Namazın Farzları - Namazın Şartları ve Namazın Rükünleri

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Namazın farzları on ikidir. Bunlardan altısı namaza başlamadan önce, altısı
da namazın içinde bulunması gerekir. Namaza başlamadan önce bulunması
gereken farzlara namazın şartları, namazın içinde bulunması gereken farzlara
da namazın rükünleri denir. Namazın şartları ve rükünleri sırasıyla
açıklanacaktır.

Namazın Şartları

Hadesten Tahâret
Hades, abdestsizlik ve guslü gerektiren durumlar (cünüplük, âdet hali ve
loğusalık hali) demektir. Namaz kılacak kişinin, cünüp ise veya âdet yahut
loğusalık hali sona ermişse boy abdesti (gusül) almadan, bu durumlardan biri
söz konusu değilse abdest almadan namaz kılması geçerli olmaz. Boy abdesti
veya abdest alacak su bulamayan veya bulduğu halde kullanma imkânı
olmayan kişi teyemmüm eder.

Necâsetten Tahâret

Namazın geçerli olabilmesi için bedende, elbisede ve namaz kılınacak yerde
necis yani dinen pis sayılan ve namazın sıhhatini engelleyecek miktara ulaşan
necis maddelerin bulunmaması şarttır. Bir kimse, bilmeyerek namazın
sıhhatini engelleyen bir miktara ulaşan necâset bulaşmış bir elbise ile kıldığı
namazı elbisesini temizledikten sonra yeniden kılar. Hanefî mezhebinde
benimsenen görüşe göre namaz kılınacak yerin temizliği ile ilgili asgari şart,
ayakların, ellerin, dizlerin ve alnın konacağı yerlerin temiz olmasıdır.
Üzerinde necâset bulunan halı, kilim gibi bir serginin temiz kalan kısmında
kılınan namaz geçerlidir. Necâset bulunan bir yerin üzerine, necâsetle irtibatı
kesecek ve kokusunu dışarı vermeyecek şekilde temiz bir sergi serilirse veya
temiz toprak dökülürse bunun üzerinde namaz kılınabilir.

Setr-i Avret

Setr kelimesi örtmek, avret kelimesi ise örtülmesi gereken yer demektir. Dinî
terim olarak, örtülmesi farz olan, başkalarının bakması câiz olmayan
uzuvlara avret mahalli denir. Hanefî mezhebinde erkeklerin avret yeri sayılan
uzuvları, göbek altından dizlerin altına kadar olan kısımdır. Kadınların ise,
yüz ile eller hariç, bütün vücudu avrettir. Namazda ayaklarının avret
sayılması konusunda görüş ayrılıkları bulunmakla birlikte tercih edileni avret
olmadığı görüşüdür. Giyilen elbisenin vücudun rengini göstermeyecek
şekilde olması, yani, tül v.s. gibi şeffaf olmaması gerekir. Ancak, vücudun
hatlarını belli eden dar ve bedene yapışık elbise ile kılınan namaz -mekruh
olmakla birlikte- geçerlidir.

İstikbâl-i Kıble

İstikbâl-i kıble kıbleye yönelmek demektir. Müslümanların kıblesi Mekke’de
Mescid-i Harâm’ın içinde bulunan Kâbe-i Muazzama’dır. Kıbleye yönelmek
namazın şartlarından biridir. Kıbleden başka tarafa bilerek yönelen kişinin
namazı ve tilâvet secdesi sahih olmaz. Bir kimse hasta olduğu için veya
düşman, yırtıcı hayvan korkusu sebebiyle kıble yönüne dönemediği takdirde,
gücü yettiği tarafa doğru yönelerek namazını kılar. Uçak, otobüs gibi bir
vasıta ile yolculuk yapan kişi, gücü yeterse kıbleye dönerek namazını kılar,
vasıtanın yönü değiştikçe yönünü kıbleye çevirerek namazını tamamlar.
Gemi içinde namaz kılınacaksa temel ilke kıbleye dönmek, gemi döndükçe
kıbleye dönmeye devam etmektir. Ancak, bindiği nakil aracının hareketlerini
izleme imkânına sahip olmayan bir kişi, namaza başlarken kıble olarak
belirlediği yöne doğru namazını kılıp tamamlar. Müslümanların namaz
kılarken, yeryüzünün en eski ve en kutsal mâbedi olan Kâbe’ye yönelmeleri,
aralarındaki birliği canlandırmalarının, nizam ve intizamlarını korumalarının,
gönüllerini ortak bir ibadetin ilâhî neş’esiyle ve nuruyla aydınlatmalarının bir
ifadesidir.

