Ünite 6: İslâm Medeniyetinde Sosyal Dayanışma ve Vakıflar - Sorularla Öğrenelim

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Uyanan Gençlik

  • ******
  • Join Date: Kas 2010
  • Yer: HATAY
  • 7462
  • +547/-0
  • Cinsiyet: Bay
SOSYAL DAYANIŞMADA AİLE VE TOPLUM
1. Sosyal Dayanışmada aile ve toplum ilişkisinin rolü
nedir?
Cevap: Bu tür müesseselerin başında aile müessesesi
gelir. Aile kurumu, bilindiği gibi, toplumun en küçük
birimini oluşturur. İslâm toplumunun en sağlam
müessesesi olan aile ocağını yalnız ana baba veya karı-
kocadan ibaret saymamak gerekir. Bunlara, ailenin diğer
fertlerini de ilâve ederek onların da sosyal haklarının
teminat altına alınarak ana ve babaya iyi davranılmasını
emreden Kur’ân; küçükken çocukların güzelce eğitilip
büyütülmesi gerektiğini ve her türlü kötülükten korunarak
onların maddî ve manevî bilgilerle yetiştirilerek toplumun
yararlı bir üyesi olmalarının sağlanması hususuna dikkat
çeker.

SOSYAL DAYANIŞMADA ZEKÂT VE SADAKA

2. Zekat almaya hakkı olan kişilerde aranacak şartlar
nelerdir?

Cevap: Bu şartlar şunlardır:
 Fakir ve yoksullar,
 Düşkünler,
 Daha sonra, âmiller (zekât işlerinde çalışan ve
çalıştırılanlar),
 Müellefe-i kulûb (kalpleri müslümanlığa
ısındırılacaklar) geliyor,
 Ayrıca kölelikten kurtulacaklar,
 Borçtan kurtulacaklar,
 Allah yolunda çalışmakta olanlar ve
 Yolda kalanlar da zekât almayı hak edenler
arasındadır.

3. Müellefetü’l-Kulûb nedir?

Cevap: Müslüman olmadığı halde, Müslümanlığa
meyilleri ve İslâmiyet’i kabulleri umulan ya da
Müslümanlara eza ve cefa etmelerinden korkulup
yapacakları eziyet ve kötülüklerin önlenmesi düşünülen
kişiler bu kapsama girer. Böylece Müslüman olmayanlara
karşı Müslümanların güçlenmesine katkısı bulunacak
olanların kaplerinin kazanılarak İslâm’a ısındırılmaları
düşünülenler bu grubun birinci sınıfını teşkil eder.

4. Müellefetü’l-Kulûb zümresinde aranan özellikler
nelerdir?

Cevap: Bu özellikler şunlardır:
 Kalplerindeki imân tam anlamıyla yerleşmemiş
imanı zayıf kişiler,
 Herhangi bir kabilenin ileri gelenlerinden
Müslüman olup da Müslüman olmayan dostları
ile kendi kabileleri içindeki nüfuz sahibi kişilerin
İslâmiyet’e rağbetlerini artıracağı umularak, bu
kabilenin Müslüman olan büyükleri,
 Yahudi ve Hıristiyanlardan Müslümanlığı kabul
edenlerin hem İslâm’a bağlılıklarını artırmak,
hem de diğer Yahudi ve Hıristiyanların ilgilerini
çekmek üzere Müslüman olanlar,
 Ayrıca hudut boylarında ve stratejik ehemmiyeti
olan tehlikeli bölgelerde düşman hücumlarına
karşı kendilerini savunmak durumunda bulunan
Müslümanlar da zekâtın müellefetü’l-kulûb
fonundan yararlandırılması gerekenler sınıfından
kabul edilmişlerdir.

5. Zekattan pay alabilen diğer bir grup olan el Gârimin
grubunun zekattan pay alabilmesi için esasları nelerdir?

Cevap: Gârim borçlu, ağır borçlara batmış kimse
demektir. Borçlular da iki kısımdır; şahsen borçlu olanlar
ve toplum yararına borçlananlardır. Sel, yangın ve zelzele
gibi tabii âfetlerden zarar görerek veya hiç bir kasdı
olmaksızın kaza sonucunda bir kimsenin ölümüne sebep
olarak tazminat ödemeye ya da kendi ihtiyaçları için
borçlananlar şahsen borçlu olanlardır. Müslümanlar veya
gayrimüslimler arasında umumun menfaatini sağlamak,
fitneleri yatıştırıp sulh ve sükûnu temin etmek için kefil
olan veya tazminatla borçlanarak, borcunu ödedikten
sonra da geride nisab miktarı parası artmayan fakir veya
zengin Müslümanlar bu sınıftan sayılırlar.

