Cehalet: Genel olarak eşya hakkında bilgi edinme gücüne özgü bir erdem
olan hikmet faziletinden yeterince/orta düzeyde pay alamama cehalet rezileti
olarak karşımıza çıkmaktadır. Varlık ve ahlâk arasındaki ilişkiye temas
ederken değindiğimiz gibi, kişinin bilgi ve hikmet gücü de erdemli olmasında
son derece önemlidir.
İslâm düşünürleri, ahlâklı olmak için bilebilme
yeteneğini kabul eder. Ahmak kişinin ahlâklılığından söz edilemez. Aynı
şekilde kurnaz kişinin de erdemli olması mümkün değildir. Bütün bu
noksanlıklara reziletler açısından baktığımız zaman karşımıza cehalet
çıkmaktadır.
Cahil kişi, bir kere, ahlâk ve bilgi arasındaki bağlantıyı baştan
kuramayacağı için; bir başka ifadeyle eşya hakkında bilgi edinme gücü
noksan olduğundan, onun varlık-bilgi değer bütünlüğünü tesis edebilmesi
mümkün değildir.
İslâm ahlâkçıları genellikle hikmetin karşısına cehaleti koymuş olsalar da
anlama (fehm) yeteneğinin aşırısını ve eksikliğini de farklı tezahürler içinde
ayrıca reziletler olarak değerlendirmektedirler. Ancak bizim burada asıl
dikkat çekmek istediğimiz husus, insanın kendini geliştirememesi ve zamanı
yanlış olarak kullanması gerçeğine işaret edilmesidir. Doğuştan getirilen
hastalık düzeyindeki kusurlar bir yana bırakılırsa, insanın yeteneklerini doğru
olarak değerlendiremediği zaman reziletlerin ortaya çıkacağına işaret
edilmektedir.
Bir yeti geliştirilirken diğer erdemlerle paralel işlemeyen bir gelişmişliğin
de kötülük olarak zuhur edeceği hatırlatılmaktadır. Mesela zekâ yeteneği,
adalet yani pratik aklın ihmal edilmesiyle ileri düzeyde işlerlik
kazandırılabilir. Fakat bu durumda kurnazlık olarak ifade edebileceğimiz
kötülük yani rezilet zuhur edecektir. Öte yandan ahmaklık durumu, yaratılıştan
değil, kötü tercih ve vakti boşa harcamaktan doğar. Bu hal ilim
öğrenmekle ve çalışmakla giderilebilir. Ancak ifade etmeliyiz ki, bu reziletin
giderilmesinde ilmi öneren âlimler daha önce ifade ettiğimiz gibi, ilim ve
ahlâk ilişkisini ima etmektedir. Modern dünyanın en ciddi açmazlarından biri
olan bilgi ve değer arasındaki ayrım dikkate alındığında, sözünü ettiğimiz
yalıtılmış bilginin derde deva olamayacağı da açıktır.
Bu çağrışımlar bize Yunus Emre’nin akıl ve gönül ahengini de
anımsatmaktadır. Zira o, insan denen varlığı bir şehre benzeterek şehrin
kalesinin akıl; hazinesinin de gönül olduğunu söylemektedir.
İş bu vücûd bir kal’adur, akıl içinde sultan,
İş bu gönül bir hazînedür, ışık tutmuş bekler anı.
İslâm Ahlâkında faziletler bahsinde belirttiğimiz gibi, sevgi belki de
bütün erdemlerin özünde olan bir nüve ve “orta düzeyde olma” durumunun
anahtarıdır. Bütün yoksunlukların veya aşırılıkların temelinde sevgi açlığı
yatmaktadır. “Bütün bir kişilik” için de bu ahenk ve denge kaçınılmazdır.
Çünkü düşünce ve değeri, anlam ve bilgiyi birbirinden ayırmak mümkün
değildir. Bu nedenle olmalı ki, tarihte bilinen ilk üniversitenin kurucularından
olan Sokrates, üniversiteleri şöyle tanımlar: Akıl ve gönül arasındaki ahengi
sağlamayı hedefleyen üniversite, düşünce ile hayatın uyumunu kavrayacak
bireyler yetiştirir.