XIV. Yüzyıl Anadolu Sahası

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
XIV. Yüzyıl Anadolu Sahası
« : 02 Mart 2018, 15:13:52 »
On dördüncü yüzyıl, Anadolu’da Türkçe’nin yazı dili haline gelmesinde bir
dönüm noktasıdır. Selçuklular’ın yıkılmasından sonra Anadolu’da kurulan
Beylikler, siyasi tarih bakımından olduğu kadar edebiyat tarihi bakımından
da bir geçiş dönemini temsil ederler. Bu dönem, konuşulan ve yazılan dilin
özellikleri itibarıyla Eski Anadolu Türkçesi veya Erken Dönem Osmanlı
Türkçesi olarak adlandırılan Türk dilinin özel bir devresi kabul edilmiştir
(Özkan, 1999).

İyi eğitimli Selçuklu sultanlarına göre Türkçe’den başka dil
bilmeyen Beyler, etrafında toplanan âlim ve sanatkârlardan Türkçe eser yazmalarını
istemişlerdir. Bu durum, Anadolu’da edebî dilin gelişmesinin itici
gücü olmuştur. Bu yüzyılda yazılan ve Anadolu’daki çeşitli Beylere takdim
edilen kısa surelerin (Yasin, Tebareke, Fatiha ve ihlâs sureleri) tefsirleri,
Kısas-ı Enbiya ve Tezkiretü’l-evliyâ çevirileri Türk dilinin tarihi gelişimi
bakımından kıymetli belgeler olarak değerlendirilmiştir (Levend, 1949).

On dördüncü yüzyıl dinî-tasavvufi edebiyatın verimli bir dönemi olarak
göze çarpmaktadır. Bu yüzyılda eser vermiş olan müelliflerden biri Gülşehrî
(ö. 1317’den sonra)’dir.

Kırşehir’in Gülşehir kasabasında yaşadığı için bu
mahlası kulanmıştır. Asıl adı Süleyman’dır. Gülşehrî, Feridüddin Attar’ın
Mantıku’t-tayr isimli eserini bazı ilave ve değişiklerle çevirerek Türkçe’ye
kazandırmıştır. Eser, vahdet-i vücud anlayışını işleyen yaklaşık 5000 beyitlik
bir mesnevidir. Gülşehrî’nin Türkçe ve Farsça başka eserleri de bulunmaktadır.

Yüzyılın önde gelen mutasavvıf şairlerinden biri, Garibnâme isimli eseriyle
şöhret bulmuş olan Âşık Paşa (ö. 1332)’dır. Kırşehir’de doğmuş olup
asıl adı Ali’dir. Soylu bir aileye mensuptur. Adı, Babaîler isyanına karışan
Baba İlyas Horasanî’nin torunu; XV. Yüzyılın ünlü tarihçisi
Aşıkpaşazâde’nin büyük dedesidir. Âşık Paşa, zahirî ve batınî ilimleri tahsil
etmiş, babasının ölümü üzerine Kırşehir’deki zaviyede şeyh olmuştur.

Âşık Paşa’nın Garibnâme isimli eseri aruzun fâilâtün fâilâtün fâilün kalı-
bıyla yazılmış dinî- tasavvufî öğütler içeren bir mesnevîdir. Yazımı 1330 yı-
lında tamamlanmıştır. Eserin matematiksel bir düzeni vardır. Başlıca on bö-
lüme, her bölüm ayrı ayrı on kıssaya yer vermiştir. Beyit sayısı on iki bin olarak
bilinmekle birlikte eser üzerinde çalışanlar farklı sayılar ileri sürmüşlerdir.
Garibnâme’yi yayımlayan Kemal Yavuz 10.613 beyit tespit etmiştir (Yavuz, 2000).

Garibnâme, Allah aşkı, peygamber sevgisinden alimlere saygı
ve muhabbete; hastalıklar ve çarelerinden aile, toplum ve devlet anlayışına
uzanan oldukça geniş ve çeşitli konu kadrosuna sahiptir. Yavuz’un tepsilerine
göre işlediği konu sayısı 550’yi bulmaktadır. Âşık Paşa’nın Garibnâme’den
başka Fakrnâme, Vasf-ı Hal, Kimya Risalesi, Sema Risalesi ve Tasavvuf Risalesi
adlı eserleriyle muhtelif şiirleri vardır.

