İslâm ahlâkının asıl kaynağı Kur’an ve onu yaşantısında tecessüm ettirmiş
peygamberin hayatı, sünnettir. Hz. Peygamber’in ahlâkının “Kur’an ahlâkı”
olduğunu söyleyen hadisler bu gerçeğe işaret etmektedir. Hatta dinin
“samimiyet” olduğunu söyleyen İslâm peygamberi bu gerçeği farklı bir
şekilde ifade etmiştir. Çünkü insan, temiz bir doğa, “fıtrat” üzerine dünyaya
gelmiştir. Hayat denen sahne insanın bu temiz özünü gölgeleyebileceği gibi
açığa da çıkarabilir. İşte dinin işlevi de tam olarak bu esnada devreye girer.
Zira samimi olmak, fıtratın açığa çıkmasıdır. Nitekim Kur’an’ın ruhların
sadece Allah’ı tesbih ederek huzura ereceğini söylemesi de bu gerçeği bütün
boyutlarıyla bir araya getirmektedir. Ahlâkın anlamı ve görevi de bundan
başkası değildir.
Kur’an’da güzel ahlâk veya fazilet için hasene, hidâyet, sıdk, amel-i salih
ve ihsan gibi pek çok kavramın kullanıldığı dikkati çekmektedir. İnsanın en
şerefli varlık olarak yaratıldığını ifade eden İslâm dini, bu şerefin ancak ve
ancak ahlâklı olmakla mümkün olacağını beyan etmiştir. İnsanın ruh ve
bedenden müteşekkil olduğunu söyleyen insanlığın ortak tecrübesi ve İslâm
dini, arınmanın ahlâklılıktan geçtiğini bildirmiştir. Nitekim Kur’an “nefsini
temiz tutan kurtuluşa ermiş, onu kirletense ziyan etmiştir” (Şems/91: 8-9)
diyerek bu gerçeği teminat altına almıştır.
Yine İslâm ahlâkının eşkâlini belirleyen ana prensip dikkate alındığı
zaman fazilet, rezilet ve vicdan üçgenini iyi belirlediği dikkati çekmektedir.
Nitekim iyilik ve kötülüğü kişinin vicdanında meydana getirdiği etkiye göre
tayin etmiştir. Hz. Muhammed, “bir insan, iyilik yaptığında sevinç, kötülük
yaptığında üzüntü duyabiliyorsa, artık o gerçekten mü’mindir” diyerek,
hakîkî insan alametlerini de söylemiştir. İyi ve kötü arasındaki çizginin
ayrımı kesinleştikçe, uyanık bir vicdandan; buradaki ayrım kaybolmaya
başladıkça, hatta neyin iyi olduğu konusunda kesin bir fikir
oluşturulamıyorsa, uyuyan bir vicdandan söz edilebilir.
Endülüs’te yetişmiş olan âlimlerden İbn Hazm Ahlâk, -el-ahlâk ve’ssiyer
fî müdâvâti’n-nüf’us- isimli eserinde akıllı olmayı, kulluk bilincinde
olma ve kulluğu yerine getirme, dolayısıyla da erdemli olma olarak tanımlar.
Aklın zıddı günahkârlık ve erdemsizlik, yani ahmaklıktır. İslâmî literatürde
‘Allah’a teslim olan ve ibadet eden kişinin, Allah’ın onun gören gözü, işiten
kulağı olmasının’ anlamı burada yatmaktadır. Günahtan sakınan, karanlık
perdeler ardında kalmayan kişinin görmediği tarafı Allah’ın tamamlaması,
onun aklen yetkinleşmesi anlamına gelir. Erdemli olmayı ‘orta olma’ yani
ifrat ve tefritten kaçınma olarak tasvir eder. Akıllı olma bir erdem olduğu
gibi, adalet, cesaret ve cömertlik de temel erdemdir.
Adalet te, daha sonra göreceğimiz gibi, “orta yolu” ifade etmektedir.
Adalet, muhtemel iki uçtan biri yerine, bunların tam ortasını bulmak
anlamına gelmektedir. Sadece bir erdem ile alakalı olarak değil bütün
erdemlerde ve erdemlerin birbiri ile ilişkisinde de orta yolu bulmak, adaletin
gereğidir. Adil kişi zaten diğer erdemleri de gerçekleştirmiş demektir. İnsanın
iyi olmasının kıstası, âdil olması ya da olmamasıyla doğrudan bağlantılıdır.