Vakit

Vakit, namazın farz olmasının sebebi ve edâsının da şartıdır. Farz namazlar
ile bunların sünnetleri, vitir, terâvih ve bayram namazları için vaktin girmiş
olması şarttır. Farz namazlar: sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı
namazlarıdır. Cuma namazı da farz olarak öğle namazı yerine geçer. Belirli
bir şarta bağlanmış nezir namazı da, bu şart henüz gerçekleşmeden kılınırsa
adak vecibesi yerine gelmez. Vakte bağlı bir namaz, vakit daha girmeden
kılınınca muteber olmaz, yeniden kılınması gerekir. Bir namaz kendisi için
belirlenen vakitten sonra kılınanca “edâ” olmayıp “kazâ” olur. Hanefîler’e
göre cuma, bayram ve sünnet namazları, vakitleri çıkınca artık kazâ edilmez.

Niyet

Namazlarda niyet şarttır. Niyet, kalbin bir şeye karar vermesi, bir işin ve fiilin
ne için yapıldığının şuuruna vararak onu bilmesi demektir. Namaz hususunda
niyet, sırf Allah rızası için namaz kılmayı istemeyi ve hangi namazı
kıldığının bilincine varmayı ifade eder. Amellerin kıymetleri, sevapları
niyetlere göredir. İnsanın niyeti hâlis olmalı, ibadetini şuurlu bir halde
yapmalı, işlerini Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla gerçekleştirilmelidir.
Niyetin kalp ile yapılması esastır. Bununla birlikte kalp ile yapılıp, “şu
vaktin farz veya sünnet namazını kılmaya niyet ettim” şeklinde dil ile
söylenmesi de iyidir. Dil ile bir şey söylenmese, yine de namaz câiz olur.
Kişinin kalbinden geçirdiği ile dilinden söylediği birbirine uymuyorsa, dil ile
söylenen geçersizdir. Farz namazlarda, vitir, bayram ve adak gibi vacip
namazlarda, hangi farzın veya vacibin kılındığını belirlemek (sabah namazı,
cuma namazı, vitir namazı gibi) şarttır. Kazâ namazı kılarken de hem vaktin
hem de günün belirlenmesi (en son kazâya kalan sabah namazı gibi) gerekir.
Cemaat halinde kılınan namazlarda ayrıca imama uyulduğuna dair niyet
edilmesi gerekir. Sadece erkeklerden meydana gelen bir cemaate imam
olarak namaz kıldıran kişinin imamete niyet etmesi gerekmez. Ancak,
cemaat arasında kadınlar bulunuyorsa, bu takdirde imamın kendisine uyan
erkek ve kadınlara imamlık yaptığına dair niyet etmesi şarttır. Sünnet ve
nâfile namazlar için belirleme şart değildir, sadece “namaza” niyet edilmesi
yeterlidir; fakat belirlemek (terâvih namazına, sabah namazının sünnetine
gibi) daha iyidir.

Namazın Rükünleri

İftitâh Tekbiri

İftitâh (başlangıç) tekbiri namaza başlarken alınan tekbirdir. Bu, kişinin kendi
işitebileceği bir sesle “Allahu ekber” demesini ifade eder ki, “Allah en
büyüktür” anlamına gelir. Bu tekbire, “tahrîme” de denir. Zira bu tekbirle
namaza girilmiş, namazla bağdaşmayacak fiiller haram kılınmış ve dış âlemle
ilgi kesilmiş olur.

Kıyam (Ayakta Durmak)

Namazın bir rüknü olarak “kıyam”, iftitâh ve her rek‘atta Kur’ân’dan
okunması gereken en az miktar boyunca ayakta durmayı ifade eder. Kıyam,
namazın bir rüknü olduğu için, ayakta durmaya gücü yeten bir kişinin farz
veya vacip bir namazı oturarak kılması geçerli sayılmaz. Ancak hasta veya
ayakta namaz kılmaya güç yetiremeyen veya ayağa kalkınca hastalığının
artmasından veya uzamasından yahut da şiddetli ağrı duymasından korkan
kişi, namazı oturduğu yerde kılar, gücü yeterse rükû ve secdeye varır. Çünkü
İslâm’ın genel kurallarına göre, zorluk ve ihtiyaç kolaylığı celbeder ve
zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunur. Hareket halindeki gemi, uçak,
otobüs gibi bir vasıtada namaz vaktini kapsayacak kadar bir süre yolculuk
yapan kişi, bu araçlarda ayakta namaz kılması mümkün olmazsa, oturarak
veya oturduğu koltukta namazını kılar, rükû ve secdelerini ima ile yapar.
Ancak secde için rükûdan daha fazla eğilir. Sünnet ve nâfile namazları,
ayakta kılmak daha faziletli olmakla birlikte, bir özür bulunmasa da
oturularak kılınabilir. Çünkü nâfile namazlar kolaylık ve genişlik esasına
dayanır.

