“Ben sana mecburum”

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
“Ben sana mecburum”
« : 22 Temmuz 2008, 07:17:10 »
“Ben sana mecburum”

Hesse’den bir selam gönderiyorum:

“İnsanların büyük çoğunluğu yüzmesini öğrenmeden yüzmek istemez. Yüzmek istememeleri doğal, çünkü karada yaşamak için dünyaya gelmişler; suda değil. Ve düşünmek istememeleri de doğal, çünkü yaşamak için yaratılmışlar; düşünmek için değil! Evet, kim düşünürse, kim düşünmeyi kendisi için temel uğraş yaparsa bundan ileri bir noktaya ulaşabilir. Ne var ki, karayla suyu değiş tokuş etmiştir. Böyle biri bir gün gelip suda boğulur.”

Ne dersin?

İyi yüzer misin?


BEN/BANA DAİR


Hesse üstadımın selamı için teşekkür ediyorum.

Hayat, deniz ve sorular... Hepsini birkaç cümleye sığdırmışsın. Bu kadar zor birşeyi...

Ufku nerede biteceği belli olmayan bir deniz gibidir hayat; tercihimizin dışında gelip kıyılarımıza sokulan sular gibi bizi bir oraya bir buraya götürür durur.

Bir ömür boyu bu denizin yüzeyinde kalmak isteriz; daha derinlere düşmemek, boğulmamak için yüzmeyi öğreniriz. İlk kulaçlamamız bir ağlama oluyor. Boğulmak istemeyişimizin ilk belirtisi bu. Ve sonrasında zalim biri gibi anne-babamızı kendimize esir ediyoruz. Hem çok güçlü, hem çok güçsüz... Güçsüzüz; çünkü ayaklarımızın üzerinde duramıyor, dahası konuşamıyoruz. Güçlüyüz; çünkü bütün bir aileyi etrafımızda döndürüyoruz.

Sen gibi, ben de böyle açıldım hayata.

İyi yüzebiliyor muyum?

Hâlâ yüzmeyi öğrenmekle, yüzeyde kalıp kıyıda ne var ne yok diye hayatı kulaçlamakla meşgulüm desem?

Hayat, öğreti sahiplerinin bize aktardığı kulaçlama tekniklerini yetersiz kılan bir çoğalma, bir yenilenme içinde. Edindiğiniz tekniklerle yetindiğinizde taze dalgalara yenilmeniz her zaman mümkün oluyor. Pazularınıza güç katmanız, içinize uzun soluklu nefesler taşımanız gerekiyor.

Bunu yapıyorum desem?

Her insanın doyurulmaz bir tarafı var. Kimisi iflah olmaz bir açlıkla yemeklere saldırır, kurulan her sofra içindeki açlığı kışkırtır. Kimisi yeni giysiler edinmek ister, dolaplar alamaz olur alınanları, dışarıya dökülürler. Kimisi serüven tutkunudur, evcilleşmemiştir, başını çekip alıp gitmek ister, hiç bilmediği yerlerde bir yabancı olarak güneşin altında yürür.

Bana gelince...

Benim de doyurulmaz bir tarafım var: ‘başkası’yla karşılaşma açlığı. Her tanıdığım yeni insan, bu açlığımı daha da azdırıyor. Hayata yetmediğimi, ‘başkası’yla çoğaldığımı, zenginleştiğimi düşünüyorum. Çok kişiyi kendimde toplamış biriyim. Her okuduğum roman, kitap bana benden başka olan birilerini taşımış. Bir birikimim ben... Farklı isimlerin birikimlerine kendini açmayan, onlardan korkup kaçanların, hep kendisiyle kalanların büyük bir yoksunluk içinde olduklarını düşünüyorum.

Şöyle birşey de oluyor: Tanıştığım her yeni insan ne yazık ki ‘yeni’ olmuyor. Başkalarının fotokopisi tiplerle karşılaşıyorum. Kendine has hiçbir özelliği olmayan, kısır bir çerçevede koşuşturup duran, üretilmiş, kopya edilmiş tipler...

Bu, bir yargılama değil, yazıklanmadır.

Kendimi beğeniyorum anlamına gelmiyor bu. Kendimi yeterli görmüş olsaydım, yolculuğumu durdurur, başkasıyla karşılaşma açlığını çekmezdim. Hâlâ hayata yetmiyor, içimde boşluklar taşıyorum.


SEN/“BEN SANA MECBURUM”


“Hep yanındayım, seni hiç bırakmayacağım” demiştin. “Mutluluklarını ve üzüntülerini seninle paylaşacağım” demiştin. İçimde kol gezen hüznümden, beni öğüten zaman değirmeninden, kalbimin kıyılarına vurup beni içine almaya çalışan anlamsızlık denizinden bahsettiğimde, bana “Seni anlıyorum” demiştin. Daha bir sürü şey söylemiştin bana. İnanmıştım. Güvenmiştim. İhtiyacım olduğu her an yanımda olacağını sanmıştım. Yanımda olup beni dinleyeceğini, beni anlayacağını, beni anlayıp bana yardım edeceğini düşünüyordum.

