İyi ve Kötü

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
İyi ve Kötü
« : 29 Ocak 2018, 16:18:33 »
İyi ve kötü, ahlâkın en temel kavramlarıdır. İyi ve kötü kavramları olmadan,
ahlâktan bahsedilemez. Zaten davranışın düzeni olarak ahlâk, davranışları iyi
ve kötü olarak tasnif eder; bunlar arasında “en iyi” veya “en yüksek iyi” ile
“ikinci ve üçüncü dereceden iyi”; “kendinde iyi” ve “başka bir şey için iyi”
gibi tefriklerle birlikte, insanın tercihlerinde bir düzen oluşturması imkânı
sağlanır.

Türkçe’de iyi ve kötü olarak ifade ettiğimiz kavramlar Arapça’da birden
çok kelime ile ifade edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de “birr”, “hasene”, “maruf”
gibi tabirler iyiyi ifade etmek için “ism”, “seyyie”, “münker” gibi tabirler de
kötüyü ifade etmek için kullanılmıştır. Bunlar ve benzeri tabirlerin her birisi,
iyi ve kötünün en azından bir cihetini daha fazla ön plana çıkararak ifade
ettikleri/isimlendirdikleri için, her birisinin ayrı bir ehemmiyeti vardır. Ancak
biz burada bunun teferruatı üzerinde durmayacağız.

Ahlâk alanında telif edilmiş olan eserlerde iyi ve kötü için çeşitli terimler
kullanılmıştır. Hadis eserlerinde belirli bir terminoloji kullanmak yerine,
hadislerde geçen kelimelerin daha fazla dikkate alınması, bu eserlerin rivayet
özelliği ile doğrudan alakalıdır. Buna karşılık kelam eserlerinde mesele daha
çok “hüsün ve kubuh” meselesi olarak ele alınmış; ama duruma göre hayır ve
şerr de kullanılmıştır. Özellikle akide kitaplarında iyi ve kötü için kullanılan
tabirler “hayır ve şerr”dir. Fakihler teorik tartışma yapmadıkları zaman daha
çok “helal” ve “haram” ve bunlarla irtibatlı olan diğer tabirleri kullanmakla
birlikte, bu kavramların teorik müzakeresini yaptıkları Fıkıh usulü eserlerinde
meseleyi “hüsün ve kubuh” tabirleri ile ele almışlardır. Buna karşılık
felsefede daha çok “hayr” ve “şerr” kullanılmıştır.

Cenab-ı Hakk tarafından görevlendirilen Peygamberler tarafından
insanlara öğretilen ve O’nun iradesini ifade eden din, bütün insanları aşan ve
onları önceleyen, dolayısı ile onların ahlâklı olarak/belirli bir davranış
düzenine bağlı bir şekilde varlıklarını sürdürmelerini sağlayan külli/evrensel
merci olmaktadır. Bu irade, insanların tasarrufu altında olmadığı için onların
anlık ve dönemlik meyilleri ve çıkarlarının tesirine kapalıdır; herkes için ve
insanüstü bir merci tarafından verilen kurallar, insanların makul bir şekilde,
hüsn-i ihtiyarları ile bizzat hayırlara/yani varlık ve varoluşu muhafaza ve
ikmal etmeye sevk etmektedir. Hayır, nihai olarak, insanın kendi
varlığını/varoluşunu tamamlaması ve geliştirmesi olarak ta’ayyün etmektedir.

