İslam Ahlak Esasları - Ünite 8: Toplumsal Ahlâk - Çözümlü Sorular

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
1. İnsanın toplumsal bir varlık olmasından yola çıkılarak
“toplumsal ahlâk” nasıl açıklanabilir?
Cevap: İnsan toplumsal bir varlıktır. İnsan kavramının
türediği “üns” kökü bile, “beraber yaşama” anlamıyla bize
onun “toplumsal” yönünü hatırlatır. Zaten ahlâkî erdemler
de insan ancak bir topluluk içinde yaşarken gerçekleşir.
İnsan yalnız başına yaşarken “erdemli” olamaz. Çünkü
iyilik ya da kötülük yapma imkânı yoktur. İnsan
“toplumsal” bir varlık olunca, onun toplumda, başkalarına
karşı uyması gereken birtakım ilkeler vardır. İşte bu ilkeler
“toplumsal ahlâk” olarak adlandırılır. Bu ilkelerde din,
ahlâk ve hukuk birbirine destek verir.

2. İslâm ahlâkının koyduğu ahlâk ilkeleri, toplumsal
huzur ve mutluluğun sağlanmasında nasıl bir rol üstlenir?
Cevap: İslâm ahlâkının koyduğu ahlâk ilkeleri, toplumsal
huzur ve mutluluğun elde edilmesinde büyük önem arz
eder. İslâm ahlâkı “başkası”nı önemsediği ve ona değer
verdiği için, başkalarıyla iyi geçinmemizi istemiştir.
Doğruluk, yardımlaşma ve dayanışma, başkalarıyla iyi
geçinmek, büyükleri saymak ve küçükleri sevmek, iyiliği
tavsiye etmek, kötülükten sakındırmak, kardeşlik, akraba,
komşu ve dostluk ilişkilerini önemseyip bunların hakkını
gözetmek vb. ilkeler, İslâm ahlâkının koyduğu toplumsal
ilkelerdir.

3. “Başkası” üzerinden İslâm ahlakı algısı nasıl bir
medeniyeti doğurmuştur?
Cevap: İslâm toplumsal ahlâkı “başkası” ile gerçekleşen
ilkelerden oluşur. “Başkası”nı korumayı, hakkını
gözetmeyi, ona yardım etmeyi ve onu “iyi”leştirmeyi ilke
edinen bir ahlâk anlayışının kurduğu medeniyet, bir “hayır
medeniyeti” olmuştur.

4. Koruyucu etkisi bakımından modern zamanın
sorunlarına karşı İslâm ahlâkının ne gibi sonuçları
vardır?
Cevap: İnsanın olabildiğince bireyselleştiği, toplumsal
sorunlarımızın arttığı çağımızda, İslâm ahlâkının koyduğu
ilkeler, ilişkilerimize yön verebildiği oranda,
problemlerimiz daha kolay çözülebilir, toplumsal huzur ve
mutluluğa daha kolay ulaşabiliriz.

5. Felsefî antropoloji insanı nasıl niteler?
Cevap: Felsefî antropoloji insanı “biyopsişik” bir varlık
olarak niteler.

6. İnsan, salt biyolojik veya salt psişik bir varlık olarak
görmek, onu nasıl bir konuma indirger?
Cevap: İnsan, salt biyolojik değil, ama salt psişik bir
varlık da değildir. Onun hem bedenî, hem de ruhî
ihtiyaçları vardır. Onu salt bedenî bir varlık olarak
görmek, materyalist bir yaklaşımla hayvanî düzeye
indirmek demektir.

7. İnsanın sadece ruhî bir varlık haline getirmeye
çalışmak, onun sosyal ve dinî bünyesi için faydalı bir
yaklaşım mıdır?
Cevap: Salt ruhî bir varlık olarak algılamak ise, onu bir
manastıra kapatarak keşişler gibi sürekli ibadet etmesini
istemek demektir. Oysa insan ruh-beden bütünlüğünden
oluşan bir varlıktır. İki kanatlı bir kuş gibi, o, bu iki
yönüyle bir bütündür. Bedenî yönü ve ihtiyaçları onun
günlük hayatının devamını sağlar, onu dünyaya bağlar.
Ruhî yönü ise onun moral ve manevî dünyasını oluşturur,
onu ahirete bağlar; yaptıklarının hesabını ahirette mutlaka
vereceğini bilerek davranmaya zorlar.

