Millet Malı
KOMUTAN: Hey, durun bakalım.
GELİN: Buyur kumandan.
KOMUTAN: Ne yapıyorsunuz burada?
GELİN: Cepheye, Türk ordusuna cephane taşıyoruz..
KOMUTAN: Allah emeğinizi zayi etmesin bacım, sizin hakkınızı bu millet nasıl öder?
GELİN: Şu düşmanı yurdumuzdan bir atalım da kumandan,boş ver sen bizim hakkımızı..
KOMUTAN: İnşAllah bacım, bu düşmanın hepsini atacağız yurttan. Söyle bakalım, sen kaç yaşındasın?
GELİN: Şeeey, 18 yaşındayım.
KOMUTAN: Allah´ım, görüyorsun, genciyle yaşlısıyla, çocuğuyla kadınıyla hepimiz seferber olduk. Sen bizi muzaffer kıl..
GELİN: Amiiin..
KOMUTAN: Bacım, bu yaşlı teyze kim?
GELİN: O benim ninem. Oğlunun biri savaşta şehit oldu.
KOMUTAN: Peki şu oturan delikanlı niye bize hiç bakmıyor?
ANA: O benim oğlum evladım. Abisi savaşta şehit oldu.
KOMUTAN: Niye bize ilgi göstermiyor, yoksa bizi küçük mü görüyor?
ANA: Estağfurullah evladım, olur mu öyle şey?
KOMUTAN: Peki niye ayağa kalkmıyor da öyle gururla kurulmuş oturuyor…
ANA: Gururundan değil evladım, o da abisi gibi savaşa gitmişti, ama bir bacağını kaybetti cephede.. Ayağı iyileşir iyileşmez hemen tekrar cepheye gidip savaşmak istedi. Ama almadılar onu askere “bir bacağı takma” diyerek…
KOMUTAN: Yaaaa….
ANA: Şu 18 yaşında olduğunu söyleyen taze gelin ve kucağındaki bebek de onun…
KOMUTAN: Niye konuşmuyor, dilsiz mi yoksa?
ANA: Hayır dilsiz değil. Konuşabiliyor. Ama vatanımız düşman işgalindeyken askere alınmamak ona öyle ağır geldi ki o gün bu gündür tek kelime etmedi kimseye…
KOMUTAN: Dur bakalım nine. Bir konuşalım bu Anadolu aslanıyla.
ANA: Boşuna yorma kendini evladım. Selamını bile almaz kimsenin.
KOMUTAN: Delikanlı, duyduğuma göre savaşta bir bacağını vatan uğruna vermişsin. Adın ne senin?
DELİKANLI:
KOMUTAN: Bu ne haldir bre…! Sen ne biçim askersin ki, karşında bir Türk komutanı var ve sen kılını dahi kıpırdatmadan oturuyorsun. Kalk ayağa!
DELİKANLI:KOMUTAN: Bak yiğidim. Acını anlıyorum. Hangi Türk istemez ki bu zor zamanda cephede olmayı? Hangi Anadolu delikanlısı düşmana karşı şehitlik sevdasıyla coşmasın? Seni anlıyorum. Haklısın. Üzülmekte haklısın. Ama
yanıldığın bir şey var. ASLAN YARALI DA OLSA ASLANDIR… Bu topal halinle hiçbir işe yaramadığını sanıyorsun. Yanılıyorsun. Koşamasan da ata binebilirsin. Haydi kalk. Cepheye gidiyoruz.
DELİKANLI: Doğru mu? Bu söylediklerin doğru mu kumandanım? Sahiden beni yeniden cepheye götürecek misin?
KOMUTAN: Evet, sana, senin gibi bir kahramana çok ihtiyacımız olacak.
DELİKANLI: Bu topal halimle mi?
KOMUTAN: Bir ayağın yok ama kanatların var ya… Bu yiğidi ata bindirin. Benim tüfeğimi de verin eline. Toparlanın gidiyoruz. Sağlıcakla kalın nine.
