Giriş
Hz. Peygamber’in vefatının ardından, gerek nassların
aktarılması gerekse ictihad ve fetva aracılığıyla hukuki
faaliyeti yönlendiren sahabe nesli, özellikle Hz. Ömer
sonrası dönemde çeşitli bölgelere dağılarak kurdukları
ilim halkaları ile hukukta ekolleşmenin temellerini
atmıştır.
Müctehid imamlar dönemi olarak anılan zaman diliminde,
çeşitli hukukçular etrafında “mezhep” adıyla andığımız
yeni bir ekolleşme kendini göstermiştir. Söz konusu
dönemde ortaya çıkan ekollerin bir kısmı varlığını
günümüze kadar sürdürmüştür. Meşhur “dört mezhep” bu
grupta yer almaktadır.
İslâm Hukukçularının İhtilaf Sebepleri
İslâm Hukuku’nda temel amaç, mükelleflerin fiillerine
yönelik düzenlemelerde ilahi iradeye uyulmasıdır. Bu
amaca ise “şer’î deliller” adı verilen kaynaklar aracılığıyla
ulaşılır. İlahi irade bazı konularda, görüş ayrılığına imkan
vermeyecek derecede, belirgin bir biçimde ortaya
konmuştur. Mükelleflerin fiilleri ile ilgili düzenlemelerin
çoğunda ise ilahi irade aynı açıklık ve belirginlikte tezahür
etmemektedir. Fıkıh doktrininde oldukça geniş yer tutan
bu alan ictihada izin verilen alanı oluşturmaktadır. İhtilaf,
diğer bir deyişle bakış açılarının ve görüşlerin farklı
olması da içtihadın sübjektif yönü dikkate alındığında
neredeyse kaçınılmaz bir durumdur.
Bu olgunun farklı noktalardaki beliriş tarzlarını şöyle
sıralamak mümkündür:
1. Nasların metinlerinin farklı şekilde anlaşılması,
hükümde görüş ayrılıklarına yol açmıştır. Burada
ağırlıklı olarak dilin yapısı ve özellikleri devreye
girmektedir. Anlayış farklarında dilin doğasından
kaynaklanan iştirak, hakikat, mecaz vb.
faktörlerin yanında nasların anlaşılmasına
yönelik metodolojik ayrılıklar da etkili olmuştur.
2. Sünnetle ilgili malzemenin tespiti de birtakım
ihtilaflara yol açmıştır. Bazı hukukçuların
kriterlerine göre hüküm istinbatında
kullanılabilecek nitelikte olan hadisler,
diğerlerinin kriterlerine göre aynı güçte
görülmeyebiliyordu.
İslâm hukukçularının tamamı sünnetin bağlayıcı bir hukuk
kaynağı olduğu konusunda birleşmiştir. Görüş ayrılığı ve
ihtilaflar herhangi bir konuyla ilgili rivayetlerin Hz.
Peygamber’e ait olup olmadığının tespiti ile ilgilidir.
Görüş ayrılıkları benimsenen ilkelerin somut durumlara
uygulanmasından kaynaklanmıştır.
3. İslâm hukukçularının Medine uygulaması, sahabe
kavli, kıyas, istihsan, maslahat, sedd-i zerâî vb.
tali delil ve yöntemlerin kaynak değeri
konusunda farklı düşünmeleri de ictihad
farklılıklarına neden oluyordu. Bunun yanında
delillerin öncelik sırası, çatışma (teâruz)
durumunda izlenecek yöntem, genel içerikli
ifadelerin tahsisi, bazı hükümleri yürürlükten
kaldırma (nesh) vb. hususlardaki metodolojik
ayrılıklar da ihtilaf sebebi olarak dikkate
alınmalıdır.
4. İslâm hukukçularının farklı hukuki nosyonlara
sahip olmaları, kimi nassların illetleri ve kimi
hükümlerin amaçları hakkında farklı sonuçlara
varmalarına sebep oluyor, bu da ister istemez
ictihad farklılığını gerektiriyordu.
5. İslâm hukukçularının bulundukları sosyal
çevrelerin farklı olması ictihad farklılıklarını da
beraberinde getirmiştir. Maslahatın (hukukun
benimsediği yarar) elde edilme biçimi, sosyal
çevrelere göre farklılık arz etmektedir.