8. İnsan, sadece biyolojik veya sadece ruhî bir varlık
olarak hayatını sürdürmeye kalktığı zaman nasıl
sorunlarla karşı karşıya kalır?
Cevap: İnsan için önemli olan; bu iki yönüne ilişkin arzu
ve isteklerini dengeli bir şekilde gerçekleştirmesidir.
İnsanoğlu bedenî isteklerinin tutkunu olursa, hayvanî
düzeyde kalır, insanlığını gerçekleştiremez. Sadece rûhî ve
manevî isteklerini önemserse, dünya ile olan bağı zayıflar,
maddî anlamda güçsüzleşir, ezilmeye ve sömürülmeye
mahkûm olur.

9. Ahlâkî erdemler nasıl ortaya çıkar?
Cevap: Ahlâkî erdemler, insanın isteklerinde dengeyi
(orta yolu) bulmasıyla ortaya çıkar. Örneğin insanın arzu
(şehvet) gücünün iki ucu (ifrat ve tefriti), isteklerine aşırı
derece düşkünlük (oburluk) ile iştahsızlık ve isteksizlik
iken; orta yolu iffettir. Öfke (gadap) gücünün iki ucu,
saldırganlık ile korkaklık iken; orta yolu ise cesarettir.
İffet ve cesaret ahlâkî “erdem (fazîlet)” olmasına rağmen,
oburluk ve iştahsızlık ile saldırganlık ve korkaklık
“erdemsizlik (rezîlet)“tir.

10. Ahlâken özürlü olan bir insan neden kınanır?
Cevap: Ahlâken özürlü olan kişileri kınama hakkına
sahibiz. Çünkü ahlâkî yönünü düzeltmek, bir irade ve akıl
varlığı olarak insana bırakılmış, ona emanet edilmiştir.
Allah hiçbir kuluna, bedenî yönüne ilişkin, örneğin “Ey
kulum! Senin gözlerin niçin mavi idi?” ya da “Boyun
niçin kısa idi?” şeklinde bir soru sormayacaktır. Ama
“Ahlâkını niçin düzeltmedin? Kötü alışkanlıklarından
niçin vazgeçmedin?” diye soracaktır. Çünkü ahlâkımızı
düzeltmek bizim elimizdedir ve bizi asıl “biz” yapan,
ahlâkımızdır.

11. “Bireysel ahlâk” nedir?
Cevap: İnsanın, kendisine karşı birtakım görevleri vardır:
Allah’ın emanet olarak verdiği bedeni ve bedenî
yeteneklerini doğru kullanmak, sağlığını korumak,
insanlık şerefine leke getirecek kötü davranışlardan uzak
durmak, dinini, canını, malını, namusunu ve şerefini
korumak, “iyi insan” olmak… İşte bunlar ahlâkın
“bireysel” boyutunu oluşturur. Buna “bireysel ahlâk”
denir.

TOPLUMSAL VARLIK OLARAK İNSAN

12. Üns ne demektir?
Cevap: Üns; ünsiyet etmek, başkalarıyla ilişki kurmak,
insanlarla beraber yaşamak demektir.

13. “İnsan” kelimesinin, kavram olarak “üns” kelimesi ile
nasıl bir ilişkisi vardır?
Cevap: İnsan, kavram olarak “üns” kökünden türemiştir.

14. Bilim adamları insanı toplumsal açıdan nasıl bir
varlık olarak görürler?
Cevap: Bilim adamları da insanın toplumsal bir varlık
olduğunu kabul eder. Aristo’ya göre, insan iyi geçinmeye
yetenekli, yani yaratılıştan medenî bir varlıktır. Kınalızâde
Ali Efendi’ye göre de insan, “doğası gereği” toplumsal bir
varlıktır.

15. Beraber yaşama özelliğinin insanın yetkinliğine nasıl
bir katkısı vardır?
Cevap: Beraber yaşama özelliği insanda doğal nitelik
olunca, insanın yetkinliği de, hemcinslerine karşı bu
niteliğini gerçekleştirmesiyle doğru orantılıdır; insan,
sorumluluklarını bilip başkalarıyla iyi geçindiği oranda
“yetkin” insandır.