6. Zekattan faydalanma hakkı olan Yol oğlu grubuna
mensup kimselerin özellikleri nelerdir?

Cevap: Bu terimin amaçladığı kişiler, yola çıkmış
yolcular, seyyah veya turistlerdir. Bunlar, kendi
ülkelerinde zengin olsalar bile, yolculukları sırasında
fakirleşen garip kimselerdir. Bu gibilere de zekât
verilebilir. Şehir, kasaba veya köy gibi belli bir yerleşme
bölgesinden gelip geçen bütün yabancılara üç gün
müddetle yiyecek-içecek verilmesi, hatta barınması için
yatacak yer gösterilmesi bütün Müslüman toplumların
âdeti olarak yaygınlaşmıştır. Müslümanlar bu âdeti vakıf
olarak, ribat ve kervansaray gibi yolcuların emniyet içinde
yollarına devam edebilmeleri için kurulan sağlam ve
korunaklı kalelerle müesseseleştirmişlerdir.

7. İslâmiyet bu tür müesseseler sayesinde neyi
hedeflemiştir?

Cevap: Toplum içinde fakirliği ve yoksulluğu yok
denecek kadar azaltmayı hatta kaldırmayı hedeflemiştir.

8. Vakıf Müessesesi nasıl doğmuştur?

Cevap: Sadakaların yaygınlaştığı toplumlarda, bunlara
dayalı olarak yeni yeni müesseselerin doğması mümkün
olabilir. Vakıf müessesesi de böylece doğmuştur
denilebilir. Her sınıf insanın yararına olmak üzere tahsis
olunan vakıflar, aynı zamanda toplumların, muhtaçlarına
yönelik olduğu gibi, sosyal güvenlik ve sosyal sigortaları
niteliğini taşımaları sebebi ile de dayanışmaya imkân
veren müesseselerden biri durumundadır.

SOSYAL DAYANIŞMA MÜESSESESİ OLARAK
VAKIFLAR


9. Vakıf nedir?

Cevap: Sözlükte; durdurma, alıkoyma, ayırma, bağlama
gibi manalara gelen, vakıf kelimesi ıstılahta; “bir malı
veya mülkü satılmamak kaydıyla bir hayır işine
bağışlama, bırakma” şeklinde ifade bulmaktadır.

10. İslâm hukukunda vakıf ne anlama gelmektedir?

Cevap: İslâm hukukunda vakıf; “Menfaatı ibâdullaha
(kullara) ait olmak üzere bir aynı (vakfolunan malı)
Cenab-ı Hakk’ın mülkü hükmünde olarak temlîk ve
temellükten (sahiplenilmekten) ile’l-ebed habsetmektir”
şeklinde tarif edilmektedir. Bu tariften anlaşıldığına göre,
bir malın veya mülkün gelirinin tamamen insanların
yararına olarak, şahısların sahiplenmesine imkân
verilmeksizin tahsis ve hayır işine terkedilmesine vakıf
denilmektedir.

11. İslâm medeniyetinde vakfın sosyal yaşama ne gibi
faydaları olmuştur?

Cevap: Özellikle yoksul ve kimsesizlerin geçimine tahsis
edilen vakıfların varlığı, İslâm medeniyetinde insana
verilen değeri ortaya koyduğu gibi toplumdaki
dengesizlikleri de önlemeye yardımcı oluyordu. Tarihî
seyri içinde vakıfların, ne derece yaygın oldukları göz
önüne alınırsa, iyi işlediği ve bozulmadığı zamanlarda
İslâm toplumu içinde bir sosyal denge özelliği taşıdığı
muhakkaktır. Toplumun sosyal dayanışması açısından
önemli bir fonksiyonu olduğunu gördüğümüz vakıfların,
iyi işlediği ve korunduğu zamanlarda insanların hayatta
karşılaşabilecekleri maddî ve manevî zorlukların, ızdırap
ve sıkıntıların giderilmesi, hayatın güzelleştirilip insan
haysiyetinin korunması, sosyal düzenin her türlü tehlike
ve sarsıntılardan kurtarılmasına da yardım ettiği görülür.

