Peygamber Efendimizin Sosyal Çevreye Önem Vermesi

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Kur’ân-ı Kerim’de Müslümanların kardeş oldukları, birlik-beraberlik içinde
olmaları, birbirleri aleyhine dedikodu yapmamaları, iftira etmemeleri, ön
yargılarla birbirlerini töhmet altında bırakmamaları, birbirlerinin hatalarını
açıklayıp yaymamaları hatırlatılmaktadır. (Hucurât 49/1-15)

İslâm bilginleri, Peygamber Efendimize “Yaşayan Kur’an” demişlerdir.
Dolayısıyla o, Kur’an’da işaret edilen kardeşliği, birlik ve beraberliği
Müslümanlar arasında gerçekleştirmeye çok çalışmıştır. Ona göre nasıl ki,
insanın organlarından biri rahatsızlandığı zaman diğer organlar da o ağrıyı
hissederse Müslümanlar da birbirlerinin dertleriyle, sıkıntılarıyla
ilgilenmelidirler. (Buhârî, “Edeb”, 27; Müslim, “Birr”, 66) Peygamber
Efendimiz, din kardeşlerinin birbirlerine destek olmalarını bir duvarı
sağlamca tutan örülmüş tuğlalara ve birbirine kenetlenmiş sağlam binalara da
benzetir (Buhârî, “Edeb”, 36; Müslim, “Birr”, 65) ve Müslümanlara birlik
hâlinde olmalarını, ayrılıp dağılmaktan şiddetle kaçınmalarını tavsiye eder.
(Tirmizî, “Fiten”, 7)

Müslümanlar, birbirlerine kin tutmamalı, haset etmemeli, sırt
çevirmemeli, ilgiyi kesmemelidirler. Din kardeşleri arasındaki ilişkilerde
barış üzere olmak esastır; kin, haset, kovuculuk, gıybet gibi şeylere yer
yoktur. Temel gaye, toplumun birliği, sosyal hayatın huzur ve barışı
olmalıdır. Peygamber Efendimiz, “Mü’min olmadıkça cennete giremezsiniz,
birbirinizi sevmedikçe de gerçek anlamda iman etmiş olmazsınız” buyurmuş
(Müslim, “Îman”, 93), Müslüman ve mü’mini şöyle tarif etmiştir:
“Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların emîn olduğu, mü’min ise,
insanların canları ve malları hususunda kendisinden güvende olduğu
kimsedir.” (Tirmizî, “Îman”, 12; Nesâî, “Îman”, 8)

Peygamber Efendimiz, hicretten sonra Medine’de İslâm toplumunda
barışı tesis için gayret göstermiştir. Bu amaçla ilkönce Müslümanlar arasında
selâmlaşmayı yaygınlaştırmış, muhtaçlara yardımcı olmayı tavsiye etmiş,
akraba ve komşularla ilgilenmek gereğini vurgulamış, bu hizmetlerin ibadetle
olgunluk kazanacağına işaret etmiştir.

Peygamber Efendimiz, “Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse,
akrabasını görüp gözetsin” (Buhârî, “İlim”, 37; Müslim, “Îman”, 74-77)
sözleriyle akraba ile ilgilenmenin önemini vurgulamıştır. Kur’an’da da
akrabalık bağlarını kesmenin yanlışlığına ve komşulara iyiliğin önemine dair
âyetler mevcuttur. (Ra’d 13/21-22; Nisâ 4/36)

Allah Resûlü (s.a.v), toplumun birliğini sadece ilke bazında ele almakla
kalmamış, bu ilkeleri pratiğe yansıtacak kurumları da oluşturmuştur.
Bunlardın başında camiler gelir. Hz. Peygamber, hicret yolculuğunun
nihayetinde henüz Medine’ye girmeden Kubâ’da birkaç gün içinde İslâm
tarihinin beş vakit açık ilk mescidini yapmıştır. Daha sonra Mescid-i
Nebevî’yi inşa etmiş, bitişiğine de Suffe Okulu’nu hizmete açmıştır. Böylece
iç huzuru, camide yan yana saf tutan Müslümanların birliğiyle görünür hâle
getirmiş, Suffe Okulu’nda eğittiği öğrencilerle sözkonusu birliği
pekiştirmiştir. Bununla birlikte Peygamberimiz, muhacirlerle ensar arasında
sosyal birliği sağlama adına kardeşlik kurmuştur. Buna göre, ensar
muhacirlere ekonomik alanda destek verirken, muhacirler de onlara sabır ve
fedakârlık tecrübelerini aktarmışlardır.

Resûlullâh (sav), Müslümanlar arasında kurulmuş olan barışın
bozulmasına asla izin vermemiş, herhangi bir tartışma meydana geldiğinde
hemen müdahale etmiştir. Örnek vermek gerekirse, aralarındaki tartışma
esnasında Bilâl-i Habeşî’yi “Kara kadının oğlu!” diye küçük gören bir
sahabiyi, “Ben aranızda iken hâlâ mı Câhiliye gayreti güdüyorsun?” diye
uyarmış, bunun üzerine o sahâbi, Bilâl’den özür dilemiştir. Benzer şekilde
Kubâlılar arasında bir kavga çıktığını duyan Peygamberimiz, hemen bir ata
binip oraya ulaşmış ve ikindi namazının vakti biraz gecikse de kavga edenleri
barıştırmadan Medine’ye dönmemiştir.

Ashâb-ı Kiram’dan bir zat, Müslümanlar arasındaki dayanışmanın
korunması hususunda ilginç bir örnek veriyor. Buna göre bir gün birkaç
sahabi Peygamberimizin huzurunda otururken aniden Hz. Ebû Bekir bir telaş
içinde gelir. Peygamberimiz, onun, biriyle çekiştiğini tahmin eder. Sebebini
sorduğunda Hz. Ebû Bekir, Ömer’le arasında bir tartışma yaşandığını,
kendisinin biraz ileri gittiğini ve özür dilediğini söyler. Bunun üzerine
Resûlullâh (sav), onun için Allah’tan mağfiret diler. Aynı anda Hz. Ömer de
pişmanlık duyarak özür dilemek üzere Hz. Ebû Bekir’i aramaya koyulur ve
Peygamberimizin huzuruna gelir. Bu esnada Peygamberimizin yüz ifadesinin
değiştiğini fark eden Hz. Ebû Bekir, onun, Ömer’i azarlamasından endişe
duyarak bu işte kendisinin daha ileri gittiğini ısrarla belirtir. Bunun üzerine
Hz. Peygamber, orada bulunan herkese hitap ederek, peygamberlikle
görevlendirildiği ilk günlerde kimi davet ettiyse şüphe ve itirazla
karşılaştığını, hiçbir endişe taşımaksızın ilk iman edenin Ebû Bekir olduğunu
söyler, ardından da, “Şimdi ashâbım! Siz bu aziz dostumu, bu nisbetiyle ve
özelliğiyle bana bırakırsınız değil mi?” (Buhârî, “Fedâilü Ashâbi’n-Nebî”, 5,
13) diyerek onun Müslümanların birliği ve huzuru adına gösterdiği fedakârlık
ve gayreti takdir eder.