DELİKANLI: Şükürler olsun… Allah´ım sana şükürler olsun. Ana, ana kal sağlıcakla. Sen., sen de yavruma iyi bak köylü kızı. Ona babasının ve amcasının nasıl bir asker olduğunu anlat bir gün… Sen de hakkını helal et. Ben artık komutanımla gidiyorum.
ANA: Uğurlar osun evladım….
GELİN: Gittiler ana. Haydi biz de yola koyulalım.
ANA: Doğru, yola koyulalım artık. Ama bu bulutlar da ne! Kızım yağmur yağacak. Cephaneler ıslanacak şimdi. Ne yapacağız? Yanımızda bir örtü de yok…
GELİN: Dur nine!
ANA: Kızım ne yapıyorsun? Bebeğin üstündeki örtüyü niye çıkarıyorsun? Hava soğuk! Üşütecek, hasta olacak zavallı…
GELİN: Bebeğin örtüsünü cephanenin üstüne örteceğim.
ANA: Ama bebek? Ya hasta olur, ölürse…
GELİN: Nine, nine! Bebek, benim bebeğim. Ama bu cephane millet malıdır. Ne yapayım ölürse! Vatan sağolsun!
Kaybolan Silah
PAŞA: Firdevs Bacı!
FİRDEVS BACI: Buyrun efendim.
PAŞA: Herkese söyle, saat 10´da salonda hazır bulunsunlar!
FİRDEVS BACI: Baş üstüne efendim.
PAŞA: Unutma çok önemli!
FİRDEVS BACI: Unutmam efendim.
(Ev halkı gelir)
PAŞA: Oturun, ayakta kalmayın. Şimdi beni iyi dinleyin. Hepimiz bir tabancam olduğunu bilirsiniz. Her zaman çekmecemde durur.
EV HALKI: Biliyoruz Paşa Hazretleri!
PAŞA: Bu sabah tütün tabakamı almak istediğimde tabancam yerinde yoktu. Ev boş kalmadığına göre ve hırsız giremeyeceğine göre mutlaka biriniz aldınız.
EV HALKI: Estağfirullah paşa hazretleri!
PAŞA: Susun! Bu evden ve sizden ben sorumluyum. Bir cahillik etmenizden korkuyorum. Ben sağ oldukça kimse kılınıza bile dokunamaz. Allah büyüktür. Bu günler de geçer. Karanlık gecelerin sabahı yakındır.
EV HALKI: İnşAllah paşa hazretleri!
PAŞA: Zeynel Çavuş sen mi aldın?
ZEYNEL ÇVŞ.: Paşam, eski bir asker olarak hemen belirteyim ki, eğer tabancayı ben almış olsaydım, hiç çekinmeden söylerdim.
PAŞA: Ya sen Firdevs bacı, sakın sen almış olmayasın?
FİRDEVS BACI: Niye alayım ki paşam?
PAŞA: Hemen alınma öyle! Hani demez miydin “Bu düşman askerlerini bir kaşık suda boğasım geliyor. Bunların ne işi var vatanımızda?” diye?
FİRDEVS BACI: Paşam, paşam, elbette öldüresim geliyor. Eğer iş bana kadar düşerse cephedeki nişanlımdan geri kalmam.Fakat yemin ederim ki ben almadım.
PAŞA: Peki, peki sana inanıyorum. Sen işinin başına dönebilirsin.Bırak ağlamayı! Betül kızım, bak gelinimsin.Şehit kocanın hatırı için doğruyu söyle.Sen mi aldın tabancayı?
BETÜL: Paşa Hazretleri, hani geçen akşam kapı çalınmıştı ya…
PAŞA: Evet.
BETÜL: Düşman subayları kapıya dayanmıştı ya…
PAŞA: Eee…
BETÜL: Konağı boşaltmamızı istemişlerdi hani…
PAŞA: İyi ama daha sonra vaz geçmişlerdi.