Doğruyu söylemenin iyi olması, söz söylemenin tabiatının bir parçası
değildir. Doğru söz de yalan söz de, söz olmak bakımından aynı kurallara
bağlı olarak söylenir. Onların olup bitenle irtibatı da, birinin olanı ifade
etmesi ve diğerinin ifade etmemesi, hatta mevcudu olduğundan daha farklı
bir şekilde ifade etmesi de kendi başına iyi veya kötü olmak için yeterli
değildir. Hatta bunu biraz daha ileri götürebiliriz. Bir insanın başka birinin
hakikate aykırı beyanından dolayı yanılması ve yanlış bir karar vermesi de,
kendi başına bu sözü “kötü” kılmaz. Çünkü bazen yanlış bir beyan, az da
olsa, doğru bir karara sebep olabilir ve bunun neticesinde muhatap “zarar”
değil “fayda” sağlayabilir. Doğru söz hep fayda, yalan hep zarar verecek gibi
bir kural da mevcut değildir. Çünkü doğruluk ile fayda, yalancılık ile zarar
arasında değişmez bir sebep-sonuç ilişkisi mevcut değildir. Benzer bir şekilde
bazen söylenmiş olan doğru bir söz, insanların zararına bir duruma esas teşkil
edebilir. Bütün bunlar doğru söylemek ve yalan söylemenin kendi başlarına
iyi veya kötü olarak nitelenmesi için yeterli olmadığını göstermektedir.

Ama yine de bütün Müslümanlar doğru söylemenin iyi yalan söylemenin
kötü olduğunda ittifak etmektedirler. Mesele Müslümanlık ile birlikte doğru
ve yalana, iyilik ve kötülük vasfının nasıl geldiğini ve nasıl olup ta
Müslümanların bu hususta ittifak ettiklerinin anlaşılmasıdır. Burada yine
karşımıza çıkan en temel soru, Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği dinin
“istikamet” ve “sıdk”a büyük ehemmiyet vermesi ve bunu, hayrın tayin edici
bir parçası olarak tespit etmesinin, nasıl anlaşılabileceği noktasında
belirmektedir. Sorumuzu şu şekilde sorabiliriz: bu kavramları “iyi” ve “kötü”
kılan nedir? Bu soru Hz. Peygamber’in tebliği ile ortaya çıkan “hayat” ve
“dünya” dikkate alınmadan cevap verilemez gibi gözükmektedir.

Hayr ve Şer, iyi veya kötü, genel olarak olduğu gibi İslâm ahlâkının da
temel terimlerindendir. Ahlâk ilmi ve düşüncesi, hayır ve şer, iyi ve kötü ile
başlar, yine bunların mahiyeti üzerindeki düşünce ile derinleşir ve bu
kavramların, hayatın muhtelif alanları ile irtibatı üzerinden, insanı fert,
cemiyet mensubu ve kurum ve kuralların bunlarla irtibatı üzerinden yine başa
döner. İyi teriminin anlamı nedir? İyi neyi ifade etmek için kullanılır? İyi bir
araba ile iyi bir fiil arasında fark var mıdır? İyi teriminin kullanım
şekilleri/anlamlarını birbirinden ayırmak mümkün müdür? İyi nedir? Bir
davranışı iyi kılan özellik nedir? Bu özellik, davranışın bir parçası, kalıcı bir
sıfatı mıdır? Yoksa davranışın veya fiilin, belirli bir bağlamda, yetki sahibi
bir mütekellimin (konuşanın) söylediği sözün, fiil ile irtibatlı olarak, o fiili
gerçekleştirenin mükafat veya ceza alıp alıp almayacağına dair anlamı mıdır?

Yani bir fiilin iyi olması, onu gerçekleştirenin övüldüğü ve mükafat
almasının muhtemel olduğunu mu ifade eder? Diğer bir ifade ile iyilik ve
kötülük, fiillere mütekellimin yüklediği bir mana mı, yoksa o fiilin ayrılmaz
bir parçası mıdır?

Bunlar ve benzeri sorular ahlâk düşüncesinde, özellikle ahlâk felsefesinde
esaslı bir şekilde müzakere edilmektedir. Bu soruların hepsini burada
cevaplamak yerine meseleyi bir cihetten biraz daha anlaşılır kılmaya
çalışalım.