Yanılmışım... Söylediğin herşeyin, bana verdiğin tüm sözlerin doğru olmadığını şimdi anlıyorum. Aslında sen, tüm bunları söylerken inanarak ve isteyerek söylemiştin. Gerçekten bana yardım etmek istiyordun. Ama bilmiyordun bana yardım edemeyeceğini. Farkında değildin söylediğin yalanların. Ben de bilmiyordum. O an için bu sözleri duymaya ve bunlara inanmaya ihtiyacım vardı ve inandım. Tüm benliğimle inandım.

Ben de herkes gibi hayatımı sürdürüyor, tekdüze bir hayat yaşıyordum. Hayatın tüm donukluğuna rağmen canlılaştırmaya çalıştığım birşeyler vardı. Herşeyden çok değer verdiğim sevdiklerim, dostlarım vardı yanımda. En azından onlar için yaşamaya değerdi. Karşılaştığım her zorlukta, yaşadığım her mutsuzlukta hep “Neyse ki yalnız değilim, sevdiklerim yanımda, onlar beni dinler, beni anlar” diyordum. Ben acı çekerken bana ellerini uzatsınlar, ellerini tutayım ve yaşadığım acılar yumağından beni çıkarsınlar istiyordum. Gözlerimin derinliklerinden gelip önce kirpiklerimde tutunma mücadelesi veren, sonra bu mücadeleyi kaybedip uzun bir yola koyulan gözyaşlarıma dokunsunlar, her bir damlayı sevgiyle silsinler istiyordum. Kucaklarına başımı gömüp ağlamak ve içimdeki acıyı akıtmak istiyordum. İstediğim, bir şefkat eliydi... Yanaklarımda ve saçlarımda varlığını hissetmek istediğim bir şefkat eli...


BEN/“SEN VE BEN, MUHTAÇ VARLIKLARIZ”


“Sen ve ben birbirimize muhtaç değiliz” diyordu yazar, “ben ve sen muhtaç varlıklarız.”

Bir kere, hayata yetmiyoruz; üzerimize üzerimize gelen hayata çelimsiz omuzlarla karşılık veriyoruz. Bir yerlerde tökezliyor, hayatın altında kalıveriyoruz. İlk çare başkasına yürümek oluyor; acılı yüzümüzü göstermek, yürüdüğümüz kişide var olduğunu düşündüğümüz iyiliği kışkırtarak yanımıza çekmek, ona yaslanabilme imkânını bulmak oluyor.

Bu mümkün oluyor mu? Yazarı haksız çıkaran durumlar sözkonusu olsa da, başkasının beraberinde omuzlarımıza taşınan yüklerle işimizin zorlaştığı da oluyor. Ancak herşeye rağmen başkasının kalbine yakınlaşmamız, bize dokunulmuş olmasının, bir garip buluşmanın verdiği rahatlığını yaşatır bize. Muhtaçların buluşması; birbirlerine, “Biz muhtaç varlıklarız” diyebilme şansı bulmaları az birşey değil. Çünkü, “Yalnız olduğumu söyleyebileceğim bir insanı dahi bulamamanın yalnızlığı içindeyim” diyen romancının işaret ettiği yakıcı bir yalnızlık da var. İnsan muhtaç da olsa, bir başka muhtaçla birlikteyse, en azından muhtaç olduğunu söyleyebiliyor ve böylelikle öldürücü hâle gelen sessizlik dağılıveriyor. Bu sebeple yürümek, bir başkasına değmek, tanışmak ve birlikte yolculuğu sürdürmek iyi birşeydir.

Ne var ki, tanıştığımız kalplerden acımızı silecek merhemler edinmemiz mümkün değil; bunu yeniden düşünmeliyiz. Çok sahici buluşmalara rağmen, acılarımız devam edecektir. Buluşmalar acılarımızı sadece anlamlı kılabilir.


Nihat Dağlı

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: “Ben sana mecburum”
« Yanıtla #1 : 22 Temmuz 2008, 07:20:23 »
Gercektende muthis bir yazi bizi bizden daha iyi anlatan bir yazı...

insanlara muhtacın otesine gercek yaradanına sürükleyen, muhtaclıgımızı bize tekrar düsündüren bir yazı...

Sizlerle paylaşmak istedim. hyhvv

Çevrimdışı Halime

  • ***Sen kaldırım taşlarını dize dur önüme, ben toprağa basa basa senden uzaklaşıyorum ***
  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: İsk€nd€run
  • 2695
  • +198/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • Ve Birgün Bu Dünya Gül Bahçesine Dönecek..
Ynt: “Ben sana mecburum”
« Yanıtla #2 : 22 Temmuz 2008, 18:39:34 »

 okk okk okk

dedigin kadar var öyle manalar var ki her bir cümledeee.nerden buldun yaaa  ooff aarroo 103

    ((((((    +      ))))))