Literatürde bu durumu ifade etmek için, “şartların
ve çevrenin farkından kaynaklanan ihtilaf”
(İhtilafü’z-zamân) ve “delil ve yöntem
farklılığından kaynaklanan ihtilaf” (İhtilafü’lburhân)
ayrımı yapılmıştır.
6. Diğer bir faktör de siyasi yönelim farklılıklarının
fıkhi eğilimler üzerindeki etkisidir. Dört halife
döneminin sonlarında meydana gelen siyasi
karışıklıkların akabinde ileride “Ehl-i sünnet ve’lcemaat”
olarak anılacak olan büyük çoğunluğun
yanında “Hariciler” ve “Şiîler” olarak anılan iki
grup daha ortaya çıkmıştır.
İslâm Hukuk Ekollerinin Sınıflandırılması
İslâm hukuk ekollerinin sınıflandırılmasında kriter olarak,
bu ekollerin irtibatlı olduğu ana grup ve ekollerin
günümüzde mensuplarının bulunup bulunmaması dikkate
alınmaktadır.
Yaşayan Sünni Hukuk Ekolleri
Hanefî Ekolü
Kurucusu: Hanefi ekolü Kufe’nin önde gelen hukukçusu,
re’y ekolüyle adı özdeşleşmiş bir müctehid olan Ebu
Hanife Numan b. Sabit etrafında şekillenmiştir. Ekole
adını veren Ebu Hanife, “İmam-ı A’zam” (en büyük
imam) adıyla anılmaktadır.
Gerek kelami meselelerle ilgilenmesi neticesinde gelişen
akıl yürütme yeteneği, gerekse ticari faaliyetleri sırasında
edindiği sosyal hayata ilişkin tecrübe ve birikim Ebu
Hanife’nin hukuk nosyonuna katkı sağlamıştır. Ebu
Hanife’nin hukuki meselelerde kullandığı kaynakları
Kitâb, Sünnet, icmâ, genel anlamıyla sahabe kavli, kıyas
ve istihsan olarak sıralayabiliriz.
Ebu Hanife kıyası etkin bir biçimde kullanması, kıyasın
hedeflenen neticeye ulaştırmadığı durumlarda ise istihsanı
devreye sokması ile tanınmaktadır.
Ebu Hanife’nin hukuk anlayışı ile ilgili dikkate değer bir
başka yön ise “hiyel” meselesidir. Arzu edilmeyen
sonuçların, yine hukuk içerisinde kalarak ve hukukun
imkânları ile aşılması şeklinde ifade edebileceğimiz hiyel
uygulamaları ile ilgili Ebu Hanife’den birçok örnek
nakledilmiştir.
Hayatını kendi ticari faaliyetleriyle kazanan Ebu Hanife
herhangi bir kamu görevi kabul etmemiş hatta bu nedenle
baskı da görmüştür.
Ona atfedilen eserler; el-Fıkhu’l-ekber, el-Fıkhu’l-ebsat,
el-Vasıyye, el-Âlim ve’l-müteallim, Risâle ilâ Osman elBettî
gibi daha ziyade akaid içerikli risaleler ile
kendisinden rivayet edilen hadisleri içeren Musnedü Ebî
Hanîfe adlı derlemedir.
Öğrencileri ve Literatür: Önde gelen dört öğrencisi Ebu
Yusuf Yakub b. İbrahim, Muhammed b. Hasen eş-
Şeybânî, Züfer b. Hüzeyl ve Hasen b. Ziyad’dır.
Literatürde Ebu Hanife ve Ebu Yusuf için “şeyhayn”, Ebu
Yusuf ve Muhammed için “imameyn” ya da “sahibeyn”,
Ebu Hanife ve Muhammed için ise “tarafeyn” ifadeleri
kullanılmaktadır.
Ebu Yusuf’un bize kadar intikal eden eserleri başlıca
Kitabü’l-âsâr, Kitâbü’l-harâc, İhtilâfu Ebî Hanife ve İbn
Ebî Leylâ, er-Red alâ siyeri’l-Evzâî’den oluşmaktadır.