BETÜL: Biliyorum. Ama ben sokaklarımızı pis çizmeleriyle kirleten düşmanların evimize göz dikmeleri yüzünden üstlerine bütün kurşunları boşaltmayı düşünmüştüm.
PAŞA: Ve bunun için aldm silahı öyle mi?
BETÜL: Hayır Paşa hazretleri! Alacaktım ama yerinde yoktu.Benden önce birisi almış.
PAŞA: Allah aşkına kim aldı öyleyse?Kızlarım, sadece siz kaldınız.Hadi getirin şu silahı!
KIZLAR: Biz mi?
PAŞA: Tabii ki siz.Başka kim kaldı?Hadi utanmayın, inanın affedeceğim.
BÜYÜK KIZ: Fakat baba ben almadım. KÜÇÜK KIZ: Ben de!
PAŞA: Tepemi attırmayın.Güzellikle getirin şunu çabuk!
KIZLAR: Seni nasıl inandırabiliriz?
PAŞA: Tabancayı getirmekle…
KIZLAR: Ama biz almadık ki…
PAŞA: Hanım, ne dersin sen bu işe?HANIM: VAllahi Paşam, benim de aklım karıştı.Alsalardı açık verirlerdi.
PAŞA: Yahu herkes sorguya çekildi mi?
HANIM: Tabi bey, hepimiz buradayız.
PAŞA: Tabi ya, nasıl da unutmuşum.Şimdi hatırladım.
HANIM: Gördün mü bey, herkesin boş yere günahını aldın.Demek tabancayı koyduğun yeri hatırladın.
PAŞA: Hanım, hanım! Yine mı bana “unutkan”dıyorsun7
HANIM: Canım sen demedin mi ´hatırladım”diye?
PAŞA: Dedim ama sandığın gibi değil!
HANIM: Yaa!
PAŞA: Herkes salonda toplansın dememiş miydim?
HANIM: Demiştin.
PAŞA: Peki sevgili torunum niye gelmedi?
HANIM: Ne? Şimdi de el kadar çocuğa mı iftira ediyorsun?
PAŞA: Göreceğiz, çabuk çağır gelsin!
HANIM: Tamam tamam, sakin ol.Şimdi çağırırım.
PAŞA: Sizler gidebilirsiniz.
FAZIL: Bir şey mi var dedeciğim? Beni istemişsiniz.
PAŞA: Hanım, sen de çıkabilirsin.
FAZIL: Dedeciğim, neden dik dik bakıyorsun?
PAŞA: Gel yanıma şöyle. Nasılsın bakalım?
FAZIL: Babama ve ordumuza duacıyım dedeciğim.
PAŞA: Aferin sana. Bak oğlum, sonunda İstanbul işgal edildi.
FAZIL: Defolup gitsinler!
PAŞA: Merak etme geldikleri gibi gidecekler zaten.
FAZIL: Ne zaman?
PAŞA: Her şeyin zamanı var oğlum. Hele bir Anadolu kurtulsun.Ondan sonra inşAllah.
FAZIL: İnşAllah dedeciğim.
PAŞA: Fazıl!
FAZIL: Buyur dede.
PAŞA: Tabancamı sen mi aldın?
FAZIL: Şey,neden alayım ki?
PAŞA: Ne bileyim, baban gibi şehit olmak isterdin hep.
FAZIL: İsterim tabi!
PAŞA: Bunun için silah gerekmez mi?
FAZIL: E-e-evet!
PAŞA: Tabancamı sen aldın değil mi?
FAZIL: Evet!
PAŞA: Hala getirmeyecek misin şu tabancayı?
FAZIL: Ama dedeciğim, ben onunla düşmanları vuracaktım!
PAŞA: Aslan oğlum benim. Sen henüz küçüksün. Önünde vatana hizmet edecek uzun yıllar var. Kuvayı milliye boş durmuyor. Adım adım zafere gidiyoruz. Sabırlı olmalıyız. Bütün Anadolu, başlarında Mustafa Kemal ile şahlandı.