12. Vakıf eserlerinin vakfediliş sebepleri nelerdir?

Cevap: Aslında vakfın en yararlı ve hayırlısını,
“insanların şiddetle ihtiyaç duydukları şeylerde”
olabileceğini kabul eden bir anlayışla, insanlar için daha
faydalısını yapmanın hedef alındığı fark edilmektedir. Bu
bakımdan, bölgelere ve zamana göre ihtiyaç duyulan
hususlar farklılık gösterdiğinden, Türk-İslâm tarihinde çok
değişik alanlarda vakıflar tesis edildiği anlaşılmaktadır.
Çevreye gelen leyleklere yiyecek temininden, mahallede
dolaşan köpeklere ekmek dağıtımına kadar, insanların
dışındaki varlıklar, canlılar için bile vakıf belgelerinde
şartlar bulunduğu, fakat daha çok insanların fakir, muhtaç,
dul ve yetimlerinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere vakıflar
tesis edildiğini bilmekteyiz.

VAKFIN TARİHÇESİ

13. Vakıf yapılan eserlerin mahiyetleri kaç noktada
toplanabilir?

Cevap: Dinî ve ilmî gayeler ile sağlık ve sosyal hedeflere
yönelik olmak üzere iki noktada toplanabilir.

14. İslâm tarihinde ilk vakıf hangi olay ile ne zaman
başlamıştır?

Cevap: İlk vakıf İbrahim (as) tarafından Kâbe-i
Muazzamanın vakfedilmesiyle başlar.

15. Vakıf eserlerine örmek olarak gösterilebilecek eserler
nelerdir?

Cevap: İskenderiye Kütüphanesi, Kudüs havuzları,
Zemzem kuyusu, yollar, köprüler, mabetler birer vakıf
eseridir. Bütün bunlar bu kurumların gelir ve
kazançlarından halkın tamamının yararlanması için
vücuda getirilmiştir.

16. İmam Şafiî vakfın menşei konusunda nasıl bir
değerlendirme yapmıştır?

Cevap: İmam Şafiî vakfın menşei konusunda: “İslâm’a
mahsustur. Cahiliye çağında ev ve arazi olarak vakıf
yapıldığı bilinmiyor. Kâbe ile zemzem kuyusu sevap
kazanmak niyeti ile değil, övünmek için muhafaza
olunmuştur” demektedir. “İmam Şafiî, cahiliye çağında
vakıf yapılmamıştır” demekle geçmiş nebilerin ve ehl-i
kitabın vakıf yapmadığını söylememiştir. Onun ifadesinde
nisbî bir tahsis söz konusudur”.

17. İslâm tarihinde vakıf statüsü taşıyan ilk işlem olarak
hangi olay zikredilir?

Cevap: Hz. Ömer’e ait Semğ arazisindeki hurmalık İslâm
tarihinde vakıf statüsü taşıyan ilk işlem olarak kabul
edilmektedir.

SAĞLIK VE SOSYAL YARDIM GAYELERİNE
YÖNELİK VAKIF ESERLERİ


18. Kutadgu Bilig’te sosyal yardımlaşma konusu hangi
cümleler ile ele alınmıştır?

Cevap: Yusuf Has Hacib’in söz konusu eserinde yer alan,
“İnsanlar arasında öğülmeye değer kimdir; cömert
öğülmeye değer, hasîs ise söğülmeye değer (1731. beyit)”,
“Cömert, cesur, alçak gönüllü, sofrası açık ve soğukkanlı
olmalıdır” (2274. beyit) gibi beyitlerle Türkler cömert
olmaya teşvik edilmeye çalışılmıştır. Bu anlayış
Karahanlılardan Selçuklulara, onlardan da Osmanlılara
intikal ederek manevî bir miras olarak günümüze kadar
gelmiştir.

İMARET

19. İmaret terimi ne anlama gelmektedir?

