İCTİHADIN DOĞUŞU VE KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ
1. İctihadın ortaya çıkmasına sebepleri nelerdir?
Cevap: Hz. Peygamber’in siyasî ve teşrîî fonksiyonlarının
kendisinden sonra kimler tarafından ve ne şekilde devam
ettirilebileceği konusunda İslâm hukukçularının farklı
yaklaşımları bulunmaktadır. Hz. Peygamber’in ölümünün
hemen ardından karşılaşılan imâmet (siyasi otorite)
sorunu, yani ümmeti kimin sevk ve idare edeceği sorunu
kısa süre içerisinde bir çözüme bağlanmışsa da yasamanın
veya yasanın yorum ve uygulamasının kim/kimler
tarafından ve ne şekilde yapılacağı sorunu, yani hukukî
otorite sorunu, mahiyeti itibariyle daha köklü ve sürekli
bir tartışmanın eksenini oluşturmuştur. Anlam potansiyeli
güçlü olsa bile naslar tamamlanmış sınırlı açıklamalardan
ibaretti. Bu noktada Kur’an ve Sünnet’i, aktif ve dinamik
hale getirmek üzere Hz. Peygamberin beyan işlevine
benzer bir işlevi üstlenecek birilerine ihtiyaç vardı. Bu
ihtiyaç, “re’y ictihadı” kavramını gündeme getirdi. Bu
işlevin temellendirilmesinde Muaz hadisi kullanılmıştır.
Bu hadiste Muâz b. Cebel, Kitap ve Sünnet’te hükmünü
açıkça bulamadığı konularda re’yini devreye sokacağını
söylemekte ve Hz. Peygamber de bunu onaylamaktadır
(Ebû Dâvûd, Akdıye, 11). Âlimleri peygamberlerin
vârisleri olarak nitelendiren hadisin de desteğiyle Hz.
Peygamberin bir anlamda teşrî‘ fonksiyonunun bazı
kayıtlarla da olsa devam ettirilebileceği ortaya konulmuş
oldu. Re’y ictihadı kavramıyla ifade edilen bu anlayışla
birlikte teşrî‘ sürecine belli sınırlar içerisinde akıl da
katılmış oluyordu. “Şahsî akıl yürütme” anlamında re’y
ictihadının devreye girmesiyle birlikte fıkhın rasyonel
prensiplerinin oluşmaya başladığı ve fıkıhta sistemleştirme
dönemine geçildiği söylenebilir.
İCTİHADIN MAHİYETİ, KONUSU VE HÜKMÜ
2. İctihadın anlamı nedir?
Cevap: Sözlükte çaba göstermek, bütün gücünü harcamak
anlamındaki cehd kökünden türeyen ictihâdın, usulcüler
tarafından yapılmış birçok tanımı vardır. Yaygın
tanımlardan birine göre ictihad, “bir şer‘î hüküm hakkında
bir kanaate (zan) ulaşabilmek için bütün gücün
harcanması” demektir. Bu çabayı gösteren kimseye
müctehid, hakkında ictihad edilen konuya da müctehedün
fîh (ictihadi mesele) denilir.
3. İctihadın türleri nelerdir?
Cevap: Tarihsel tecrübedeki ictihad faaliyetini tasvir eden
en işlevsel bölümleme ictihadın “kurucu ictihad” ve
“mezhep içi ictihad” olmak üzere iki kısımda
değerlendirilmesidir.
4. Kurucu İctihad ve Mezhep içi İctihadı açıklayınız.
Cevap: Kurucu ictihad, Ebu Hanîfe, Mâlik ve Şâfiî gibi
ekol kurucu müçtehitlerin kendi zamanlarına kadarki
bütün birikimi eleyip seçerek bütünlüklü, kendi içinde
tutarlı bir yapının (mezhep/ekol) kurulmasıyla sonuçlanan
ictihaddır. Bu ictihadda mevcut birikim, bütün yönleriyle
değerlendirilip işe yarayan malzeme seçilip alındığı için
bu seçip alma faaliyeti, klasik literatürde ihtiyâr (seçme,
seçip alma) terimiyle ifade edilmiştir. Bu seçip alma işinin
sonsuza kadar silbaştan ve yeniden tekrarlanmasının
anlamsızlığı ve gereksizliği, hatta önemli sakıncaları
nedeniyle İslâm bilginleri arasında bu seçip alma işinin bir
noktada durdurulması gerektiği fikri hâkim olmuştur.