Kıraat

Kıraat, sözlükte okumak demektir. Fıkıhta ise, namaz kılan kişinin,
Kur’ân’ın ayetlerinden bir miktarını kendisinin işitebileceği şekilde
okumasını ifade eder. Kıraat namazın bir rüknü olup farzdır. Tek başına kılan
kişi, bir miktar Kur’ân ayetini ayakta iken kendi işiteceği şekilde ve fakat
harflerini belirterek, imam ise, sesli namazlarda yakınında bulunanların
işiteceği bir ses tonuyla okur. Namazda farz olan kıraat miktarına gelince, bu
miktar Ebû Hanîfe’ye göre kısa da olsa bir ayettir.

Hanefî mezhebinde imama uyan kimsenin Kur’ân okuması gerekmez;
onun hem sesli hem de sessiz namazlarda da susması vaciptir. Diğer üç
mezhepte ise kıraat, imam ve yalnız başına kılan için farz olduğu gibi sessiz
namazlarda imama uyan için de farzdır. Sesli namazlarda da, Şâfiî mezhebine
göre, imama uyan kişinin Fâtihayı okuması farzdır. Mâlikî ve Hanbelî
mezheplerinde ise, sesli namazlarda cemaat okumaz, dinler.

İslâm bilginleri, kıraat farîzasının ancak Kur’ân’ın asıl metniyle yapılması
halinde yerine getirilmiş olacağı hususunda görüş birliği içindedirler. Çünkü
Kur’ân Arapça olarak inmiştir. Kıraatin tek bir lisanla gerçekleşmesi
Müslümanların birlik ve beraberliğinin bir göstergesidir. Tarih boyunca da
uygulama böyle olmuştur. Diğer taraftan kıraatin Arapça olarak yapılması,
çok zor da değildir. Hattâ, namazın sahih olmasını sağlayacak kıraat miktarı
sûre ve ayetleri öğrenip ezberlemek Arapça dilini bilmeyenler için bile bir
günlük, hattâ bir iki saatlik bir iştir.

Rükû (Eğilmek)

Rükû, namazın bir rüknü olup farzdır. Kıraat bittikten sonra eğilerek rükûya
varılır, baş ile sırt düz tutulur ve eller dizlere kadar varır ve dize dayanılır.
Ayakta namaz kılan kimse için sadece başını eğmesi yeterli değildir, sırtını
da eğerek baş ve sırt tam bir düz satıh meydana getirmelidir. Bu şekil tam bir
rükûdur. Oturduğu halde namaz kılan kimsenin, rükû ederken alnı dizlerine
paralel olacak derecede sırtını eğmesi yeterlidir Rükûda bir süre rükû
vaziyetinde beklemek ve rükûdan sonra doğrulup bir süre kıyam vaziyetinde
beklemek (kavme) gerekir. Hanefî mezhebinde bu sürenin en azı
“sübhâne’llâhi’l-azîm” diyecek kadar bir zaman dilimidir.

Secde

Secde (yere kapanmak), namazın bir rüknü olup farzdır. Namaz kılan kimse,
rükûdan sonra kıyama geçer ve hemen arkasından secdeye varır; alnı yere
değdiğinde rükû vaziyetinden daha fazla eğilmiş olur. Sadece alnı ve burnu
yere değecek kadar yüzünü ve ayrıca iki ayağının parmakları, iki eli ve iki
dizini yere koyar. Böylece Allah’a tazimde bulunur. Bu secde, her rek‘atta
birbiri ardınca iki defa yapılır.