FAZIL: İyi ama dedeciğim, onlar koştururken biz burada eli kolu bağlı…
PAŞA: Oğlum, İstanbul da boş durmuyor. Burada herkesin kalbi Anadolu için atıyor. Hadi artık ağlamayı bırak.
FAZIL: Peki dedeciğim.
PAŞA: Aferin sana. Hadi şimdi getir tabancayı…
Güzel Gören Güzel Düşünür
HULUSİ: Allah´ım bu ne sıkıcı bir hayat böyle! Her günüm adeta zehir, her akşamım cehennem gibi geçiyor. Ben artık dayanamayacağım. Bunca yıl çalışıp didindim, elde avuçta bir şey yok. Hala yamalı elbiselerle dolaşıyorum. Çorabımın ucu delik, gömleğimin düğmeleri yok. Allah´ım ölmek istiyorum artık!
CEVDET: Hayırlı sabahlar amca!
HULUSİ: Böyle hayırlı sabah mı olur be adam?
CEVDET: Niye, hayrola ne oldu? Canını sıkan olay nedir?
HULUSİ: Şu kılığıma kıyafetime bir bak. Dilenci gibiyim. Fakirlik beni kahrediyor. Çoraplarım bile yamalı, delik deşik
CEVDET: Üzüldüğün şeye bak! Haline şükretsene yahu. Bak benim ayaklarıma, çorapları bırak, ayaklarımda ayakkabım bile yok. Ama senin gibi halimden şikayetçi değilim.
HULUSİ: Peki niye mutlusun?
CEVDET: Ben halime şükrederim.
HULUSİ: Şükredecek neyin var ki, baksana bir ayakkabın bile yok.
CEVDET: Bak beyim şu gelen adamı görüyormusun? O benim kardeşimdir. Bak onun ayakkabıları değil, ayakkabı giyecek ayakları bile yok. En azından benim ayaklarım var. Ya ben de onun gibi olsaydım. Bu yüzden Allah´a şükrediyorum. Çünkü kardeşim gibi sürünerek yaşamıyorum.
ŞEHMUZ: Merhaba Abi!
CEVDET: Merhaba kardeşim. Hoş geldin.
ŞEHMUZ: Hoşbulduk abi. Ne o, arkadaşınla tanıştırmayacak mısın?
HULUSİ: Şeey ben Hulusi. Duvar ustasıyım.
ŞEHMUZ: Memnun oldum. Ben Şehmuz. Ben de şu gördüğün tartı aletiyle geçinip gidiyorum işte.
Kazancım az-maz ama buna da şükür. Kimseye muhtaç olmadan yaşamam için yetiyor.
HULUSİ: Halinden memnun musun yani?
ŞEHMUZ: Niye memnun olmayacakmışım ki? Bak elim, kolum tutuyor. Ayaklarımdan başka bir eksiğim yok ki. Gerçi ayaklarım da olsaydı daha iyi olurdu ama, ne yaparsın işte kader. Trafik kazasında kaybettim onları. Yaşadığıma şükrediyorum.
HULUSİ: Yahu hala şükredecek neyin kalmış ki.
ŞEHMUZ: Aaa, öyle deme. İnsan şükretmek için hep daha aşağıdakilere bakmalı. Bak, bak, bak. Bizim Cemal de geliyor. Kör Cemal derler ona. Gözlerini daha 6 yaşındayken kaybetmiş. Anlıyacağm dünyası kapkaranlık. En azından benim dünyam aydınlık. Ya onun yerinde olsaydım.
HULUSİ: Pes doğrusu!
ŞEHMUZ: Heey Cemal, bu taraftayız! Direğe dikkat et. Gel, gel de seni yeni arkadaşla tanıştırayım.
CEMAL: Merhaba.
HULUSİ: Hoşgeldiniz, ben Hulusi.