16. “Temeddün” kavramı nasıl türemiştir?
Cevap: İnsanın bütün ihtiyaçlarını kendi başına
karşılamasına imkân yoktur. Bundan dolayı insanlar bir
arada yaşamaya mecburdur. “Temeddün” kavramı da,
“çeşitli mesleklere mensup insanların, ihtiyaçlarını
yardımlaşarak karşılamak suretiyle bir arada yaşadıkları
yer” anlamındaki “medine”den türemiştir. Örneğin
insanoğlu yeme, içme, giyim ve barınak konularındaki
ihtiyaçlarını tek başına değil, ancak başkalarının
yardımıyla karşılayabilir. Bu da insanın toplumsal varlık
oluşunun başka bir ifadesidir.

17. Dinimizde, hangi ibadetler insanın sosyalleşmesine
yardımcı olur?
Cevap: Dinimizde beş vakit namazın cemaatle
kılınmasının teşvik edilmesi, haftada bir kılınan cuma
namazının farz oluşu, yılda iki kez kılınan bayram
namazları, zekât ve bütün İslâm Dünyasından temsilcilerin
katılımıyla gerçekleşen “büyük kongre” mahiyetindeki hac
vb. ibadetlerin de amacı, insan ilişkilerini geliştirmeye ve
sosyal bağları güçlendirmeye yöneliktir (Kınalızâde, 157).

18. Toplumsal ahlâk yoksunluğu toplumu nasıl bir noktaya
doğru sürükler?
Cevap: Toplumsal hayatta değişmeyen şey; hangi
dönemde yaşarsa yaşasın, insanın bazı görev ve
sorumluluklarının olduğudur. Bu görev ve sorumlulukların
tamamını “toplumsal ahlâk” olarak adlandırmak
mümkündür. Böyle bir ahlâktan; toplumsal görev ve
sorumluluk bilincinden yoksun bir toplumda, karmaşa,
huzursuzluk ve güvensizlik hâkim olur.

TOPLUMSAL AHLÂK İLKELERİ

19. Hukuk, din ve ahlâkın benzerlik ve farklılıkları
nelerdir?
Cevap: Hukuk, koyduğu kanunlara uymayanları
cezalandırır. Dinin yaptırım gücü, daha çok uhrevî,
ahlâkın ise vicdanîdir. Ama üçü arasında yakın bir ilişki,
hatta paralellik vardır. Üçünün de toplumda insan
ilişkilerini düzene sokmada ayrı bir katkısı vardır. Bu üç
alan (din, hukuk ve ahlâk), bir üçgenin birbirini
tamamlayan üç kenarı gibidir. Nitekim bazı insan fiillerine
baktığımızda bu daha net olarak anlaşılabilir: Örneğin
hırsızlık, dinî açıdan “haram”, hukuk açısından “yasak”,
ahlâken de “kötü” bir davranıştır. Adam öldürmek öyledir.
Zina öyledir. O halde din, ahlâk ve hukuk ilkeleri,
toplumsal hayattaki düzenin kaynağı, insanlığın huzur ve
mutluluğunun harcıdır.

20. İslâm ahlâkına göre “başkası”na nasıl bir gözle
bakılır, bunun sebebi nedir?
Cevap: “Başkası” bizim dinimizde de, ahlâk
anlayışımızda da oldukça önemlidir. İslâm kültürü ve
medeniyeti “ben merkezli” bir kültür ve medeniyet
değildir. “Yardımlaşma ve Dayanışma” başlığı altında
daha geniş olarak ifade edileceği gibi, İslâm medeniyeti
bir “hayır ve vakıf medeniyeti”dir. Hayır ise başkasının
iyiliği için yapılır. Vakıf da bu hayırdan başkalarının
yararlanmasını amaçlar. Hatta kıyamete kadar
yararlanmasını sağlar. Bu anlayışta halka hizmet, “Hakk’a
hizmet” olarak görülür.

21. “Îsar” kavramı nasıl bir örnekle anlatılabilir?
Cevap: Üç kişinin oturduğu bir masaya iki bardak çay
geldiğinde, o iki bardak, masanın üzerinde, kişilerin önüne
birkaç defa gider gelir. Üçü de çayı birbirine ikram
etmekte, arkadaşını kendisine tercih etmektedir: “Buyurun
siz için, ben biraz sonra gelecek olanı alırım.” “Îsar”
dediğimiz şey, işte budur.

