Çağlar boyu gelişen çini sanatı tarihteki zirvesine çok renkli elvan sır altı
tekniğiyle ulaşmıştır. Önceleri çok renkli bir nakış elde edebilmek için önce
ısıya dayanıklı renkler sürülüp bir kez fırınlandıktan sonra, ısıya daha az
dayanıklı olan renkler sürülerek tekrar fırınlanıyordu.
Bu teknik hem zahmetli hem de pahalı olup, renkler hem sır atlı hem de sır üstüne tatbik edildiğinden, bütün renkler aynı canlılıkta ve aynı ahenkte meydana gelmiyordu. Bütün renkler aynı sıcaklıkta olgunlaşmadığı için farklı renkleri bir arada toplamak da bu sebeple çok zordu. Bu sorunun aşılması için birden fazla fırınlanma yoluna gidilmiştir ancak çini sanatının teknolojik son aşaması olan çok renkli sır altı tekniğinde hemen hemen bütün renkler bir fırınlamada sır altında toplanabilmiştir.
Bütün renkler sır altında olduğu için, yüzeyde pürüzsüz bir parlaklık elde edilmiştir. Bu teknikte yalnızca sarı renk saf dışı bırakılmıştır.
Sarayda bulunan belgelerden İznik’te üretildiği açıkça anlaşılan bu
tekniğin uygulaması ana hatlarıyla şöyledir: Çini levhalara önce ince bir astar
çekilir, sonra işlenecek nakışların tahrirleri çekilir ve içleri istenen renklerle
boyanarak doldurulur. Boyama işlemi bittikten sonra çini levhanın üzerinden
sır akıtılarak veya sır dolu bir kaba daldırılıp çıkartılarak yüzey sırlanıp
kurutulduktan sonra fırına verilir. Fırında uygun derecede pişirilen çininin
üzerindeki sır ince bir cam tabakası halini alır. Şeffaf sır altında pişen tüm
renkler canlı ve parlak bir şekilde ortaya çıkar.
Bu dönem çinilerinin önemli bir ayırıcı özelliği ise yaklaşık yarım asır
kadar varlığını sürdürecek olan mercan kırmızısının kullanılmasıdır.
Geliştirilen tekniğe paralel olarak desenler de incelmiş, saray
nakışhânesinde geliştirilen İstanbul üslûbunun zarif desen anlayışı bu
çinilerde hayat kazanmıştır.
Saray nakkaşları hatâyî ve rûmî üslûbu nakışların yanı sıra bulut gibi tabiattan alınmış bazı nakışları ve lale, karanfil, zambak, sümbül, gül ve gül goncası gibi çeşitli çiçekleri; bahar dalları, üzüm salkımları ve servi ağaçları gibi bitki motiflerini üstün bir muhayyile ile üslûba çekerek, tabiat aynası gibi çinilere nakşetmişlerdir.
İznik’te üretilen, selâtin ve kamu yapılarında kullanılacak çinilerin nakış
örneklerinin İstanbul saray nakkaşları tarafından çizilip, gönderildiği Osmanlı
saray arşivlerinde bulunan belgelerden anlaşılmaktadır.
Bu teknik, 1600 tarihli Sultan III. Murad Türbesi’yle en üst seviyeye
ulaşmışken, 1616 tarihli Sultan Ahmed Camii çinilerinden sonra giderek
canlılığını yitirmeye başlamıştır.