Cevap: Devrin üniversite öğrencilerinin de yararlandığı
ve yoksullarla yolcuların yemek ihtiyacının temin edildiği
ve dar manasıyla “aşevi” demek olan imaret terimi geniş
anlamıyla, bir şehrin veya kasabanın nüvesini teşkil eden
külliye anlamlarına gelmektedir.
Bu müesseselerin kapsamına giren cami, medrese,
bîmârhane, aşevi, tâbhane, mektep, kervansaray,
kütüphane, hângâh, arasta, hamam, meşrûta binâlar vs.
gibi insanlara faydalı tesisler anlamına gelmektedir. İmaret
(külliyenin) kapsamına giren tesislerin azlığı veya
çokluğu, vakfın imkânlarına göre değişmektedir.

20. Fatih döneminde “Mâhi’n-Nukûş adlı görevli
imaretlerde ne gibi görevler yapmaktadır?

Cevap: İmaret duvarlarına tebeşir, boya, kömür vs. ile
yazı yazıp resim yapan çocukların karalamalarını silmekle
görevlidir (duvar yazılarını temizleyici).

DÂRÜŞŞİFÂLAR

21. Darüşşifa kelime anlamı itibariyle ne anlama
gelmektedir?

Cevap: Sağlık Yurdu

22. İslâm dünyasında sağlık kurumları hangi adlarla
anılmışlardır?

Cevap: Bu adlar şöyle sıralanabilir:
 Daru’s-Sıhha,
 Daru’l-Afiye,
 Daru’r-Raha,
 Daru’t-Tıb,
 Mâristan,
 Bimarhane,
 Tabhane,
 Şifaiye.

23. İslâm dünyasında ilk defa tıp medresesi hangi devlet
zamanında kim tarafından açılmıştır?

Cevap: Abbasiler devrinde başlayan bu kurumların ilk
büyük örneğini Tolunoğlu Ahmed’in Mısır’da 875 yılında
yaptırdığı dârüşşifâ teşkil etmektedir.

24. Selçuklular döneminde gelişen bu hastahanelerin en
önemlileri hangi şehirlerde kurulmuştur?

Cevap: Bu şehirler şöyle sıralanabilir:
 Şam,
 Bağdat,
 Mardin ve
 Musul.

25. Selçuklular ve Osmanlılar döneminde Anadolu’da
yapılan önemli dârüşşifalar hangileridir?

Cevap: Bu dârüşşifalar şöyle sıralanabilir:
 Kayseri’de Gevher Nesibe (1206),
 Sivas’ta İzzeddin Keykâvus Şifahanesi (1217),
 Divriği’de Turan Melik Dârüşşifâsı (1228),
 Konya Dârüşşifâsı (1219-1236),
 Çankırı’da Atabey Cemâleddin Ferruh (1235),
 Bursa’da Yıldırım (1399),
 İstanbul’da Fatih (1470),
 Edirne’de Bayezid (1488),
 İstanbul’da Haseki Hürrem Sultan (1550),
 Manisa’da Hafsa Sultan (1538) ve
 İstanbul’da Sultan Ahmed (1617) dârüşşifâları
zikredilebilir.

SU, YOL VE DİĞER ALT YAPI TESİSLERİ

26. İstanbul’da halkın su ihtiyacını karşılamak üzere
yaptırılan çeşmelere örnek olarak hangileri söylenebilir?

Cevap: İstanbul’daki bu çeşmelere;
 III. Ahmed,
 Tophane,
 Azapkapı ve
 Üsküdar çeşmeleri örnek gösterilebilir.

27. İslâm dünyasında vakıf ve hayır duygusu ile kurulmuş
bulunan ribatların devamı müesseseler olarak kabul
edilen müesseselere ne ad verilir?

Cevap: Kervansaray

28. Ribat nedir? Fonksiyonları nelerdir?

Cevap: Uzaktan bakılınca bir kaleyi andıran
kervansaraylar, daha önce İslâm dünyasında vakıf ve hayır
duygusu ile kurulmuş bulunan ribatların devamı
müesseseler olarak kabul edilebilir. Bundan dolayı,
Selçuklu devrine ait vakfiye, kitabe ve kroniklerde
bunlara, kervansaray ve han tabirlerine eş olarak “ribat” da
denilmektedirler. Ortasında geniş bir avlusu bulunan ve iki
katlı müstahkem binalar halinde yapılan kervansaraylar
yalnız Müslümanların değil, gayrimüslim olanların ve her
millete mensup insanların da yol emniyeti ve huzurunu
sağlarlardı. Misafirlerin üç günlük yeme, içme ve
yatmaları buradan sağlanırdı.