22. Toplumsal ahlâk ilkelerine uymamak nasıl bir toplumu
doğurur?
Cevap: Bunlara uyulmadığı takdirde, tıpkı havanın
kirlenmesi gibi, ahlâkî hayat da kirlenir. Kirli havada
nefes almanın zorlaşması gibi, ahlâkî duyarsızlığın
yaygınlaştığı toplumlarda, huzur ve güven içinde yaşamak
zorlaşır. İnsanlar tedirgin olur, kötülükler artar, suç
oranları yükselir.

23. Genel olarak toplumsal ahlâk kurallarından bazıları
nelerdir?
Cevap: Bu kurallardan bazıları; doğruluk, yardımlaşma ve
dayanışma, başkalarıyla iyi geçinmek, büyükleri saymak,
küçükleri sevmek, iyiliği tavsiye etmek, kötülükten
sakındırmak, kardeşlik, dostluk ve arkadaşlık, komşuları
ve akrabayı gözetmek… şeklinde ifade edilebilir.

24. “Doğruluk” nedir?
Cevap: Doğruluk, insan ilişkilerinde her konuda din,
ahlâk ve hukuk kurallarını gözetmek, hile ve haksızlıktan
uzak durmak, yalan söylememektir. Aleyhine bile olsa haktan ve hukuktan ayrılmamak, ikiyüzlü davranmamak,
özünde, sözünde ve davranışlarında dürüst ve tutarlı
olmaktır. Doğruluk, insanlara hak ve adaletle muamele
etmek, zulüm ve haksızlıktan uzak durmaktır. Doğruluk,
dinimizin de imandan sonra en fazla önemsediği, insan
kişiliğini çok yönlü kuşatan ilkelerden biridir. Bunun için
Müslümanlar her gün beş vakit namazlarında Yüce
Allah’a “bize doğru yolu göster.” (Fâtiha /1: 6) diye dua
ederler.

25. İslâm ahlâkının ortaya koyduğu kurallardan olan
doğruluğun önemi nedir?
Cevap: İslâm ahlâkının ortaya koyduğu kuralların en
önemli özelliği, doğruluk ilkesine dayanmış olmasıdır.
Doğruluk, İslâm ahlâk ilkelerinin en kapsayıcı olanıdır.
İslâm’ın bir özel anlamı da “sırât-ı müstakîm (doğru
yol)”dir. Yani İslâm dini, insanı Allah’a götüren doğru
yoldur. Nitekim bir gün Hz. Peygamber’in yanına biri
gelmiş ve “Ey Allah’ın Elçisi! Bana dini öyle bir tarif et ki
bundan sonra onu kimseye sorma ihtiyacı hissetmeyim.”
demiştir. Peygamberimiz: “Allah’a inandım de, sonra da
dosdoğru ol!” buyurmuştur. (Müsned, III, 413).

26. Doğruluktan ayrılan bir kimse toplum tarafından nasıl
karşılanır?
Cevap: Doğruluk üzere yaşayan kimseler, toplumda
herkesin güven ve saygısını kazanır. Buna karşılıuk,
samimiyetsiz, iki yüzlü, yalancı, hileci insanları kimse
sevmez ve onlara güvenmez. “Yalancının mumu yatsıya
kadar yanar.” atasözümüz, doğruluktan sapan kimselerin
gerçek yüzünün kısa zamanda ortaya çıkacağını dile
getirir.

27. Doğruluk nerede ortaya çıkar?
Cevap: Doğruluk, en başta kişinin konuşmasında,
sözlerinde ortaya çıkar. İnandığı, düşündüğü, bildiği ve
tanık olduğu gerçekleri, olduğu gibi, eksiksiz ve fazlasız
ifade etmek, doğru kimselerin özelliğidir. Öte yandan,
verdiği sözü yerine getirmek, yerine getiremeyeceği sözler
vermemek de doğruluğun gereğidir.

28. Kur’an-ı Kerîm’de, verilen sözü tutmakla ilgili nasıl
bir emir buyrulmuştur?
Cevap: Kur’an-ı Kerîm’de Yüce Allah: “Verdiğiniz sözü
yerine getirin. Çünkü verilen söz sorumluluğu gerektirir.”
(İsrâ /17: 34) buyurmaktadır. Doğru insan ya söz vermez
ya da söz vermişse onu yerine getirir.

