A. Tanımı
Dinin ana kaynaklarının (Allah ve resulünün) özü yani mahiyeti ve varlığı
açısından kötülük ve zarar içermesi dolayısıyla temelden haramlığına
hükmettiği fiildir.
Bu tür haramlara “doğrudan/temelden/sürekli haram” da denebilir.
Kasıtlı cinayet, zina, hırsızlık, başkasının malını haksız yere
yemek, alkollü içki içmek veya uyuştururcu kullanmak, yalan söylemek,
meyte (murdar et, leş) yemek ve satmak, evlenme yasağı bulunanlarla
evlenmek gibi.
Bu fiiller, özünde zarar ve kötülük içerdiklerinden dolayı, yapısı açısından haram kılınmışlardır.
Özünden haramlar; dinin beş temel amacı olan can, akıl, din, nesil ve malın korunmasını birinci dereceden hedefleyen yasaklardır.
Söz gelimi alkollü içkilerin haram kılınması, özündeki sarhoş edicilik dolayısıyladır ve akıl sağlığını korumaya yöneliktir.
B. Hükmü
Özü itibariyle haramın hükmü üç açıdan ele alınabilir:
a. Meşruiyeti:
Fiil, temelden gayri meşru sayılır; zaruret durumu dışında hiçbir biçimde meşruluk kazanamaz. Zaruret durumunda da, sadece zarureti savacak ölçüde geçici bir ruhsat/izin vardır.
b. Hukukî sonucu:
Mükellef bu fiili yaparsa, bâtıl kabul edilir, fiile hiçbir olumlu sonuç bağlanmaz ve ulaşılmak istenen menfaat fiilin sahibine tanınmaz. Söz gelimi neseplerin karışmasına ve toplumun çözülmesine yol açan zina fiili, nesep ve mirasçılığın sübutu için sebep olamaz.
Evlenmesi haram kılınan yakınlardan biriyle yapılan evliliğe, meşru
evliliğe bağlanan mirasçılık ve nesebin sübutu gibi sonuçlar bağlanamaz.
Hırsızlık fiili, mülkiyetin kazanılması için sebep oluşturamaz.
Meytenin satılması meşru olmadığından, böyle bir satıma, meşru satım
sözleşmesine bağlanan sonuç (mülkiyetin intikali) bağlanamaz.
c. Yaptırımı:
Bir şeyin haram kılınarak yasaklanmış olması, hem iman, hem de amel bakımından büyük önem taşır.
- Haramın İmanî Yönü:
Haram kılınan şeyin haramlığına inanılması ve bu hükmün dinin bir parçası olduğunun kabul edilmesi gerekir.
Haramı inkâr edenler, hafife alıp alay edenler veya helal sayanlar, dinin sınırları dışına çıkar.
- Haramın Amelî Yönü:
Haramın karşılığında, bir farz olduğu düşünülür; bunun için haramın zıddı/terki farzdır.
Dinen yasaklanmış haram fiillerden kesinlikle uzak durulması gerekir. Haram fiili işlemekten sakınanlara “âdil”, işleyenlere ise “fâsık, âsî, günahkâr” denir.
Haramı yapmayıp terkeden; övgü ve sevap kazanır; özürsüz yapan ise fiilin
haramlık derecesine göre âsî ve günahkâr olur, kınanır ve fiilin durumuna
göre değişen dünyevî ve/veya uhrevî cezayla karşılaşması (‘itâb ve ‘ikâb)
söz konusudur.
Haramı işleyenler, büyük günah işlemiş ve çoğu defa kul hakkı yemiş olduklarından ya da toplumun huzur ve düzenine zarar verdiklerinden, Allah’ın gazabına uğrarlar, cehennem azabını hakederler.
Haramları işlemek, kötülüğe duyarlılığı yokettiği gibi, iyiliklere düşman
olmaya da yol açabilir. Bunun için, herhangi bir zaruret olmaksızın bir
haramın işlenmesi, Müslümanın adalet (din ve ahlâk bütünlüğü) ve
mürüvvet (şeref ve saygınlık) vasıflarını zedeler.
Yüce Allah, rızasını gözetmek ve hitabına uymak niyetiyle haramdan
uzak duranı ödüllendirir. Böyle bir niyet olmaksızın saf bir terk,
ödüllendirileceğine delil bulunmayan bir durumdur. Çünkü ameller, niyetlere
göredir; herkes niyet ettiğinin karşılığını alır. Saf terk, kişinin günahlığını
bilmediği ve nefsinin de yöneltmediği günahlardan uzak durmasıdır.
Haramı işleme günahı, ancak haramlığını bile bile işleyen için söz
konusudur. Haramlığını bilmeden işlemek, günah olmaz. Ancak bilgisizlik,
başkasının malını telef etme durumunda tazminat ödemesini, haramlığı
bilebilecek durumdakine de dünyevi ceza uygulanmasını engellemez.