İslâm Hukukunun Sistematiği
Klasik bir fürû eserini elimize alıp içindekiler kısmını incelediğimizde bu eserin ortalama altmış civarında “kitâb” denilen bölümden oluştuğu görürüz.
Fıkıh kitaplarının ele aldığı konu ve bölümler genel bir sınıflama ile üç alana ayrılır.
Bunlar; İbâdât, Muâmelât ve Ukûbât alanlarıdır.
İbâdât
İbâdât, ibâdet kelimesinin çoğulu olup “ibadetler” demektir. Bütün fıkıh kitapları ibâdât ana bölümü altındaki konularla başlar ve genellikle ilk olarak temizlik bölümü (kitâbu’t-tahâre) incelenir. Bundan sonra dört temel ibadet olan namaz, zekât, oruc ve hac, her biri müstakil bir başlıkta tüm detaylarıyla ele alınır.
İslâm hukuku ibadet konularını ele alması ve fıkha ibadetlerle başlaması açısından özellik arz eder. Salt hukuki diyebileceğimiz konularla ibadet konularının eşit bir düzlemde, ortak bir dil ve yöntemle ele alınmasının İslâm hukuku açısından önemli bir özellik ve ayrıcalık olduğu söylenebilir.
Muâmelât:
Muâmelât, şahısların normal medeni ilişkilerini ve hukuki işlemlerini ifade eder. Muâmelât kavramının alanı fıkhın İbadetler ve ukûbât alanı dışındaki tüm konularıdır denilebilir.
Modern hukuk özel hukuk ve kamu hukuku olarak iki ana kola ayrılır. Özel hukukun özünü medeni hukuk oluşturmaktadır. Yaygın anlamıyla muâmelât alanını ele aldığımızda muâmelâtın gerek mahiyet ve gerekse kapsam açısından medeni hukuk ve hatta özel hukukla büyük ölçüde örtüştüğü söylenebilir.
Kapsam açısından baktığımızda ise muâmelât teriminin alanı, medeni hukukun alanıyla büyük bir benzerlik içindedir.
Muâmelât alanının temel başlıkları orijinal ifadeleriyle şunlardır:
1. Münâkehât: Aile müessesesinin kuruluş sözleşmesi olan nikâh akdini ve bu akitle kurulan aile kurumunu inceler.
2. Malî muâmelât: Doğrudan malla ilgili olan akit ve diğer işlemlerdir.
3. Muhâsemât: Kelime anlamı olarak mahkemede davacı ve hasım olma anlamı taşımakta olup yargılama hukuku konularından oluşur. Medeni hukuk alanındaki yargılama konuları, yani medeni yargılama ise muâmelât alanından hiçbir zaman ayrı tutulmaz.
4. Terikât: Günümüzdeki miras hukuku branşı ile ortak ve benzer konuları inceler.
Yargılama hukukunun incelendiği bu bölümler temel olarak muâmelât konularıyla ilgili yargılamayı ele alır; ceza hukuku ile ilgili yargılamaya çok az yer verilir. Muâmelât alanı şahısların dava açmasına ve mahkemeye taşımasına uygun olan konulardır. Mecelle-i Ahkam-ı Adliye’de mali muâmelât alanını ele alan bir kanun olduğundan yargılama hukuku ile ilgili bölümlere de yer vermiştir.
Modern hukuklarda medeni hukuk içerisinde müstakil birer hukuk branşı olan şahsın hukuku ve eşya hukuku ise diğer tüm muâmelât alanıyla ilgili olan iki temel konudur.
Vakıf, hukukunda tüzel kişilik kavramına en yakın kurumlardan biri olduğu için şahsın hukuku bölümünde değerlendirilebilir. Hukukun ana konusu ise haklardır. Muâmelât alanı literatürde zaman zaman, Münâkehâtmufârakât
konuları ile Malî muâmelât (malvarlığı konuları) şeklinde iki temel başlığa indirgenmektedir.
Muâmelât teriminin bazen hukukunun ibadetler dışındaki tüm konularını içerecek şekilde kullanılabildiğini de hatırlatmakta fayda vardır.
Ukûbât
Klasik fıkıh kitaplarının genellikle son kısımlarında yer alan bölümler ukûbât ana başlığına dâhildir. Ukûbât kelimesi, ceza anlamına gelen ukûbe kelimesinin çoğuludur.