CEMAL: Ben de Cemal. Kör Cemal derler bana. Üzülürüm öyle demelerine ama ne yaparsın, körüz işte. Adamlar haklı. Ama ben mi seçtim ki kör olmayı? Ben de istemez miydim dünyayı doyasıya seyretmeyi. Kuşları, böcekleri, insanları izlemeyi. Kimbilir şuradaki çiçekler ne kadar güzeldir. Öyle değil mi?
HULUSİ: Eee, evet gerçekten o çiçekler çok güzel ama nasıl farkettiniz o çiçekleri.?CEMAL: İnsan sadece gözleriyle görmez dünyayı Hulusi bey. İşte ben bunun için halime şükrediyorum ya. Dokunabiliyorum, tadabiliyorum ve en önemlisi koku alabiliyorum. Orada çiçek olduğunu kokusundan anladım. Sahi sen farketmemiş miydin onları?
HULUSİ: Şeey, yani siz deyince farkına vardım tabi.
CEMAL: Yazık, çok yazık. Oysa Allah o güzelliği sizin gözleriniz için yaratmıştır. Siz gözleriniz sapasağlam olmasına rağmen farkedemiyorsanız hayattan nasıl lezzet alıyorsunuz peki?
HULUSİ: Be, be, ben evet ben mutsuz biriyim. En azından az öncesine kadar mutsuz biriydim. Mutsuz oluşumun sebebini fakirlik sanıyordum, oysa mutsuzluğumun sebebi kör olmammış.
CEMAL: Bakın beyefendi, kimse görmeyi bilmeyen kadar kör olamaz. Doğru, benim gözlerim görmez ama mantığımın gözleri çok keskindir. Asla, keskin sirke olup da küpüme zarar vermem. Ve halime şükrederim.
HULUSİ: Sen de mi haline şükrediyorsun, niye?
CEMAL: Niyesi var mı? Ya yatalak hasta olsaydım. Felçli olsaydım. Yoo, öyle bile olsam mutlu olmak için bir sebep bulurdum. Şimdi halime bir kere daha şükrediyorum. Çünkü ya sizin gibi olsaydım. O zaman benim halim ne olurdu? Bakar kör ve mutsuz biri.
CEVDET: Hulusi Bey, siz ağlıyorsunuz!
HULUSİ: Evet dostlarım, ağlıyorum. Bırakın ağlıyayım. Taşlaşmış kalbimin hamuru göz yaşlarımla yıkanıp yumuşar belki. Sizler bana mutluluğu öğrettiniz. Ne olur aranıza beni de alın.
ŞEHMUZ: O nasıl söz Hulusi Bey, biz kimiz ki seni de aramıza alalım?
CEMAL: Evet, biz üç garibanız sadece. Hergün bu parka gelir, bu banka oturur sohbet ederiz. Bundan sonra sen de gel. Daha mutlu oluruz.
HULUSİ: Evet dostlarım, daha mutlu oluruz, bizden daha mutlusu da olmaz hatta. Sizleri çok seviyorum.
Gülsüm’ün Kısmeti
BABA: Biliyor musun Hanım, Gülsüm’e ne çıktı?
ANNE: Piyango mu çıktı yoksa bey?
BABA: Onun gibi bir şey, bil bakalım.
ANNE: Kısbet mi çıktı?
BABA: Pehlivan mı bu? Ne kısbeti? Kısmet demek istedin herhalde.
ANNE: He ya, tam onu diyecektim.
BABA: Aferin sana, evet ondan çıktı.
ANNE: Peki kim?
BABA: Kim kim?
ANNE: Herif, kısmet kim?
BABA: Kısmet de kim?
ANNE: Ayol, Gülsüm´e çıkan kısmet kim?
BABA: Düşünüyorum, sen de düşün.
ANNE__: Olur.
GÜLSÜM: Ana, baba, ne oluyor burada?
ANNE: Ne bağırıyorsun kız! Otur sen de düşün.
GÜLSÜM: Oluur.
BABA: Yahu Hanım, ne düşünüyoruz biz?
ANNE: Gülsüm´e çıkan kısmetin adını…
GÜLSÜM: Nee! Bana kısmet mi çıktı?