Hanefi ekolünün görüşlerinin tedvininde en önemli rolü
Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî’nin üstlendiği
görülmektedir.
Şeybânî’nin Hanefi doktrinin aktarılmasına
yönelik önemli eserleri başlıca iki grupta toplanabilir:
1. “Zahirü’r-rivâye” ya da “Mesâilü’l-usûl” adıyla
anılan eserler, el-Asl ya da el-Mebsût, elCâmiü’l-kebîr,
el-Câmiu’s-sağîr, es-Siyerü’lkebîr,
es-Siyerü’s-sağîr ve ez-Ziyâdât olmak
üzere altı tanedir.
2. “Nâdiru’r-rivaye” ya da “Mesâilü’n-nevâdir”
adıyla anılan eserler, Keysâniyyât, Harûniyyât,
Cürcâniyyât, Rakkiyyât ve Ziyâdâtü’zziyâdât adlı
eserlerdir.
Sonraki kuşaklarda yetişen Hanefi alimler içerisinde
Tahâvî ve Kerhi’nin el-Muhtasar adlı eserleri oldukça ilgi
görmüştür.
Hanefi hukukçular arasında “dört metin” (mütûn-ı erbaa)
adıyla anılan şu eserler de muteber kabul edilmiştir:
1. Abdullah el-Mavsılî; el-Muhtâr ve şerhi olan elİhtiyâr.
2. Tacüşşerîa Mahmud b. Sadruşşerîa el-Mahbûbî;
el-Vikâye.
3. İbnu’s-Sââtî; Mecmau’l-bahreyn.
4. Hafızüddin en-Nesefî; Kenzü’d-dekâik.
Hanefi literatürü içerisinde üçüncü bir ana başlığı da
“Vâkıât”, “Fetâvâ” ya da “Nevâzil” kapsamındaki eserler
oluşturmaktadır. Ebu’l-Leys es-Semerkandî’nin enNevâzil
adlı eseri, bu türün ilk örnekleri içerisinde
sayılabilir.
Yayıldığı Coğrafya: Abbasiler ve Osmanlılar zamanında
resmi mezhep olarak kabul edilmesi Hanefi ekolünün
etkinliğini bu devletlerin hâkimiyet sahasına yaymıştır.
Umumiyetle Türk Coğrafyasında ve Türkler aracılığıyla
Müslümanlaşmış olan bölgelerde Hanefi ekolü oldukça
yaygındır.
Malikî Ekolü
Kurucusu: Maliki ekolü, İmam Malik adıyla tanınan
Malik b. Enes el-Esbahî etrafında şekillenmiştir. Hac
amacıyla Mekke’ye gitmenin haricinde ömrü boyunca
Medine’den ayrılmadığı nakledilmektedir. İmam Malik
ilim hayatına, Medine’nin fıkıh ve hadis alanında seçkin
isimlerinden ders alarak başlamıştır.
Fıkıhta başlıca hocası Rebîa b. Ebî Abdirrahman’dır.
Hadis konusunda Nâfî, İbn Şihab ez-Zührî, Ebu’z-Zinâd
ve Yahya b. Said el-Ensârî gibi hocalardan yararlanmıştır.
Hocaları içerisinde on üç yıl boyunca derslerine devam
ettiği Abdurrahman b. Hürmüz’ün ayrı bir yeri vardır.
Geç dönem Maliki fakihleri, İmam Malik’in içtihadında
kullandığı kaynakları Kitâb, Sünnet, İcmâ, Medinelilerin
uygulaması, kıyas, sahabe kavli, mürsel maslahat, örf ve
âdet, sedd-i zerâyi, istihsan ve ıstıshab şeklinde tespit
etmişlerdir.
İmam Malik’in Muvattâ adlı eseri â hukuk tarihi açısından
oldukça önemlidir. Bu eserin fıkıh ve hadis sahasında
tedvin edilmiş ilk eserlerden olduğu görülmektedir. Bu
eserin güvenilir ravilerinden birisi Hanefi hukukçu
Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî’dir. Malikiler arasında
daha çok tutulan diğer bir ravi ise Yahya b. Yahya elLeysî
olmuştur.