Bu alana giren başlıca bölümler şunlardır:
• Kitâbu’l-Cinayât: Öldürme ya da yaralama /müessir fiiller bölümü.
• Kitâbu’l-hudûd: Had cezaları bölümü.
• Kitâbu’l-meâkil: Âkile sistemi bölümü.
Ukûbât bölümleri, muâmelât konularından farklı olarak devletin üstün kamu hakimiyetini açıkça kullandığı bir alandır. Devlet bu otoriteyi kullanarak hukukun suç kabul ettiği fiilleri işleyenleri cezalandırır.
Kısas cezaları alanında, mağdur ya da velisi, faili belirli şartlarda affedebilir; ceza, mağdurun alacağı bir paraya çevrilebilir vb. Bu durum kısas cezalarının salt kamu hukuku alanına giren bir ilişki olmayıp özel hukuk ilişkilerine benzer özellikler de taşıması anlamına gelir.
Ukûbât konuları arasında işlenen Kitâbu’s-siyer (Kitâbu’lcihâd) bölümü de bazı kaynaklarda devlete karşı işlenmiş isyan suçları ile devletlerarası ilişkileri de içermektedir.
Allah Hakkı-Kul Hakkı Ayrımı ve Sistematikle İlgisi:
Kulhakkı, kullara ait dünyevi menfaat ve faydalarla ilgili hükümlerin doğurduğu haklardır. Allah hakkı ise belirli bir kulun ve şahsın inhisarında olmadan tüm insanların umumi faydasıyla ilgili hükümlerin doğurduğu haklardır.
Ayrıca bir de her iki hak türünü birlikte içeren karma haklar vardır.
1. Hâlis kul hakları (mülkiyet hakkı gibi),
2. Halis Allah hakları (Zina, hırsızlık vb.),
3. İki türün birleşmekle birlikte Allah hakkının ağır bastığı haklar (namusa iftira cezası),
4. İkisinin birleştiği ve kul hakkının ağır bastığı haklar (Kısas cezası).
Allah hakkı kul hakkı ayırımını bazı yazarlar özel hukuk ve kamu hukuku ayrımına benzer kabul etmektedir.
Furû Eserlerinin Hukuk Yazım Dili:
Hukukçuları ele aldıkları hukuki meseleleri çözümlerken ilmi yöntemlere bağlı kalmışlar ve farklı alanlarda ulaştıkları çözümler arasındaki iç tutarlılığa önem vermişlerdir.
İslâm hukukçuları fıkhın tüm alanlarıyla ilgili çözümlerini oluşturup bunları erken dönemlerden itibaren yazıya geçirmişlerdir. Bu sebeple fıkıh eserlerinin daha ilk dönemde oluşmuş bu yazım dilinin etkisini modern döneme kadar devam ettirdiği söylenebilir.
Kavaid olarak adlandırılan literatür alanı içerisinde İslâm hukukçuları hukukun tümünü ya da belirli alanlarını kapsayan genel prensipler (küllîkâideler) belirlemişlerdir. Ayrıca Kasanî’nin izlediği metodu, meseleci hukuk yazma metodunu aşma çabası olarak değerlendirmemiz mümkündür.
İslâm Hukukunun Literatürü
İslâm hukuku yazılan eserlerle oldukça büyük bir literatür oluşturmuştur. Diğer İslâmi ilimler arasında da en fazla eser verilen alanın fıkıh olduğunu söylemek mümkündür.
İslâm hukuk alanına giren literatür türlerini aşağıdaki şekilde ele alabiliriz.
Fürû-i Fıkıh Türü:
En çok eser yazılan literatür türü olan fürû türü, doğrudan mezheplere ait fıkhi hükümlerin derlendiği kitaplardır.
Fürû alanında ilk kapsamlı temel eserin Hanefi mezhebi kurucularından İmam Muhammed’e ait olduğunu söylememiz mümkündür. İmam Muhammed Hanefi mezhebinin fıkhi birikimini Kitâbu’l-asl ya da el-Mebsut
adıyla bilinen hacimli eserinde ortaya koymuştur.