BABA: He ya…
GÜLSÜM: Ne duruyorsunuz öyleyse, verin gitsin.
BABA: Kime vereceğiz kız?
GÜLSÜM: İsteyen adama…
BABA: O kim? îşte onu düşünüyoruz.
GÜLSÜM: Baba, beni kim istedi?
BABA: Karşı köyden biri.
ANNE: Herif, madem biliyordun neden söylemedin?
BABA: Ne düşünüyorduk demin biz?
ANNE: Gülsüm´ün kısmetini düşünüyorduk!
BABA: Hay Allah ben de ne düşünüyoruz diye düşünüyordum.
GÜLSÜM: Peki kim bu adam baba?
BABA: Çiftçi. Seni de şehzade istemez ya…
GÜLSÜM: Nerede görmüş beni?
BABA: Görmemiş ki…
ANNE: Bey, bu nasıl iş? Kızı görmeden mi alacak bu adam?
BABA: Görmeden olur mu kadın? Görecek tabi.
ANNE: Ne zaman?
BABA: Nerdeyse gelir.
GÜLSÜM: Amanın! Ana kız, hemen ortalığı toparlayalım.
BABA: Kapı çalınıyor, kim o?
DÜNÜR: Benim, haber yollamıştım. Aldınız mıydı?
BABA: Haber bu, kaybolur mu? Aldık tabi.
ANNE: Gülsüm! Gel kız buraya!
GÜLSÜM: Süsleniyorum ayol, herif gelip beni böyle mi görsün?
BABA: Şeey, bizim kızımız biraz şeydir…
ANNE: Akılsız…
DÜNÜR: Aman efendim, akıllı kadın daha tehlikeli olur.
BABA: Zaten ben hiç akıllı kadın görmedim.
GÜLSÜM: İşte geldim. Deminden beri ne bağırıp duruyorsunuz yahu? Bu da kim?
BABA: İşte, bu kısmetin…
DÜNÜR: Adım İsmet.
ANNE: Kızım hele bi sor. Kısmet efendi ne içmek ister?
GÜLSÜM: Ne içecek! Şıra tabii.
DÜNÜR: Neden?GÜLSÜM: Bizim şıramız iyi de ondan. Aptal değilsen şıra içersin.
BABA: Kusura bakma oğul bizim kız kıt akıllıdır.
DÜNÜR: Aman aman, böylesi daha iyi.
GÜLSÜM: Anaaaa, anaaaaa, üüüüüüüüü,üüüüü…
ANNE: Ne oldu kız? Niye ağlıyorsun?
GÜLSÜM: Ağlarım tabi.
ANNE: Kız, kocaya gidiyorum diye ağlanır mı?
GÜLSÜM: Ona ağlamıyorum. Şu baltaya ağlıyorum.
ANNE: Baltanın nesine ağlıyorsun?
GÜLSÜM: Ben evlenince çocuğum olmayacak mı?
ANNE: Olacaak!
GÜLSÜM: Çocuk buraya şıra olmaya gelmiyecek mi?
ANNE: Geleceek!
GÜLSÜM: O balta yavrumun kafasına düşerse ya…
ANNE: Essahtan kuz. Vah benim torunum. Vay talihsiz yavrum!
BABA: Nooluyor orada be!
ANNE: Beey, bey yetiş!
BABA: Noldu?
ANNE: Bu balta ilerde torunumuzun kafasına düşerse nolur halimizİ bir düşünsene…
BABA: Amanın, bunu ben hiç düşünmemiştim yahu. Vay torunum/
DÜNÜR: Yahu sabahtan beri sizi dinliyorum oradan. Çok safsınız ha…
BABA: Vay yavrum, oy torunum, ooy!
DÜNÜR: Yahu kesin şu ağlamayı. Bakın baltayı aldım oradan. Artık çocuğunuza bir şey olmaz.
BABA: Vaay, ne kadar akıllıymış bu kısmet yav! Allah razı olsun evladım.