Öğrencileri ve Literatür: Özellikle Kuzey Afrika ülkeleri
ve Mısır’dan gelen öğrencileri hocalarının görüşlerini bu
ülkelerde yaymak için gayret sarf etmişlerdir. Bu
öğrencileri arasında Abdurrahman b. el-Kasım, Abdullah
b. Vehb, Eşheb b. Abdilaziz, Abdullah b. Abdilhakem,
Asbağ b. Ferec ve Muhammed b. Abdillah b. Abdilhakem
anılabilir. İmam Malik’in görüşlerinin aktarılmasında,
Muvattâ’dan sonra en önemli kaynak olarak elMüdevvenetü’l-Kübrâ
kabul edilebilir.
Yayıldığı Coğrafya: Maliki mezhebi önce Hicaz
bölgesinde yayılmış, daha sonra Kuzey Afrika ülkeleri ve
Endülüs’te yaygınlaşmıştır.
Şafiî Ekolü
Kurucusu: Şâfiî ekolünün kurucusu Muhammed b. İdris
eş-Şâfiîdir. İlim hayatına Mekke’de Müslim b. Halid’den
aldığı derslerle başlamıştır. Daha sonra İmam Malik’in
derslerine devam etmiş ve ondan Muvattâ’yı okumuştur.
Irak’taki görüşleri için “mezheb-i kadîm” (eski mezhep),
Mısır’daki görüşleri için de “mezheb-i cedîd” (yeni
mezhep) ifadesi kullanılmaktadır.
Önce Kitâb ve Sünnet’e başvururdu. Ahad haber bile olsa
kendi deyimiyle “sabit” olan sünnete karşı çıkmazdı. Şâfiî,
Hanefilerin kullandığı istihsanı ise açık bir dille ve sert bir
şekilde reddetmiştir. Bunun yanında mürsel maslahat ve
Medinelilerin ameli gibi delillere başvuru kaynakları
içerisinde yer vermediği görülmektedir.
Eserlerin bizzat kaleme almış ya da öğrencilerine dikte
ettirmiş olması, hukuki görüşleri ile ilgili birinci el bilgiye
ulaşma imkânı sağlamıştır. Meşhur er-Risâle adlı eserini
Irak’ta yazmış, ancak daha sonra Mısır’da yeniden
düzenlemiştir. Fıkıh usulü alanında er-Risâle, Şâfiî’nin
fıkıh usulünün müdevvini olarak kabul edilmesini
sağlamıştır. Mukayeseli bir hukuk kitabı niteliğinde olan
eseri ise son kısmında bulunan Cimâu’l-ilm ve İbtâlü’listihsan
gibi bölümleri metodolojik tartışmalar ihtiva eden
“el-Ümm”dür. Diğer bir eseri de İhtilâfü’l-hadis’tir.
Öğrencileri ve Literatür: Irak’taki mezheb-i kadimini
nakleden öğrencileri arasında Zaferani ve Kerâbisi dikkat
çekmektedir. Mısır’daki öğrencileri içerisinde Harmele b.
Yahya, Buvaytî, İsmail el-Müzeni ve el-Ümm’ü rivayet
eden Rebî b. Süleyman el-Murâdî önde gelen
isimlerdendir. Özellikle Nevevi’nin Minhâc’ı geç
dönemlerde bir çok Şâfiî alim tarafından şerh edilmiştir.
Yayıldığı Coğrafya: Şâfiî mezhebi günümüzde Mısır,
Suriye, Ürdün, Lübnan, İran, Hindistan, Filipinler, Sri
Lanka, Malezya ve Endonezya gibi ülkelerde yayılmıştır.
Mısır’da Eyyubiler’in desteği ile bir dönem resmi mezhep
statüsünü kazanmıştır. Ülkemizde de Doğu ve Güney
Doğu Anadolu bölgelerinde önemli sayıda Şâfiî mezhebi
mensubu bulunmaktadır.
Hanbelî Ekolü
Bu ekolün temsilcisi İmam Ahmed b. Hanbel eş-
Şeybânîdir. Şâfiî’nin Bağdat’da olduğu dönemde ondan
fıkıh okumuştur. Ahmed b. Hanbel’in baskın olan yönü
hadisçiliktir. Nitekim kırk bin kadar hadis ihtiva eden elMüsned
adlı eseri, temel kaynaklar arasında yer
almaktadır. Bunun yanında hadis konusunda kaleme aldığı
Kitabü’l-ilel ve marifeti’r-rical adlı çalışması da
önemlidir.