Fürû Fıkıh kitapları genellikle tek bir mezhebin hakim olan görüşünü esas alır. Bazı fürû kitapları ise birden fazla mezhebin fıkhi içtihat ve hükümlerini delilleri ile birlikte sunma amacıyla yazılmıştır.
Klasik fıkıh kitapları İslâm hukuk tarihi boyunca mezheplerin fıkhi görüşlerine ulaşmak için kullanılan en önemli kaynaklardır. Ancak bu kitaplar birer kanun kitabı olmayıp doktrin kitabıdır.
Usûl-i Fıkıh Türü:
Meseleleri hükme bağlayan müçtehidin şer’î kaynakları anlama ve onlardan kendi içtihadıyla hüküm çıkarırken takip etmesi gereken metodu inceleme
amacı taşır. Usûl alanında yazılan günümüze ulaşan ilk eserin imam Şafiî’nin er-Risale’si olduğu genellikle kabul edilir.
Usûl-i fıkıh türünün ele aldığı dört temel konu olduğu söylenebilir. Bunlar, hüküm, hükümlerin delilleri, hüküm çıkarma yöntemleri ve hükmü çıkaran müçtehit ile ilgili bölümlerdir.
Usûl-i fıkıh alanında yazılan eserlerin, Hanefilerin yazım metodu, kelamcıların metodu ve arma (memzuc) usûl yöntemi olmak üzere üç ayrı yöntemle yazıldıkları görülür.
Fetva Kitapları Türü:
Özellikle eseri yazan fıkıh âliminin zamanında meydana gelen hadiselere ağırlık vermesi, soru-cevap özelliği taşıması, mezhep içindeki çeşitli farklı
içtihatlar içinden sadece birini açıkça tercih edip aktarması gibi bazı özelliklerle füru literatüründen ayrı müstakil bir tür oluşturur.
Fıkıh mezheplerini kuran âlimlerden sonra ortaya çıkan ve hakkında açık bir hüküm bulunmayan yeni meselelerin hükmüne o dönemdeki müçtehidin getirdiği çözümleri ve bir anlamda fetvaları içeren Nevazil eserleri de fetva türü içerisinde değerlendirilebilir.
Ahkam-ı Sultaniye Türü:
İslâm kültüründe özellikle devlet kavramı, devlet başkanı, devletin sistemi, teşkilatı, idari, mali ve kazâî yapısı, başka evletlerle olan ilişkileri,
devlete yönelik suçlar gibi kamu hukuku konuları üzerinde yoğunlaşan bu edebiyat türü ortaya çıkmıştır.
Harâc-Emval Türü:
Bu türü devletin mali düzeni, gelirleri ve vergilerinin incelendiği fıkıh eserleri oluşturur. Bu konular mâli hukuk ya da kamu mâlîyesi alanına dahil edilebilir.
Kavaid Türü:
Zamanla hukuk düşüncesinin gelişimi ile fürû alanı dışında ortaya çıkan Kavâid türü altında fıkhın fürû hükümlerinin arkasında yatan ana esas, genel prensip ve yer yer de teoriler tespit edilmeye başlanmıştır.
Mantıki yöntemin zaman içinde yaygın olarak uygulanmaya başlaması ile Kavâid türünün ciddi bir ivme ve çeşitlilik kazanmış olduğu söylenebilir.
Kavaid türü altına sokabileceğimiz bir diğer alt tür el-Furûk adıyla yazılan eserlerdir. Bu alandaki eserlerde şeklen birbirine benzeyen ancak hükümleri farklı olan fıkhi meseleler ele alınır.
Kavaid türü içine dahil edebileceğimiz başka bir alt tür de Tahricu’l-fürû ale’l-usûl adıyla yazılan eserlerdir. Bu eserlerin temel amacı mezheplerin füru alanındaki hükümlerinin arkasında yatan–ister fürû, ister usûl ve hatta
kelam ile ilgili- genel prensipleri (usûl) göstermektir.
Hilâf ve Hilafiyât Türü:
Fıkıh mezhepleri arasındaki görüş farklılıklarını, bu farklılıkların dayanaklarını ele alan, bir mezhebin görüşünü savunup, karşı görüşü çürütmeye
çalışan fıkıh edebiyatı türüdür.
Hilafiyât ya da İhtilâfu’l-fukaha alanında yazılan eserler fakîhler arasında ortaya çıkan görüş ayrılıklarını tespit etme işini öncelemektedir.