29. Kant ahlâkî emirleri tasnif ederken neye dikkat
çekmiştir?
Cevap: Kant ahlâkî emirleri “şartlı (hipotetik) ve şartsız
(kategorik) emir” şeklinde ikiye ayırırken, ahlâkta şartsız
emrin önemli olduğunu vurgulamıştır.

30. Yardım nedir?
Cevap: Yardım, bir insana kendi gayretiyle elde
edemeyeceği bir imkânı elde etmesinde veya
karşılayamayacağı bir ihtiyacı karşılamasında veya
defedemeyeceği bir belayı başından savmasında ona sözle,
fiziki olarak veya daha başka bir vasıta ile destek olmaktır.

31. Yardımı hayr haline getiren şey nedir?
Cevap: Yardımı hayr haline getiren, onun nihai olarak
insani varoluşu te'yid ve tahkim etmesi, onun muhafazası
ve gelişimine katkıda bulunulmasıdır.

32. Yardımlaşma nedir?
Cevap: Yardımlaşma, yardımın karşılıklı olarak
gerçekleşmesidir. Yardımlaşma toplumsal
görevlerimizden biri, toplum içinde yaşamanın, uymayı
zorunlu kıldığı ahlâkî bir ilkedir.

33. Dinimiz, yardımlaşmaya nasıl bir önem vermiştir?
Cevap: Dinimiz, yardımlaşmaya büyük önem vermiştir.
Kur’ân’da ve hadislerde yardımlaşma sadece teşvik
edilmemiş, aynı zamanda emredilmiştir. İnsanlar
arasındaki ilişkiler, yardımlaşma ile gelişir, dinimizin
kazandırdığı kardeşlik duygusu da yardımlaşma ile
güçlenir. Kur’ân-ı Kerîm’de: “İyilik ve (Allah’ın
yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve
düşmanlık üzerine yardımlaşmayın.” (Mâide/5: 2)
buyrulurken, yardımlaşmanın ilkesi verilmekte ve sınırları
çizilmektedir. Buna göre, insanlar ancak iyi olan işlerde ve
kötülüklerden sakınmak için birbiriyle
yardımlaşmalıdırlar.

34. Yardımlaşmanın en güzel örneğini kim, nasıl
vermiştir?
Cevap: Yardımlaşmanın en güzel örneğini Hz. Peygamber
vermiştir. O, hicret ettiğinde Mekke’den gelenlerle
Medînelileri kardeş ilân etmiştir. Medîneliler Mekkeli
kardeşlerine her konuda yardımcı olmuşlar, yurtlarını terk
edip başka bir yere göç etmenin onlarda doğurduğu
sıkıntıları hafifletmeye çalışmışlardır. Bu nedenle de
kendilerine, “yardım edenler, yardımcı olanlar” anlamında
“ensar” denmiştir.

35. Yardım edilecekler önem sırasına göre nasıl
sıralanmalıdır?
Cevap: Kur’ân ışığında, yardım edilecekler önem sırasına
göre şöyle sıralanabilir: anne-baba ve yakınlar, fakirler,
yetimler, yolda kalmış yolcular, esirler, köleler, borçlular,
ihtiyaç sahibi muhacirler ve kalbi İslâm’a ısındırılmak
istenen kimseler. Yardım edilmek öncelikle bunların
hakkıdır. Onların haklarını yemek, dinî ve ahlâkî bir
vebaldir.

36. Başkalarıyla iyi ilişkiler kurmanın temel şartı nedir?
Cevap: Başkalarıyla iyi ilişkiler kurmanın ilk şartı,
insanlara sevgi ve hoşgörü ile davranmaktır. Herkesin
düşüncesine saygıyla yaklaşmak, insanî büyük bir
erdemdir. Bizim düşüncemiz nasıl değerli ve önemli ise
başkalarının düşünceleri de o kadar değerli ve önemlidir.
Bu nedenle, kimsenin düşüncesi basite alınıp
küçümsenemez. Dolayısıyla karşılıklı sevgi ve saygı, iyi
geçinmenin temel kuralıdır.

