Mısır’da Erken İslâm Mimarisi

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Mısır’da Erken İslâm Mimarisi
« : 28 Ocak 2018, 11:58:25 »
Mısır’da ilk bağımsız müslüman Türk devletinin kurucusu Tolunoğlu
Ahmed, Sâmerrâ’da görevli bir Orta Asyalı Türk emîrinin oğludur.
Kahire’den yüzyıl kadar önce el-Katayi adını verdiği şehri kuran Tolunoğlu
Ahmed, sivri kemeri, süslemesi, gelenekleri ile Türk mimarisini de Mısır’a
taşımıştır.

Tolunoğlu Ahmed 868’de Mısır’a egemen olduktan sonra 870’te
el-Katayi şehrini kurmuş, 873’te su kemeri ve hastahane yaptırmıştır. Kısa
süren parlak bir devrin temsilcisi olan camisi ise Mısır’ın İslâm devri anıtları
içinde çok önemli bir yere sahiptir. Tolunoğlu Camii, 876-879 yılları arasında
yapılmış tuğla bir yapıdır. Tuğla geleneği Sâmerrâ yolu ile ve Türkler’le Orta
Asya’dan Mısır’a gelmiştir. Sivri kemerlerin kullanıldığı bu yapıda, köşeleri
yuvarlatılmış pâyelerle avlunun kıble yönünde beş paralel nef meydana
getirilmiş, diğer yanlar iki nefle teşkilâtlandırılmıştır. Sâmerrâ Mütevekkiliye
Camii’nin yarı büyüklüğündeki yapının minaresi duvarların dışında,
rampalarla çıkılan spiral bir kule şeklindedir. XIII. yüzyılda Memlük Sultanı
Lâçin tarafından yaptırılan ekler ve onarımlar sırasında dıştan merdivenli
kare bir kaide örülmüştür.

İlk müslüman Türk devleti olan Tolunoğulları 905’te Mısır egemenliğini
tekrar Abbâsî halifelerine bırakmıştır. 933’e kadar da Mısır’da bir kargaşa
devri sürmüş, nihayet bu tarihte Ferganalı soylu bir Türk ailesinden gelen
Mehmed Akşit’in Mısır’a vali olmasıyla X. yüzyılın ortalarına kadar Mısır’ı
düzene sokmuştur. 943’te yaptırılan Şerif Tetabe (Tabataba) Meşhedi, dört
kollu pâyeler üstünde 20 x 30 m. boyutlarında ve üzeri eşit dokuz kubbe ile
örtülü bir yapıdır. Bir de stuko süslemeli mihrabı bulunan bu yapının mimari
planı bu devir için çok ilgi çekici bir yenilik olarak görülür.

Bu iki Türk devletinden sonra Mısır, 969’dan itibaren Fâtımîler’in
egemenliğine girmiştir. Kuzey Afrikalı, Berberî ve Şiî olan Fâtımîler,
Mehdiye ve Kayrevan’dan sonra, kerpiç surlarla çevirdikleri Kahire’yi
kurarak merkez yapmışlardır. Fâtımî mimarisinde, kesme taşın çok
kullanılması ve cephelerin kuvvetle belirtilecek biçimde ele alınması yanında,
iç süslemede bitki motifleri önemli özelliklerdir. Buna karşılık, planlarda
genellikle Tolunoğlu Camii ile Kayrevan Camii örnek alınmış, değişik
ölçülerde uygulanan bu planlarla yeni bir mimari meydana getirilmiştir. 970-
972 yıllarında tamamlanan el-Ezher Camii, paralel nefleri ile Tolunoğlu
Camii’ni örnek almış, Kayrevan’daki gibi iki kubbe dikine uzanan orta nefin
iki ucuna yerleştirilmiştir. Pâyeler yerine de devşirme sütunlar kullanılmıştır.
Sonradan medrese haline getirilen ve Memlük devrinde minareleri eklenen
yapı Kahire Üniversitesi’ne temel olmuştur. Genel manzarası ile kale
görünümü veren ve taşkın cephesiyle dikkati çeken Hâkim Camii (990-1003)
Tolunoğlu Camii’ni küçük ölçüde tekrarlar. Akmer Camii ise 1125’te
tamamlanmıştır.

Kahire’de devir açan zengin ve çeşitli süslemelere sahip
kesme taştan cephesinde birbirinden ayrılan kısımların geometrik düzeni
Türk ruhunun hâkimiyetini gösterir. Kitâbesinde “zâviye” adı geçen elCüyûşî
Camii, ana mekânın planı bakımından ilgi çekici bir yapıdır. 1085’te
Bedr el-Cemâlî tarafından yaptırılan yapının mihrap önünde ortada bir kubbe,
yanlarda iki tonoz, bunun da arkasında yan yana üç tonozla enine bir
dikdörtgen mekân elde edilmiştir.

XI ve XII. yüzyıllara ait olan Fâtımî türbelerinde kare plan tromplu kubbe
ve mukarnas dolgular kullanılmıştır. Seb Abenat (yedi kızlar) adı ile tanınan
türbeler açık türbe geleneğini devam ettirirler ve Mısır’daki ilk türbeler
olarak görülürler. 1132 tarihli Seyyide Rukıyye Türbesi de aynı mimari
unsurların kullanıldığı bir yapıdır. Şiî olan Fâtımîler’in İran’la kuvvetli
bağları vardı. Bu mimari unsurlar da İran’da bu sırada Büyük Selçuklu
mimarisinin olgunlaştırdığı geleneksel unsurlardır. Bedr el-Cemâlî tarafından
XI. yüzyılda yaptırılan Kahire’nin ünlü sur kapılarının kardeş olan mimarları
Urfalı idiler.

1171’de Fâtımî Devleti’ne son veren Selâhaddin-i Eyyûbî, güneye doğru
ülkesini genişletti. Eyyûbîler kısa süren egemenlik devrelerinde (1171-1250)
sanat alanında da Selçuklular’ın ve Zengîler’in olgunlaştırdığı üslûbu
yaydılar. Eyyûbî devri anıtlarından çok azı günümüze ulaşmıştır. Mısır’da
bazı türbeler dışında, onların getirdiği ilk medreselerden de bir şey
kalmamıştır. Suriye’de medreseler Selçuklu ve Zengî geleneğine bağlıdır.
Camilerde revaklı avlu, dilimli kubbeler ve stuko süsleme hâkimdir.
Bu gelişmeler dışında İslâm sanatı İran, Anadolu, Hindistan ve diğer
çevrelerde bütünüyle Türk sanatı çerçevesi içinde gelişmesini sürdürmüştür.
Bu gelişme sadece mimaride değil, çini ve keramik, halı, maden işleri ve
kitap sanatında da hep Türk sanatlarından ayrılamayan bir gelişmenin
ürünleri olmuştur. İran’da Büyük Selçuklu sanatı kendinden sonraki bütün
Doğu İslâm sanatlarını sonuna kadar etkileyecek kuvvetli bir gelenek
kurmuştur. Anadolu’da tamamlanarak, Osmanlı mimarisinde en parlak
devrine ulaşan bu gelişmeyi “Türk-İslâm Sanatı” başlıkları altında
inceleyeceğiz.