Mevlana’nın işaret ettiği gibi nesneler kadar fiillerin de, iyi veya kötü adı
verilebilecek bir vasfı yoktur. A fiilinin “iyi” olması ile mesela “ağacın
yaprağının yeşil olması” tamamen farklı iki önerme türüdür. Ağacın
yaprağının yeşil olması, yaprağın tabii bir bir sıfatıdır. Bu sıfat, yaprak
nerede olursa olsun, aynıdır ve değişmez. Buna karşılık mesela “bir şeyi
almak” kendinde iyi veya kötü değildir. Bir şeyi almak, eğer nesnelerle
mülkiyet ilişkilerinin kabul gördüğü şartlarda gerçekleşiyorsa, o zaman, bu
çerçeve içinde bir mana kazanır. Bu mana yine duruma göre değişir. Mesela
eğer “bir şeyi almak”, “sahibinden ücretini vererek veya rızasiyle”
gerçekleşiyorsa, o zaman, en azından bir alış-veriş yapılması anlamında kı-
saca “mübah”, veya “meşru” veya “doğru” veya “maruf” diyebileceğmiz bir
“vasıf” kazanır. Ama “bir şeyi almak”, yine mülkiyet ilişkilerinin geçerli
olduğu şartlarda, “sahibinin izni olmadan bir şeyi almak şeklinde”
gerçekleşiyorsa, buna “kötü” diyoruz. Burada “sahibinin izni olmadan bir
şeyi almak” kısaca “hırsızlık” olarak isimlendiriliyor ve ahlâki dilde,
“hırsızlık yapmak kötüdür” hükmüyle ifade ediliyor. Burada görülebileceği
gibi fiziki dünyadaki nesnelerde veya herhangi bir hareket olarak bir fiilde
iyilik veya kötülük vasfı olmamakta, iyilik ve kötülük, nesneler ve fiillerin
insan fiilleri ile irtibatı, insan hayatının bir parçası olması ile, bu nesnelere ve
fiillere “yüklenmektedir”; veya bu nesneler veya fiiller bu sıfatları kesb
etmekte; ilişki düzenleri değişince, fiillerin ve nesnelerin “sıfatları” da
değişmektedir.

Kısaca ifade etmek gerekirse iyi ve kötü terimleri insan fiilleri hakkında
kullanıldığında, onlarda bulunan değişmez nitelikleri ifade etmez. Bu
terimlerden iyi, Cenab-ı Hakk tarafından yapılması emredilen ve yapıldığında
da O’nun rızasının kazanılmasına vesile olacak fiilleri ifade etmek için
kullanılır. Kötü ise O’nun yapılmasını yasakladığı ve yapılmasına razı
olmadığı, dolayısı ile yapılması O’nun gazabını celbedebilecek olan fiilleri
ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu emir ve yasakların, varlığı muhafaza
ve geliştirme konusunda insana yol göstermesi, makuliyetinin (akla
uygunluğunun) de esasını teşkil etmektedir.

Burada hemen şunu söyleyebiliriz: İslâm ahlâkı, bütün ahlâk teorilerinin
ağırlıklı olarak vurguladığı hemen bütün unsurları içinde taşır: ne haz kendi
başına kötüdür, ne dünyevi fayda, ne vicdan ve akıl kendi başına değersizdir,
ne de bir şeyi sırf hayr olduğu için yapmak reddedilmiştir. Aksine bunların
hepsi belirli bir ölçü içerisinde muhafaza edilerek, insani varoluşun devamı
sağlanmıştır. Hatta insanın kendi kendisini düşünmesi bile, başkalarını
koruma üzerinden, İslâm ahlâkının bir unsuru haline gelmiştir. İnsanın
Cenab-ı Hakk’ın nimetlerinden istifade etmesi ve bunların tadını çıkarması,
insanlara zararlı olan şeylerin değil de faydalı olan şeylerin yapılmasının
tercih edilmesi, insanın vicdanının sesini dinlemesi ve nihayet ahlâki kuralları
mümkün mertebe kayıtsız ve şartsız uygulaması meşru bir davranıştır. Ancak
bunların hiç birisi kendi başına amaç teşkil etmez. Amaç nihai olarak insanın
kendi varlığını ilahi isim ve sıfatların tecelligâhı olarak gerçekleştirmesi ve
muhafaza etmesidir.