37. İslâm’ın, “huzur” kelimesiyle nasıl bir etimolojik
ilişkisi vardır? Cevap: “Müslüman” kavram olarak bile, huzur ve barış
içinde olma, insanlarla iyi geçinme anlamına gelir. Çünkü
“İslâm” kavramının kökü olan “silm”, huzur, barış, esenlik
ve güvenlik demektir. Müslüman ise, huzur ve barış
içinde, güvenilir olan kimsedir. Doğal olarak böyle bir
kimsenin “geçimli” olması gerekir. Nitekim Hz.
Peygamber de Müslümanı; “Başkalarıyla iyi geçinen (ülfet
eden) ve kendisiyle iyi geçinilen (ülfet edilen) kimse”
olarak tanımlamış, “insanlarlarla iyi geçinmeyen (ülfet
etmeyen) ve8 kendisiyle iyi geçinilemeyen (ülfet
edilmeyen) kimsede hayır olmadığını” söylemiştir
(Müsned, II, 400; V, 330).

38. Dinimizde, başkalarıyla huzurlu bir ilişki
geliştirebilmek için ne gibi ilkeler mevcuttur?
Cevap: Dinimizin koyduğu kuralların temel hedeflerinden
biri, insan ilişkilerini güçlendirmek ve başkalarıyla iyi
geçinmeyi temin etmektir. Selâmlaşmak, affedici olmak,
insanlara güler yüzlü davranmak başta olmak üzere,
büyükleri saymak, küçükleri sevmek, akraba ve komşu
haklarını gözetmek vb. insan ilişkilerini güçlendirmeyi
amaçlayan ilkelerdir.

39. Dinimizin, kötü davranış ve alışkanlıkları
yasaklamasının sosyal açıdan amacı nedir?
Cevap: İçki ve kumar, hırsızlık, zina, yalan, iftira,
dedikodu, kıskançlık vb. davranışlar ise geçimsizliğin
kaynağını oluşturan, insan ilişkilerini zedeleyen, hatta
bitiren kötü davranışlardır. Dinimiz bu fiilleri yasaklarken,
hem insanın haysiyetini korumak, hem de insan
ilişkilerinin zarar görmemesini istemiştir.

40. Yaşlılık dönemi sosyal anlamda nasıl bir dönemdir?
Cevap: Yaşlılık dönemi, insanın hayatının son halkası,
dünyaya ilgisinin azaldığı, bedenen zayıf düşmeye
başladığı, bu nedenle ilgi ve saygıya ihtiyaç hissettiği bir
dönemdir.

41. Yaşlılardan ilgi ve saygıyı esirgemek, neye sebep olur?
Cevap: Yaşlılardan ilgi ve saygıyı esirgemek, onların
moral dünyasının zayıflamasına, daha çabuk
yıpranmalarına neden olur.

42. İslâmî edep ve ahlâka göre büyüklere karşı nasıl bir
tutum takınmak gerekir?
Cevap: Büyüklere gerektiğinde yer vermek, onların
huzurunda kemâl-i edeple oturmak, sohbetlerini dinleyip,
bilgilerinden ve hayat tecrübelerinden yararlanmak,
onların olgun kişiliklerini ve güzel davranışlarını örnek
almak, İslâmî edep ve ahlâkın gereğidir.

43. Hz. Peygamber, büyüklere saygıda kusur etmeyen
gençlere nasıl bir müjde vermiştir?
Cevap: Peygamberimiz, gençlik döneminde büyüklere
gösterilen saygının karşılıksız kalmayacağını, onun,
yaşlılık döneminde Allah’ın bir mükâfatı olarak geri
döneceğini şu hadîsi ile dile getirir: “Herhangi bir genç,
yaşından dolayı bir ihtiyara saygı gösterirse, Allah da ona
yaşlandığında saygı gösterip hizmet edecek kimseler
yaratır.” (Tirmizî, “el-Birr ve’s-Sıla”, 75).

44. Toplumun ahlâk düzeninin korunması için, dinimiz
nasıl bir “kontrol mekanizması” oluşturmuştur?
Cevap: Toplumun ahlâk düzeninin korunmasında herkese
düşen bir sorumluluk vardır. Bu sorumluluğu Kur’an-ı
Kerîm emr-i bi’l-ma’rûf nehy-i ani’lmünker (iyiliği
emretmek, kötülüğü yasaklamak) şeklinde ifade eder.
Gerçekten toplumda herkes birbirine iyiliği tavsiye ettiği,
kötülükten de sakındırdığı takdirde, o toplumun ahlâk
düzeni kolay kolay bozulmaz. Bu ilke ile toplum adeta bir
“kontrol mekanizması” oluşturmuştur. Bu mekanizma
sayesinde toplumda iyiliklerin yaygınlaşması, kötülüklerin
ise önlenmesi kolaylaşır.