Seçip alma işinin son bulduğu vakti belirtmek üzere
ekolleşme sürecini içine alan ve hiçbir şekilde hicri
üçüncü asrın sonuna varmayan birbirine yakın çeşitli
tarihlemeler yapılmıştır. İşte haklı haksız çeşitli eleştiriler
yöneltilen “ictihad kapısının kapanması” hadisesi budur.
Dikkat edilirse burada ekolleşme sürecine tekabül eden
kurucu ictihaddan söz edilmektedir.
Mezhep içi ictihad ise ekolleşme sürecinin sonucunda her
bir ekol mensubu fakihin kendi ekol sistematiği içerisinde
yaptığı ictihaddır. Mezhep içi ictihadın önü kapatılmamış,
daima açık tutulmuştur. Zaten ekol sistematiği içerisinde
ictihad etmenin engellenmesi, sistemin kendi kendini inkar
ve imha etmesi, yok oluşa mahkum etmesi anlamına gelir.
5. Mutlak Müctehid ve Mukayye Müctehid ne anlama gelmektedir?
Cevap: Müçtehitlerin tabakalarına ilişkin tasniflerde de bu
ayırımı destekleyen yönler bulmak mümkündür.
Müctehidlerin tâbi tutulduğu en yaygın ikili tasnif mutlak
müctehid - mukayyed müctehid veya mutlak müctehidmüntesib
müctehid veya müstakil müctehid - müstakil
olmayan müctehid şeklindedir. Bu ayırımı, şeriatta
müctehid - mezhepte müctehid şeklinde ifade edenler de
vardır.
6. Çoğu Şâfiî ve Hanbeli usulcünün katıldığı anlayışa göre
mukayyed, müntesib müctehit kapsamında yer alan
müçtehitler ne şekilde sıralanmaktadır?
Cevaplar:
1. Hüküm ve delilde mezhep imamını taklid
etmeyip sadece ictihad ve fetvâ hususunda onun
metodunu izleyen ve onun mezhebine davet eden
müctehid. Bunlar, mutlak müntesip müctehid
olarak da anılır.
2. İmamının usulünü ve kurallarını aşmaksızın
müstakil olarak delili takrir edebilen, tahrîc ve
istinbata muktedir olan müctehid. Bu tabakada
yer alan müctehidlere ashâbü’l-vücûh denir.
3. Vücûh sahiplerinin seviyesine ulaşamamış,
bununla birlikte fakîhü’n-nefs olan, imamın
mezhebine vâkıf, delilleri tanıyan, delilleri ortaya
koyup destekleyebilen müctehid.
4. Mezhebi öğrenip nakletmek ve anlamakla meşgul
olan kişi. Bu durumda olan kişilerin nakline ve
nakle dayanarak verdikleri fetvâya itimat edilir.
7. İctihad ehliyetinin şartları nelerdir?
Cevap:
• Kur’an Bilgisi: Kur’an’ın şer‘î hükümlerin asıl
kaynağı olduğu ve onu bilmenin gerektiği
konusunda görüş ayrılığı yoksa da bu bilginin
ölçüsü hususunda farklı görüşler bulunmaktadır.
Gazzâlî gibi muhakkik usulcülerin çoğunluğu,
Kitab’ın tamamını bilmenin şart olmayıp şer‘î
hükümlere ilişkin ayetleri (500 civarında)
bilmenin yeterli olduğu görüşündedir. Bu görüş
sahiplerine göre, hüküm bildiren ayetleri ezbere
bilmek de şart olmayıp ihtiyaç anında bulabilecek
biçimde yerlerini bilmek yeterlidir. Ahkâm
âyetlerini beş yüzle ve müctehidin Kur’an’dan
bilmesi gereken miktarı ahkâm ayetleriyle
sınırlandırmayı kabul etmeyenlerin yanı sıra
Kitab’ın tamamını bilmenin şart olduğu
görüşünde olan usulcüler de vardır.
• Sünnet Bilgisi: Müctehidin hadisleri bilmesi şartı
da benzeri bir yaklaşımla ele alınır ve sadece
ahkâm hadislerini bilmesi yeterli görülür ve aynı
şekilde hadisleri de ezbere bilmesi şartı aranmaz.
