhtemelen ruhu kanamaya yüz tutmuştur çünkü...

Susacakken konuşanların zulmün­den, konuşacakken susmuştur.