45. Hz. Peygamber, insanlara iyi ve güzeli tavsiye etmek
konusunda ümmetine nasıl bir telkinde bulunmuştur?
Cevap: Hz. Peygamber de pek çok hadîsinde insanlara iyi
ve güzel şeyleri tavsiye etmemizi, toplumda bir kötülük
gördüğümüzde, onu en uygun bir şekilde düzeltmemizi
istemiştir: “Sizden biriniz bir kötülük gördüğü zaman, onu
eliyle düzeltmeye gücü yeterse eliyle düzeltsin. Buna gücü
yetmezse, diliyle düzeltsin. Diliyle de düzeltmeye gücü
yetmezse, kalbiyle düzeltsin. Fakat bu sonuncusu (bir
kötülüğü sadece kalbiyle yadırgayıp kınamak), imanın en
zayıf olanıdır.” (Müslim, “İman”, 78; Tirmizî, “Fiten”, 11;
Nesîî, “İman”, 17).

46. İslâm kardeşliği nasıl bir kardeşliktir?
Cevap: İslâm kardeşliği, Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in
daha özel vurgu yaptığı ve üzerinde ısrarla durduğu “inanç
kardeşliği”dir. Bu, Müslümanın derdi ile dertlenmeyi,
sorunları beraber çözmeyi gerektirir.

47. İslâm kardeşliği nasıl tesis edildi?
Cevap: Bu kardeşliğin temeli Mekke’de atıldı, Medine’de
gelişti ve kurumsallaştı. Mekke’de Müslümanlar, Hz.
Peygamber’in oluşturduğu bu kardeşlik ruhu ile birbirine
kenetlendi. Sıkıntılara, işkencelere ve boykotlara bu
duyguyla göğüs gerdi.

48. Dinimizde akrabalarımızla sıkı tutmamız gereken
ilişkiler hakkında nasıl bir yön çizilmiştir?
Cevap: Akrabalarımızın büyükleri bizim de büyüklerimiz,
küçükleri bizim de küçüklerimizdir. Onları ailemizin birer
bireyi gibi sevmek ve saygı göstermek görevimizdir.
Kendi öz büyüklerimiz olmadığında veya vefat
ettiklerinde, bize yardımcı olup yol gösterecek olanlar,
akrabalarımızdır. Bu nedenle Peygamberimiz, teyzeyi
anne; amca ve dayıyı da baba yerinde görmüş, onlara ona
göre değer vermemizi istemiştir. (Buhârî, “Sulh”, 6;
Müslim, “Zekât”, 11; Tirmizî, “Birr”, 7).

49. Modern dünyada sekteye uğrayan komşuluk
ilişkilerine karşı ahlâklı bir Müslüman olarak nasıl bir
tutum takınmak gerekir?
Cevap: İçinde yaşadığımız modern dünya ve çağdaş
yaşam tarzı, her ne kadar komşuluk ilişkilerindeki eski
canlılığın kaybolmasına neden olmuşsa da komşuluk
ilişkilerine eski dinamizmini yeniden kazandırmak zorundayız. Bu, toplumdaki enerji, yardımlaşma ve
dayanışma açısından, son derece önemlidir.

50. Hz. Peygamber, dostların seçilmesi ve dostlukla ilgili
Müslümanlara nasıl bir yön çizmiştir?
Cevap: “İyi insanla arkadaşlık eden, güzel koku
satıcısının yanında duran kimse gibidir. Güzel koku satan,
her durumda yararlıdır; ya ondan koku satın alırsın ya da o
kendisi sana ikram eder. Yani onun yanında bulunduğun
sürece, güzel kokudan yararlanmış olursun. Kötü arkadaş
ise körük çeken kimseye benzer. Ya körükten çıkan
kıvılcım orada bulunanın elbisesini yakar ya da en azından
körüğün kokusu onun üzerine siner.” (Buhârî, “Zebâih”,
31; Müslim, “Birr”, 146; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 16).