Gazzâlî, müctehidin elinin altında Ebû Dâvûd’un
veya Beyhakî’nin es-Sünen’i gibi ahkâm
hadislerini toplayan temel bir hadis kitabının
bulunmasını yeterli görmüş, İbn Dakîku’l-îd ve
Nevevî gibi sonraki bazı usulcüler ise buna
katılmamıştır.
• İcmâ bilgisi: Aykırı ictihatta bulunmamak için
müctehidin nasları bilmesi gerekli olduğu gibi
aynı gerekçeyle icmâ konularını bilmesi de şart
koşulmuştur.
• Arapça bilgisi: Müctehidin Arapça bilmesinin
şart koşulması, şer‘î hükümlerin iki temel
kaynağı olan Kitap ve Sünnet’in Arapça olması
sebebiyledir. Bu bilginin asgari sınırı,
Gazzâlî’nin ifadesiyle Arabın hitabını ve
kullanım âdetini anlayabilecek ve sözün açığını
kapalısını, hakikatini mecazını, özelini genelini,
doğrudan ya da dolaylı anlamını birbirinden
ayırabilecek seviye olup Arap dilcileri ölçüsünde
bir dil bilgisine sahip bulunmak şart
görülmemiştir. Mâlikî usulcü Şâtıbi, Arapça
bilgisinin sadece lafızlarla ilgili konularda şart
olduğunu, anlamlara ilişkin konularda ise Şâri'in
temel maksatlarını iyi kavramış olmanın yeterli
olacağını söylemektedir.
• Yöntem bilgisi: Müctehidin bu kaynaklardan
hüküm elde etme yöntemini bilmesi de şarttır.
Naslardan hüküm çıkarmanın en yaygın kabul
gören yöntemi, kıyas olduğu için kıyasın
şartlarını, hükümlerini, kısımlarını, makbul ve
merdud olanını bilmek sahih ictihad
yapabilmenin şartı sayılmıştır.
8. İctihad alanı nedir?
Cevap: Bütün şer‘î hükümler hakkında kesin deliller
konulmayıp bir kısmının zanna tâbi kılındığı ve şer‘î
hükümlerde zannî delillerin muteber olduğu usulcülerin
büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmektedir. “Mevrid-i
nasta içtihada mesâğ yoktur” (Mecelle, md. 14) kuralı âyet
veya hadisin doğrudan ve açık bir şekilde düzenlediği bir
konuda alternatif hüküm getirme anlamında ictihad
edilemeyeceğini, ictihadın özellikle nasların
düzenlemediği alanlarda olabileceğini anlatır. Hakkında
kesin delil bulunmadığı için ictihada açık olan ve hükmü
ictihad yoluyla beyan edilen mesele, literatürde
müctehedün fîh veya ictihâdî mesele diye adlandırılır.
9. İctihadın hükmü nedir?
Cevap: İctihadın hükmü ile hem müctehidin ictihad
etmesinin dinî yükümlülük açısından durumu hem de
yapılan ictihadın günah-sevap, isabet-hata, bağlayıcılık ve
nakzedilebilme açılarından dinî ve hukukî değeri
kastedilir.
10. Dinî yükümlülük açısından içtihadın hükmü nedir?
Cevap: İctihad, bir olayın şer‘î hükmünü belirleme çabası
olduğu için dinî mükellefiyet açısından farz-ı kifâye olarak
görülür. Ancak bu görevin mutlak müctehid
bulunmadığında mukayyed müctehidle yerine gelmiş olup
olmayacağı tartışmalıdır. Hanefîler, müctehidsiz asrın
varlığını mümkün gördükleri ve müctehidin bulunmadığı
durumlarda ümmetin toptan günah işlemiş sayılmaması
için ictihadın farz-ı kifâye olduğu hükmünü müçtehidin
mevcudiyeti şartına bağlarlar.
11. İctihadın günah açısından hükmü nedir?
Cevap: Günah yçısından yaptığı ictihad sebebiyle
müctehidin günahkâr olup olmayacağı tartışması, ictihadın
hangi konularda câiz olduğu konusuyla doğrudan, ictihadî
konuda doğrunun tek olup olmadığı konusuyla da dolaylı
biçimde bağlantılıdır. Dinin katî delille sabit konularında
ictihadın câiz görülmediği; bu alanda ictihad yapan
kimsenin yerine göre kâfir, bid‘atçı veya günahkâr
olacağı; ehliyetsiz ictihad etmenin günah olduğu ilke
olarak benimsenmiştir.