İlm-i hilaf ve hilafiyât türü fıkıh ilminin verimli alanlarından biridir.
İbn Rüşd’ün Bidayetü’l-müçtehid ve Şa’rânî’nin el-Mîzânu’l-Kubrâ gibi adlı eserleri gibi, fıkhı, mezhepler arası mukayeseli olarak ele alınan eserleri bir anlamda hilafiyat türü içinde görebiliriz.
Fıkıh Tarihi Türü:
Tarihi açıdan bilgi içeren değişik alt türleri bu türe dahil edebiliriz. Tabakâtu’l-fukâha adıyla bilinen, İslâm hukukçularının hayatlarını ve ilmi faaliyetlerini, tarihi perspektifi esas alarak inceleyen eserleri sayabiliriz.
Teracim adı verilen ve mezhep imamları ve bilginlerinin hayatlarını (tercüme-i hallerini) içeren eserler de Tabakat eserleri ile hemen hemen aynı özellikleri taşır.
Modern dönemde İslâm hukuk Tarihi (Târîhu’t-teşrî) kitapları ile genel tarih ve coğrafya kaynakları da fıkıh tarihi açısından önemli kaynaklardır.
Edebü’l-Kâdi Türü:
Hâkim (kadı), mahkeme, davacı ve davalı taraflar, deliller, yargılama prosedürü ve adliye teşkilatıyla ilgili konuların ele alındığı özel bir türdür.
Ebebü’l-kâdî türü içinde bir alt tür olarak görebileceğimiz önemli bir alan da Sicil ve Şurut eserleridir. Şeriye Sicilleri denilen kayıtlar, hukuki hayat, hukuk tarihi ve İslâm hukukunun pratikte uygulanmasıyla ilgili değerli
bilgiler ihtiva eder.
Şurut ilmi ise mahkeme süreciyle ilgili kayıtlar, noterlik ve kanun önünde geçerli olup gerektiğinde mahkemelerde delil olarak kullanılacak tarzda resmi-hukuki belge düzenleme esaslarının tespitini konu edinir.
Ahkâm Ayetleri ve Ahkâm Hadisleri Türü:
Fıkhın temel hüküm kaynakları, Kur’an-ı Kerim ve hadislerdir. Fürû fıkıhla ilgili hükümlere kaynaklık eden ayetlerin tefsirini konu alan branş ve bu alanda yazılan eserler Ahkamu’lKur’an adıyla bilinmektedir.
Hadis kitaplarının büyük çoğunluğu fıkıhtaki konu başlıklarını da içermekle birlikte, sadece fıkhi hükümlere kaynaklık eden hadislerin (ahkam hadislerinin) derlendiği Sünen denilen literatür türü vardır. Sünenlerden sonra ise iki alt tür daha ortaya çıkmıştır ki dar anlamda “ahkam hadisleri” denildiğinde daha çok bu eserler anlaşılır.
Yukarıdaki türlerin dışında İslâm hukuku alanına dahil edebileceğimiz;
feraiz eserleri; müstakil eserler; Risale’ler; kanunnameler ile Mecelle-i Ahkam-ı Adliye ve Hukuki Aile Kararnamesi gibi fıkıh alanındaki kanunlar ve bunlara yazılan şerhler de İslâm hukuk literatürü içinde yer alan eser grupları olarak görülebilir.
İslâm Hukukunun Genel Prensipleri
Külli kaideler (hukuk prensipleri) izah edilirken genellikle fürû alanından pek çok örnek verilerek kaidenin farklı uygulama alanları gösterilmeye çalışılır. Bazı yazarlar bu kaidelerin nihayetinde beş temel kaideye dayandığını, ya
da bu beş temel küllî kâidenin çok geniş kapsamlı olması sebebiyle özellik arz ettiği kanaatindedirler.
Bir İşten Maksat Ne İse Hüküm Ona Göredir:
Bu küllî kâide, şahısların davranışlarının (söz ve fiillerinin) ve hukuki bir sonuç elde etmek üzere dışa vurdukları irade beyanlarının hükmünün belirlenmesinde onların niyet ve amaçlarının öncelikli olarak dikkate alınacağını ifade eder.