İbn Hazm, ahlak konusunda eser veren çok sayıda alim gibi insan denen
varlığın teşekkülünde dinin işlevini açıklayarak, varoluş, “olma” ve din
arasındaki organik bağı açığa çıkarmaktadır.
İslâm düşüncesi dindarlık ile ahlak arasındaki irtibatı keşfederken, varlıkbilgi-değer
düzlemlerinde son derece tutarlı ve dayanıklı algılama biçimi
ortaya koymuştur. Bir başka ifadeyle Kur’ân’ın anlam bütünlüğünde iman
(inanç-varlık) kavramı, ‘ilm (bilgi), ve salih amel (ahlâk-eylem) kavramları
öylesine birbirine bağlıdır ki, bunlar birbirini hem besleyen hem de
gerektiren boyutlardır. Öyle ki bu düşünce modunda bilgi (‘ilm), hikmet,
adalet ve hakikati içinde barındıran, çok katmanlı bir kavramdır. Bu
çerçevede adâletin bilgi ile ilişkisi şu şekilde ifade edilebilir: İnsanın
yaratıklar âleminde doğru ve bu yüzden uygun yerini ve yaratıcısı ile olan
doğru irtibatını bilmesi adalettir. Adalet, insanın kâinattaki konumu ile ilgili
bilgisinden kopuk değildir.
Kur’an’da kulluk (ibadet ve ubudiyet), inanan kişinin Allah’a bağlılığını
eylemleriyle göstermesi, bilgi (marifet) anlamında kullanılır. Allah’ın insanı
yaratış amacı, insanın onu bilmesidir. Aynı şekilde eşyanın bütünü içinde
kendi yerimizi bilme, durumumuzu tanıma ve tasdik etme ve kişinin bu biliş
ve tasdike göre hareket etmesi hem bireysel hem de toplumsal açından
adaleti getirecek olan edebli olmadır. Bilme, sevme, hissetme, adil olma ve
eylemde bulunmanın hepsini ihata eden bir akıl nosyonu var olmakla birlikte,
pratikte bunun tecessüm ettirilmesi gerekmektedir.
İmam Gazali Mîzân el-‘Amel isimli ahlak eserinde, ilm ve amelin âhirete
hazırlık ve mutlu olmanın yegâne yolunun iman ve salih amel olduğunu
söylemektedir. Bu cümleden olmak üzere ahlâk ilminin nihaî hedefi de, ilm
ve amel terkibini vurgulamaktan geçer. İbrahimî geleneğin ve İslâm’ın
değere vurgusunun altında yatan asıl neden, değerin bütünleştirici,
dönüştürücü ve tamamlayıcı özelliğidir. Çünkü değer sistemi toplumsal
mekanizma refleksleriyle varlık-bilgi ön kabulleri arasındaki ilişkiyi tanzim
ederek, dünya görüşü imgeleriyle sosyal yapılar arasındaki uyumu sağlar.
Tasvir etmeye çalıştığımız konuya, bir başka açıdan bakarak özetlememiz
mümkündür. Ahlâk, vicdanın normatif bir biçim kazanmasıdır. Daha doğrusu
onun normatifliği varlıkla uyumunu ifşa eder. Çünkü kelime anlamı itibariyle
vicdan, varlığı yerli yerince görebilme ve hakkı teslim edebilme anlamına
gelen adalete (adl) en yakın kavramdır. İlahi iradenin sesini, vecde gelerek
duyabilme, varlığı görebilme ve bulabilmedir. Bunun içindir ki, ‘vicdanın
sesi’, hakkın sesine en yakındır. Etimolojik olarak v-c-d (vecede) kökünden,
bulmak anlamından neşet eden vicdan, vecd sayesinde ulaşılan merhaledir ki,
vücud’a ulaşılır. Bütün bu deltaları kendinde birleştiren “vâcid”, meydana
çıkaran ve yaratan anlamına gelir (yaratıcı); “mevcut” ise, var olan; mevcudat
ise var olanlar demektir. Dolayısıyla, hem vecd, hem de vicdan, var kılıcı bir
özelliği haizdir. İster adalet kavramından; isterse de vicdandan hareketle
olsun ahlâk tartışması değer-anlam-varlık-bilgi bütünlüğünü kendinde
barındırır.
Diyebiliriz ki İslâm ahlâkının bireysel boyutu olarak ifade
edebileceğimiz faziletler veya erdemler bu bütünlüğü tesis edebilmektir.
Aksine reziletler ise, söz konusu bütünlüğü yakalayamamak; bir bakıma
parçalanmışlıktır.