Tam ve mükemmel bir secde yedi aza üzerine yapılan secdedir.
Peygamberimizden nakledilen bir hadiste, bu azaların yüz (alın ve burun), iki
el, iki diz ve iki ayak (iki ayağın parmakları) olduğu belirtilmiştir (Buhârî,
“Ezan”, 133-137). Gücü yetmediği için oturarak namazını kılıp, bedelsel
özründen dolayı veya vasıta içinde namaz kıldığından dolayı secdeye
kapanamayan bir kişinin, secdesi rükûundan daha fazla eğik olmalıdır.
Secde edilecek yerin yüksekliği, taban seviyesinden on iki parmaktan
(yaklaşık 23 cm.) daha yüksek olmamalıdır. Cemaat kalabalık olunca veya
başka bir mazeret bulununca dizler üzerine de secde edilebilir. Yine kalabalık
sebebiyle aynı namazı cemaatle kılanların birbirlerinin sırtına secde etmeleri
de câizdir. Atılmış yün, pamuk gibi yumuşak bir şey üzerine secde
edildiğinde yüz bunların içinde tamamen kayboluyorsa ve alın ile burun yerin
sertliğini hissetmiyorsa secde câiz olmaz. Secdede ve iki secde arasında secde
denebilecek kadar bir süre durmak yeterlidir. Hanefî mezhebinde bu sürenin
en azı “sübhâne’llâhi’l-azîm” diyecek kadar bir zaman dilimidir.

Fakat rükû ve secdede sünnet miktarının en azı üçer kere tesbih
(sübhâne’llâhi’l-azîm gibi) okumaktır. Ortası beş, en mükemmel olanı da
yedi kere tesbih okumaktır. Namazı tek başına kılan kimse, daha çok tesbihte
bulunabilir. Fakat imam olan kimse, cemaatin rızası bulunmadıkça, üçten
fazla tesbih okumamalıdır. Çünkü cemaati usandırmak ve namazdan
kaçırmak uygun değildir. Rükûda okunacak tesbih: “Sübhâne rabbiye’l azîm
(Pek büyük olan Rabbim, her türlü eksikliklerden uzaktır) ve seccedeki tesbih
de: “Sübhâne rabbiye’l-a’lâ (Pek yüce olan Rabbim, bütün eksikliklerden
uzaktır) şeklindedir.

Ka‘de-i ahîre (Son Oturuş)

Namazların sonunda teşehhüd miktarı oturmak bir rükün olup farzdır. Buna
ka‘de-i ahîre denir. İki rek‘atlı namazlarda ikinci rek‘attan sonra, üç rek‘atlı
namazlarda üçüncü rek‘attan sonra, dört rek‘atlı namazlarda dördüncü
rek‘attan sonraki oturuşlar son oturuş yani ka’de-i ahîre sayılır. Ka‘de-i
ahîrede oturarak beklenmesi farz olan süre Hanefî mezhebine göre teşehhüd
miktarıdır. Teşehhüd miktarı ise tahiyyât okuyacak kadar bir süredir.

Teşehhüdün ya da tahiyyâtın metni şöyledir: “et-Tahiyyâtü li’llâhi va’ssalavâtü
vet’tayyibâtü. es-Selâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyü ve rahmetü’lllâhi
ve berekâtühü. es-Selâmü aleynâ ve alâ ibâdi’l-llâhi’s-sâlihîn. Eşhedü
en lâ ilâhe illAllah ve eşhedü enne Muhammeden abduhü ve rasûlühü”
(Buhârî, “Ezan”,148,150; Müslim, “Salât”, 16; İbn Mâce, “İkâmetü’ssalât”,24).
Türkçesi: “Bütün tâzimler, övgüler, mülkler, kavlî, bedenî ve malî
ibadetler Allah Teâlâ’ya mahsustur. Ey Peygamber! Sana selam olsun,
Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun. (Ey Rabbimiz)! Selam bize ve
Allah’ın sâlih kullarına olsun. Şehâdet ederim ki yani kesin olarak bilir ve
açıklarım ki, Allah’tan başka hakikî ma’bud yoktur ve şehâdet ederim ki,
Muhammed, Allah’ın kulu ve resûlüdür.”

Namazın esasını oluşturan şartlar ve rükünler bunlardan ibaret olmakla
birlikte Ebû Yusuf, Şâfiî, Mâlik ve Ahmet b. Hanbel’e göre ta’dîl-i erkân,
Ebû Hanîfe’ye göre ise namazdan kendi fiili ile çıkmak namazın farzları
arasında yer alır. Ta‘dîl-i erkân, rükû ve secde gibi rükünlerin hakkının
verilerek yapılmasını, rükûdan doğrulurken vücut dimdik bir hale gelip en az
bir kere; “Sübhâne’llâhi’l-azîm” diyecek kadar ayakta durulmasını, ondan
sonra secdeye varılmasını ve iki secde arasında “Sübhâne’llâhi’lazîm”diyecek
miktar oturulmasını ifade eder.