Tarafların hüsnüniyet (iyi niyet) sahibi olup olmamaları, ilgili fiile hangi hükmün bağlanacağı hususunda ayırt edici bir kriterdir. Akitlerde esas alınıp itibar edilecek husus, tarafların kullandıkları lafızlar ve bu lafızların sıyga ve kipleri değil, bu lafızlardan kastettikleri anlam ve niyetlerdir.
Şek İle Yakin Zail Olmaz:
Bu kaidenin anlamı şudur: Meydana geldiği, var olduğu kesin olarak bilinen bir durumun, sonradan ortaya çıkan bir şüphe ve tereddüt sebebiyle ortadan kalktığına hükmedilmez. Maddede geçen şek; bir şeyin var olup olmadığı noktasında aklın tereddüt etmesi ve iki şıktan birine karar verememesidir.
Bir şeyin varlığını devam ettirdiği asıl ilke olup, ortadan kalktığı iddiası ispata muhtaçtır.
Bir şeyin asıl olduğundan bahsedilmesi o şeyin ispatına ya da bir delille desteklenmesine gerek olmadığı, asıl olana aykırı iddianın ispata ihtiyacı olduğunu ifade eder.
Şahısların herhangi bir borç ya da yükümlülüğünün olmaması asıl ve tercih edilen ilkedir.
Normal şartlarda mevcut olmayıp sonradan ortaya çıkan vasıf ve durumlarda asıl kabul edilen bu şeyin olmadığıdır.
Meşakkat Teysiri Celbeder:
Zorluk ve zahmet kolaylaştırma sebebidir.
Bir işte meşakkat ve darlık görülürse, kolaylaştırıcı, rahatlatıcı hükümler getirilir. İşlenmesi yasaklanmış olan bazı şeyler zaruret hali söz konusu olduğunda mubah hale gelir.
Zaruret haline düşen bir kişiye bu zaruret sebebiyle tanınan kolaylık ve ruhsat hükmü, zaruret miktarıyla sınırlıdır.
İnsanların içine düştüğü bir zorluk ya da dinen özür kabul edilen bir durum sebebiyle getirilen kolaylık hükümleri özrün ve zorluğun kalkmasıyla ortadan kalkar.
Zaruret (ıztırar) hali kişinin bazı uhrevi ve hukuki sorumluluklarını kaldırsa da başkasına ait kul haklarını düşürmez.
Hâcet terimi zaruretin bir alt seviyesidir ve ondan farklı başka özellikler de taşır.
Âdet Muhakkemdir:
Yani fıkhi bir hükme varmak için, örf ve adet hakem kılınır.
insanların yerleşiklik ve devamlılık kazanmış uygulamaları ve teamülleri demek olan âdet hukuki hükümlere kaynaklık eden bir delildir.
Örf ve adet olduğu bilinen şey, açıkça konuşulup karara bağlanmış hususlar gibi değerlendirilir.
Özellikle sözleşmelerde bir hususun örf ile belirlenmesi, tarafların bu hususu akit esnasında sözlü olarak belirlemesi (nass) gibidir.
Âdetin hakem olması yani hükme kaynaklık etmesinin bazı şartları vardır. Bunlardan ilki örf ve âdetin dinin daha kuvvetli kesin delillerine aykırı olmamasıdır. İkinci bir şart ise bir uygulamanın gerçek anlamda örf ve adet haline gelmiş olmasıdır.
Zarar ve Mukabele Bi’z-Zarar Yoktur:
Bir kişinin başka bir kişiye zarar vermesi ya da kendisine verilen bir zarara aynı şekilde zararla karşılık vermesi yasaktır.
Ortaya çıkmış bir zarar ya zarar veren kişi ile anlaşılarak telafi edilebilir, ya da bu olmazsa hâkime müracaatla hukuki yollarla ortadan kaldırılır.
Zararın belirli prensipler çerçevesinde ortadan kaldırılması gerekir.
Zarar imkan dahilinde ortadan kaldırılır.
Devletin, toplum sağlığı gibi hususlarda belirli işyerlerini kapatma yetkisi vardır. Zira toplumun geneline zarar verilmesini önlemek için uygun yol olarak görülüyorsa belirli kişilere zarar verilmesi yolu tutulur.
Daha şiddetli bir zararı ortadan kaldırmak için hafif olan zarar tercih edilir.