12. İslâmi açıdan kat’î konular nelerdir?
Cevap: Kat’î konular, kendi içerisinde kelâmî, usûlî ve
fıkhî olmak üzere üç kısımdır:
• Kelâmî konular tabiriyle sırf aklî olan konular
kastedilmektedir. Bu konularda gerçek bir/tek
olup, bu gerçeği tutturamayan kimse günahkâr
olur. Âlemin sonradan yaratılmış olduğu (hudûs),
âlemi meydana getiren (muhdis) birinin
bulunduğu, bunun zorunlu ve mümkün
sıfatlarının olduğu, peygamber göndermenin ve
peygamberleri mucizeler ile desteklemenin
caizliği, Allah’ın görülmesinin (rü’yetullah)
mümkün oluşu, olan biten her şeyin Allah’ın
dilemesiyle olduğu gibi konular bu kapsamda yer
alır.
• Usûlî konular tabiriyle, icmâın hüccet oluşu,
kıyasın hüccet oluşu ve haber-i vahidin hüccet
oluşu gibi konular kastedilir. Bu meselelerin
delilleri kat’î olup, bunlara muhalefet edenler
günahkâr ve hatalıdır.
• Fıkhiyyât tabiriyle beş vakit namazın, zekatın,
haccın ve orucun farz olması; zinanın,
öldürmenin, hırsızlığın ve içkinin haram olması
gibi Allah’ın dininde kesin olarak bilinen şeyler
kastedilmektedir. Bu tür konularda gerçek birdir
ve bilinmektedir. Bu konularda aykırı düşünenler
günahkâr olur.
13. Hata açısından içtihadın hükmü nedir?
Cevap: Hata Açısından İctihadda hatanın söz konusu olup
olmayacağı konusunda başlıca iki görüş vardır. Birincisine
göre, bir konuda ictihad eden ve farklı sonuçlara ulaşan
müçtehitlerden sadece birisi doğruyu tutturmuş, diğerleri
hata etmiştir. Bu gorüşü savunanlar muhattıe adını alır.
İkinci görüşe göre ise bu müçtehitlerin her biri doğruyu
tutturmuştur. Bu görüşü savunanlara ise musavvibe
denilir.
14. İctihadın nakzedilmesi açısından hükmü nedir?
Cevap: İctihadın nakzı, önceki bir ictihadın hükmünün
geçersiz sayılması anlamına gelir. Farklı ictihadlardan her
birinin ictihad olmak bakımından eşitliği kabul
edildiğinden usulüne uygun yapılmış ictihad gerek
müctehid gerek hâkim gerekse müftî tarafından yapılmış
olsun kural olarak başka bir ictihadla nakzedilemez. Yani
yeni bir ictihad önceki bir ictihadı ortadan kaldıramaz.
15. İstiftâ ve Müsteftî kavramlarının anlamları nelerdir?
Cevap: Sözlük anlamı “fetvâ isteyen kişi” demek olan
müsteftî terimi, karşılaştığı olayın dinî-hukukî hükmünü
öğrenmek amacıyla ictihad ehliyetine sahip ve dinî
duyarlılığı olan müftîye başvuran kişiyi deyimlemektedir.
Kimi usulcülere göre bir kimsenin müsteftî kategorisinde
sayılabilmesinin birinci şartı, ictihad edecek birikim ve
yeterliğe sahip olmamasıdır. Çünkü ilke, ictihad ehliyetine
sahip olan kişinin, birisinden sorması değil, kendisinin
bizzat ictihad etmesidir. İsitftâ (fetvâ sorma)
uygulamasının meşruluğunu temellendirmek için
“Bilmiyorsanız bilenlere sorun” (Enbiya 21/7) ayetine atıf
yapılmakla beraber asıl belirleyici olan sahabe
uygulamasıdır.
Sahabe döneminden itibaren avâm (ictihad
yeterliliğine sahip olmayanlar) karşılaştıkları meselelerin
dinî hükmünü öğrenmek için ilim ehline (müctehidlere)
başvurmuş ve onlardan fetvâ almıştır. Gerek sahabe
döneminde gerekse sonraki dönemde hiçbir müctehidin
fetvâ vermeyi reddederek avâmı ictihad etmeye
yönlendirdiği bilinmemektedir. Zira herkesi ictihad
etmeye yönlendirmek mümkün olmadığı gibi doğru da
değildir.