Garibnâme’nin sanat düşüncesinden ziyade okuyanları bilgilendirme
amacına yönelik olarak yazıldığı aşikârdır. Bununla birlikte şairin samimi üslubu
okuyucularda tesir uyandıracak niteliktedir. Garibnâme ayrıca, Süleyman
Çelebi’nin mevlid manzumesine kaynaklık eden eserlerden biridir. Âşık
Paşa’nın Türkçeye verdiği değer onun eserinin kıymetini artırmaktadır. Türk
dilinin hakir görüldüğü bir dönemde her türlü eleştiriye göğüsleyerek, halkı
Hak’tan mahrum etmemek için eserini Türkçe yazmıştır.

Âşık Paşa’nın oğlu Elvan Çelebi (ö. 1368) de mutasavvıf bir şairdir. Bugün
Çorum’un Mecitözü ilçesine bağlı, kendi adıyla anılan köyde yaşamıştır.
Menâkıbü’l-kudsiyye isimli 2081 beyitlik bir mesnevisi bulunmaktadır.
On dördüncü yüzyılda yetişen dinî edebiyatın temsilcilerinden biri Erzurumlu
Kadı Mustafa Darîr’dir. Gözleri görmediği için anadan doğma kör
anlamına gelen “Darîr” lakabını kullanmıştır. Hafıza gücüyle ilimleri tahsil
ederek kadılık makamına ulaşmıştır. Onun en mühim eseri, İbn Hişam,
Vakıdî gibi siyer müelliflerinin eserlerinden yararlanarak meydana getirdiği
altı ciltlik Siretü’n-Nebî‘dir. Himayesinde bulunduğu Mısır meliki Mansur
Ali’nin isteği üzerine yazmıştır. Eser, mensur olmakla birlikte zaman zaman
manzum parçalar da ihtiva etmektedir. Konusu itibarıyla Türk İslâm edebiyatında
siyer türünün müstakil bir örneğidir.

Âşık Paşa’nın eseri gibi Süleyman Çelebi’nin mevlid manzumesine kaynak oluşturmuştur.
Darîr’in Siretü’nNebî’den başka Fütuhu’ş-Şam Tercümesi, Yüz Hadis Tercümesi ve Kıssa-i Yusuf isimli eserleri vardır.

Türk İslâm edebiyatına dair bu yüzyılda eser veren diğer temsilcilerini de
şöylece sıralayabiliriz. Âzeri sahasında olmakla birlikte Seyyid Nesimî (ö.
1404) Türk tasavvuf edebiyatının bu asırdaki en büyük şairlerinden biridir.
Hurufiliğin kurucusu Fazlullah-ı Hurufî (ö. 1393)’ye intisap etmiş, onun fikirlerini
savunmuştur. İnancı yüzünden Halep’te derisi yüzülerek öldürülmüştür.

Divan şiirinin öncülerinden olan Ahmedî (ö. 1412), İskendernâme isimli
meşhur mesnevisine dinî edebiyata ait bir tür olan “Mevlid” manzumesini eklemiştir.
Yine Ahmedî’nin kardeşi Hamzavî’nin Hz. Muhammed’in amcası
Hz. Hamza’nın kahramanlıklarını konu edinen Hamzanâme isminde mensur
bir eseri vardır. Bunlardan başka yüzyılın dikkate değer simaları arasında
Kıssa-i Yusuf isimli mesnevisi ile Sulu Fakih’i, Hz. Ali Gazavatnâmeleri ve
Muhammed Hanefi Cenknâmeleri’nin müellifi Dursun Fakih (ö. 1331’den
sonra)’i, Hacı Bektaş-ı Veli’nin Makalât’ını Türkçeye tercüme ettiği rivayet
edilen ve Yunus tarzı şiirleriyle tanınan Said Emre’yi ve Hacı Bektaş’ın takipçilerinden
olup Nasihatnâme’siyle tanınan Abdal Musa’yı sayabiliriz.