Orta Asya Türk Kültürlerindeki Destanlarla ilgili Bilgi

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Konacık Kursu

  • *
  • Join Date: Nis 2009
  • 22
  • +0/-0
İslamiyet’in Kabulünden Önceki Türk Destanları
İslamiyet’ten önceki Türk destanlarında çoğunlukla yok edilmek istenen Türklerin diğer milletlerle mücadeleleri anlatılır. Destanlarda bu mücadele daha çok bir kahraman odağında anlatılır.

A. ALTAY TÜRKLERİ

YARATILIŞ DESTANI

Yaratılış Destanları, insanın kendini, doğayı, evreni, anlama çabasının bir ürünü olarak doğmuştur. Bu bakımdan birçok ulusun (Kızılderililer, Sümerler…) “Yaratılış Destanı” vardır.
Altay Türklerinin Yaratılış Destanı da evrenin yaratılışını, iyilik ve kötülüğün kaynaklarını, evrendeki düzeni konu edinen bir destandır.
Yaradılış Destanı, 19. yüzyılda Prof. W. Radloff tarafından Altay Türkleri arasında derlenmiştir.
Bu destan, yaratılışla ilgili en eski Türk inançlarını, Türkler tarafından kabul edilmiş dinlerin, özellikle de Şamanizm’in izlerini taşır.
Yaratılış Destanı’nda Kara Hun veya Kayra Han adı verilen tek Tanrı’nın dünyayı, insanı, şeytanı yaratması ve göğün on yedinci katından onları yönetmesi anlatılmaktadır.

B. SAKA (İSKİT) DESTANLARI

1. Alp Er Tunga Destanı

Alp Er Tunga, MÖ 7. yüzyılda yaşamış, ünlü Saka hükümdarıdır.
İran’la uzun yıllar savaşan Alp Er Tunga’nın adı Firdevsi’nin Şehname’sinde Afrasiyab (Efrasiyab) olarak geçmektedir.
Alp Er Tunga; İran’la (Zal, Zaloğlu Rüstem, Keykavus ve Keyhüsrev’le) uzun yıllar savaşmış; Türk-İran savaşlarında ün kazanmış İran hükümdarı Keyhüsrev’e yenilerek öldürülmüştür.
Alp Er Tunga’nın hayatı etrafında oluşan Alp Er Tunga Destanı ne yazık ki günümüze kadar ulaşamamıştır.
Destandan günümüze ulaşan tek metin “Alp Er Tunga Sagusu’dur. Kaşgarlı Mahmut’un Divanü Lügati’t Türk’ünde yazıya geçirilmiş olan bu sagunun destanın son bölümüne ait olduğu düşünülmektedir.
Firdevsi’nin Şehnamesi’nde o günkü Türk kavimleri arasında canlılığını koruyan Alp Er Tunga Destanı’ndan öznel bir bakış açısıyla yararlanılmıştır.

2.Şu Destanı

Şu, Saka Türklerinin hükümdarıdır.
Destan, MÖ 330 – 327 yıllarına aittir.
Bu yıllarda Büyük İskender, İran’dan Asya’ya doğru ilerlemektedir.
Destan, Türklerin Makedonyalı Büyük İskender’le mücadelelerini anlatmaktadır.
Bu destanla ilgili bugünkü bilgilerimiz Divanü Lügati’t Türk’ e dayanmaktadır. Divanü Lügati’t Türk’te Kaşgarlı Mahmut İskender’den “Zülkarneyn” diye bahsetmektedir.
Destana göre Şu, İskender’in gelip geçici bir akın düzenlediğine inanır, bu sebeple de milletini geçici bir işgalden mümkün olduğu kadar can ve mal kaybına uğratmadan kurtarmak için İskender’le savaşmak yerine doğuya çekilmeyi uygun bulur. Çeşitli mücadelelerden bir süre sonra İskender ile Şu barışırlar. İskender geri döner. Hükümdar Şu da Balasagun’a dönerek bugün Şu adıyla anılan şehri yaptırır.

C. HUN DESTANLARI

1. Oğuz Kağan Destanı

MÖ 2. yüzyılda doğmuş bir destandır.
Bu destan, 13. yüzyılda yazıya geçirilmiştir.
Oğuz Kağan Destanı, Hun hükümdarı Mete’nin (Oğuz Kağan) yaşamını, yiğitliklerini, yaptığı savaşları, ülkesini genişletmesini ve oğulları arasında bölüştürmesini konu edinir.
Destana göre Oğuz Kağan, doğduktan kırk gün sonra büyüyüp gelişir. Pişmemiş et ister ve kımız içer. Bir yiğit olur. Halka eziyet eden bir canavarı (gergedanı), bir sunguru (doğan) öldürür. Gökten inen ışığın içinde gördüğü göğün kızıyla evlenir; Gün, Ay, Yıldız adlı çocukları olur. Daha sonra bir ağaç kovuğunda yaşayan eşsiz güzellikteki bir kızla daha evlenir; Gök, Dağ, Deniz adlı çocukları olur. Hanlığını ilan edip yeryüzünün dört bir yanına elçiler gönderir. Kendisine itaat etmeyenlerle savaşmak için sefere çıkar. Sefer boyunca bir kurt ona yol gösterir. Ülkeleri (Suriye, Tangut…) egemenliği altına alır ve evine döner. Vezir Uluğ Türk, rüyasında üç gümüş oku kuzeye doğru kanatlanmış, doğudan batıya uzanmış bir altın yay görür. Rüyasını Oğuz Han’a anlatır. Oğuz Han, artık yaşlandığının farkına vararak oğullarını çağırır. Gün, Ay ve Yıldız’ı gün doğusuna; Gök, Dağ ve Denizi gün batısına gönderir. Gün, Ay ve Yıldız avlanırken yolda som altından tam bir yay bulurlar. Dağ, Deniz ve Gök üç gümüş ok bulurlar. Yayı ve okları babalarına sunarlar. Oğuz Han kurultayı çağırır ve Gök Tanrı’ya borcunu ödediğini bildirerek yurdunu evlatları arasında paylaştırır.