Ahmed b. Hanbel, farazi fıkıhtan hoşlanmaz, meydana
gelmemiş olaylarla ilgili hüküm yürütmezdi. Nas ve eser
merkezli, nakle dayalı bir fıkıh anlayışı benimsemiş,
kıyası son çare olarak görmüştür.
Öğrencileri ve Literatür: Ahmed b. Hanbel’in hukuki
görüşlerini rivayet eden öğrencilerinin başında oğulları
Salih ve Abdullah gelmektedir. Fıkhi görüşlerini el- Camî
adlı müstakil bir eserde toplayarak tedvin eden, bir sonraki
kuşaktan Ebu Bekr el-Hallâl olmuştur. Bunun yanında
meşhur el-Muhtasar yazarı Ebu’l-Kasım Ömer b. elHuseyn
el-Hırakî (ö. 334/945) de anılmalıdır.
Yayıldığı Coğrafya: Önce Bağdat’da, daha sonra Irak’ın
dışına taşarak Hicaz, Suriye ve Mısır gibi ülkelerde
taraftar bulmuştur. Günümüzde Suudi Arabistan’nın resmi
mezhebi olan Hanbelîliğin, Kuveyt ve körfez ülkelerinde
de mensupları bulunmaktadır.
Yaşamayan Sünni Hukuk Ekolleri
Sünni İslâm hukuk ekollerinin çoğu günümüze kadar
varlığını sürdürememiş, zamanla taraftarlarını yitirmiştir.
Evzâî Ekolü
Bu ekol Ebu Amr Abdurrahman B. Amr el-Evzâî’ye
nispet edilmektedir. İbn Kuteybe gibi müellifler Evzâî’yi
re’yciler arasında gösterse de daha ziyade hadis taraftarı
olduğu görülmektedir. Ancak kendisinden nakledilen fıkhi
meselelerden hareketle re’y ve kıyası da kullandığı ifade
edilebilir.
Sevrî Ekolü
Ebu Abdullah Süfyan b. Said es-Sevri, hadis taraftarları
arasında yer alan bir müctehiddir. Re’ye karşı olduğu için
Ebu Hanife ile arasının pek de iyi olmadığı ileri
sürülmektedir.
Leys Ekolü
El-Leys b. Sa’d, Medine’de kendisini yetiştirdikten sonra
Mısır’a gitmiş ve Mısırlıların hukukçusu olmuştur. Şâfiî,
Leys’in Malik’ten daha güçlü bir hukukçu olduğunu,
ancak öğrencilerinin onun görüşlerini yayamadıklarını
ifade etmiştir.
Taberî Ekolü
Bu ekol ünlü tefsirci ve tarihçi İbn Cerir et-Taberî’ye
nispet edilmektedir. Taberi, Şâfiî, Maliki ve Irak fıkhını
öğrenmiş, daha sonra kendine mahsus bir fıkıh anlayışı
geliştirmiştir.
Zahirî Ekolü
Bu ekolün kurucusu Ebu Süleyman Davud b. Ali elIsbehânî
ez-Zâhirîdir. Önceleri Şâfiî mezhebine mensup
olan Davud ez-Zahirî daha sonra müstakil bir fıkıh
anlayışı geliştirmiştir. Kendisine neden Şâfiî mezhebini
bıraktığı sorulduğunda, Şâfiî’nin istihsana karşı kullandığı
delillerin kıyasın meşruluğunu da ortadan kaldırdığını ileri
sürmüştür. Davud ez-Zahiri’ye göre başvuru kaynakları
Kitâb, Sünnet ve icmâdır. Zahiri ekolünün en önemli
savuncusu, ikinci imamı, ünlü Endülüslü bilgin İbn Hazm
olmuştur.
Diğer Hukuk Ekolleri
Sünni çevrelerde ortaya çıkan hukuk ekollerinin yanında,
Şii ve Harici çevrelerde de kendine özgü hukuk anlayışına
sahip, günümüzde de mensubu bulunan ekoller ortaya
çıkmıştır.