DÜNÜR: Bakın, ben Gülsüm´ü akıllı değil diye alacaktım ama, dünyanın en aptal kızıyla da evlenemem.
GÜLSÜM: Ana, ana, almayacak bu adam beni!
DÜNÜR: Belki en aptal değildir. Bunu öğreneceğim.
BABA: Nereden öğreneceksin?
DÜNÜR: Şimdi yola düşeceğim. Eğer kızınızdan daha aptal birini görürsem gelir kızınızla
evlenirim. Beni beklesin.
BABA: Zaten kim alır ki onu? Mecbur bekleyecek.
GÜLSÜM: Benden aptal insan yoktur dünyada. Bulamaz. Evlenemiyeceğim.
DÜNÜR: Sözüm söz. Hadi hoşça kalın
BABA: Merak etme kızım, buralar aptal doludur. Döner alır seni.
(Sahnenin önünde)
DÜNÜR: Kolay gelsin hemşerim!
ÇOBAN: Kolaysa başına gelsin. Anamdan emdiğim süt burnumdan geldi.
DÜNÜR: Ne yapmaya çalışıyorsun?
ÇOBAN: Eşeği yukarı, ağaca çıkaracağım.
DÜNÜR: Zor bir iş ama, eşek ağaçta ne yapacak?
ÇOBAN: Görmüyor musun, hayvanın karnı aç. Hadi aslanım, çık yukarı.
DÜNÜR: İyi de eşek ağaçta ne yapacak?
ÇOBAN: Manzara seyredecek! Tövbe yarabbi! Karnını doyuracak karnını!
DÜNÜR: Yani ağaca karnını doyurmak için mi çıkacak?
ÇOBAN: Len git işine! Sorgu meleği misin sen?
DÜNÜR: Kızma, sahiden merak ettim.
ÇOBAN: Ağaçta ne var?
DÜNÜR: Yapraak…
ÇOBAN: Haa, demek kör değilsin. Ya kör olmalıydın ya aptal. Demek ki kör değilsin.
DÜNÜR: Eşek ağaçta ne yapacak?
ÇOBAN: Len hemşerim, “hayvan aç” diyorum.
DÜNÜR: Haa, anladım. Çıkarıp onları yedireceksin.
ÇOBAN: Afferin sana.
DÜNÜR: Ama şöyle yapsan, dalı tutup aşağı çeksen öyle yedirsen daha kolay olmaz mı?
ÇOBAN: Vaay canına!…
DÜNÜR: Yaa!…
ÇOBAN: Yahu sen sandığım gibi aptal değilmişsin be.
DÜNÜR: Sana bu kadarı yeter. Hadi eyvAllah.
ÇOBAN: Uğurlar ola!
sahnede ————–
GÜLSÜM: Hoş geldiniz. Bak geçen gün şıranı içmemiştin. Sakladım. îç.
DÜNÜR: Yani sen üç gündür elinde bardakla beni mi bekledin?
GÜLSÜM: Ne var bunda? Başka işim mi var ki?…
DÜNÜR: Ya hiç gelmeseydim?
GÜLSÜM: Babam “mutlaka geri döner” dedi. Benden daha aptal insan çokmuş. Söyle bakalım beni alacak mısın?
DÜNÜR: Alacağım Gülsüm
GÜLSÜM: Yaşasın, demek benden aptallar da var şu dünyada. Ne gördün, anlatsana.
DÜNÜR: Bir adam gördüm. Aç olan eşeği zorla ağaca çıkarmaya çalışıyordu. Eşek ağaca çıkınca oradaki dalları yiyecekmiş. Zavallı hayvanı itip duruyordu.
GÜLSÜM: Hah hah hah ha! Aptal adam. Eşek öyle itmeyle ağaca çıkar mı? Önce kendi ağaca çıkıp, sonra iple eşeği yukarı çekseydi ya!.
(Halk Hikayeleri´nden Uyarlanmıştır.)