Zeydî Ekolü
Bu ekolün mensupları imam olarak Hz. Hüseyin’in oğlu
Ali Zeynelabidin’in oğlu Zeyd b. Ali’yi kabul
etmektedirler. Diğer Şii grupları Caferiler ve İsmaililer ise
Zeyd b. Ali’nin ağabeyi Muhammed Bakır’ın imam
olduğunu savunmaktadır. Zeyd b. Ali; Kur’ân, hadis ve
fıkıh konularında döneminin seçkin ilim adamları arasında
kabul edilmektedir. Aklın fonksiyonunu ise başka bir delil
bulunmadığında, hüsün-kubuh kavramları bağlamında,
fayda ve zarar ilkelerinden hareketle olayların çözüme
kavuşturulması bağlamında değerlendirmişlerdir.
Zeydiler’in Şii grupları içerisinde Sünnilere en yakın olan
grup olduğu kabul edilmektedir. Nitekim Zeydîler, Hz.
Ali’den önceki üç halifenin hilafetini de meşru kabul
etmektedirler. Zeyd b. Ali’ye nispet edilen el-Mecmû adlı
hadis ve fıkıh içerikli kitap günümüze kadar gelmiştir.
Zeydiler günümüzde yoğun olarak Yemen’de
yaşamaktadırlar. Zeydilik Yemen’in resmi mezhebidir.
Caferî Ekolü
Şiilerin en kalabalık grubunu teşkil eden Caferiler,
hilafetin Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın soyundan gelen on iki
imama has olduğu görüşünü savunmaktadırlar. Bu grup
“imamiyye” ve “isnâaşeriyye” adıyla da anılmaktadır.
Ekol, altıncı imam Cafer es-Sadık’a nispet edilmektedir.
Caferilerin hukuki konularda başvuru kaynakları Kitâb,
Sünnet, icmâ ve akıldır. Caferiler, kıyası bir başvuru
kaynağı olarak görmemektedirler. Caferilerin en eski
kaynakları; İmam Musa Kazım’ın el-Halal ve’l-Haram’ı
ile oğlu Ali Rıza’nın Fıkhu’r-Rıdâ’sıdır.
İran’ın resmi mezhebi olan Caferiliğin Irak, Suriye,
Lübnan, Azerbaycan, Afganistan, Pakistan, Hindistan,
Mısır ve bazı Kuzey Afrika ülkelerinde de mensupları
bulunmaktadır. Ülkemizde, özellikle bazı doğu illerinde
bu mezhebe bağlı olanlar vardır.
İsmailî Ekolü
Bu ekole bağlı olan Şiiler Cafer es-Sadık’tan sonra büyük
oğlu İsmail’in imam olduğunu savunmaktadır. Onlara göre
imamet, İmam İsmail’den sonra oğlu Muhammed Mektûm
ve evlatlarına intikal etmiştir. Batıniyye adıyla da anılan
bu ekolün hukuki görüşlerini, Kadı Ebu Hanife en-Numan
derlemiştir.
Temel kaynaklarını Kadı Ebu Hanife en-Numan’ın
yazdığı Deâimü’l-İslâm, Tevîlü deâimi’l-İslâm ve
Kitâbü’l-iktisâr teşkil etmektedir. Günümüzde İsmaililer
Doğu ve Batı İsmailileri olmak üzere ikiye ayrılmıştır.
İbâzî Ekolü
Harici gruplar içerisinde en mutedili olarak kabul edilen
İbâzîler, Abdullah b. İbâz’a nispet edilmektedir. Ancak bu
ekolün ilk teorisyeni olarak onun yerine geçen Cabir b.
Zeyd el-Ezdî kabul edilmektedir. İbâzîlerin temel iki
görüşü, halifenin seçimle iş başına gelmesi gerektiği ve
dinin uygulamaya yönelik esaslarının da (amel) imandan
bir parça olduğudur.
İbâziler günümüzde Umman, Güney Arabistan,
Madakaskar, Zengibar, Libya, Cerbe Adası ve Cezayir
gibi ülkelerde yaşamaktadır.