2. Attila Destanı

Hun hükümdarı Attila (395 – 453), Avrupa’nın üçte ikisinden fazlasına hâkim olmuş ve devletin sınırlarını Asya’ya taşımış, hükümdarlığı boyunca ordusu ile Batı ve Doğu Roma İmparatorluklarını sık sık istila etmiştir. Attila’nın bu savaşları ve kahramanlıkları Attila Destanı’nın konusunu oluşturur.

D. GÖKTÜRK DESTANLARI

1.Bozkurt Destanı

Göktürklerin dişi bir kurttan türeyişlerini anlatır.
Göktürkler, bir düşman baskınına uğrarlar. Türklerin hepsi kılıçtan geçirilir ve yok olur. Yalnızca bir genç yaralı olarak kurtulur. Düşmanlar onu da bulup kollarını, bacaklarını keserler; fakat genç ölmez. Dişi bir bozkurt gelip genci iyileştirir, onu sütü ile besler. Sonra düşmanlar geri dönüp bu genci öldürmek isterler. Kurt, genci kaçırır, kimsenin bulamayacağı bir mağaraya götürür. O mağarada yaşarlar. Bu dişi kurt ile gencin on erkek çocuğu olur. Bu kardeşlerin en akıllısı olan Aşine, Türklere hükümdar olur. Soyunu unutmadığını göstermek için de çadırının kapısının önüne, üzerinde kurt başı bulunan bir bayrak diker.

2.Ergenekon Destanı

Destan, adını Türklerin yüzyıllarca tarım yaparak, avlanarak, maden işleyerek çoğalıp yaşadıkları, etrafı aşılmaz dağlarla çevrili, kutsal bir yer olan Ergenekon’dan almaktadır.
Ergenekon Destanı, tarihsel olaylarla örtüşür. Gerek destanda ana tema olarak önemli bir yer tutan demircilik, gerekse Ergenekon adının yakıştırıldığı coğrafi mekân, Hun birliğinin dağılmasından sonra, Göktürklerin Altay Dağları çevresine çekilip demircilik yaparak yaşadıkları yerlerle paralellik göstermektedir.
Destana göre, Tatar hanı Sevinç Han, Kırgız hanını ve başka hanları yanına alarak Göktürklere saldırır. Savaşı Göktürkler kazanırlarsa da, ganimete üşüşüp gaflete düşünce süratle geri dönüp saldıran düşmanları tarafından kılıçtan geçirilirler. Yalnızca Göktürk hakanı İlhan’ın o yıl evlendirdiği Kıyan adlı küçük oğlu ve Nüküz (Nohuz, Tokuz) isimli bir yeğeni , eşleriyle birlikte kurtulmayı başarır. At, davar ve devenin bol olduğu bir yere giderler. Sürüleri önlerine katıp karla kaplı, sarp bir geçide ulaşırlar. Tehlikeyi göze alarak geçide girip ilerleyince karşılarına cennet gibi bir vadi çıkar. Her türlü av hayvanının bulunduğu bu verimli vadiye Ergene- kon adını verirler. “Ergene” sarp, “kon” ise geçit demektir. İki aile, hayvanların etlerini yer, sütlerini içer, derilerini giyerler ve gün geçtikçe çoğalmaya başlarlar. Aradan dört yüz yıl geçer. Artık bu vadiye sığamayacaklarını anlayınca atalarından duydukları geçidi arar, fakat bulamazlar. Bir demirci, vadiyi kuşatan dağlardan birinde bir demir damarı olduğunu, onu eriterek bir yol açabileceklerini söyler. Bunun üzerine tüm ulusa odun – kömür vergisi salarlar. Dağın en geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür yığarlar. Yetmiş deriden körük yapıp yetmiş yere yerleştirirler ve yaktıkları ateşi körüklemeye başlarlar. Demir erir ve yüklü bir devenin geçebileceği genişlikte bir yol açılır. Bu yolu kullanarak dışarı çıkarlar ve Tatarlardan öçlerini alırlar. O sırada Göktürklerin hükümdarı Börteçene’dir. Börteçene, Moğolcada “Bozkurt” anlamına gelir.

E. UYGUR DESTANLARI

1. Türeyiş Destanı

Birçok Türk destanında ortak motif olarak görülen bozkurt motifi, Türeyiş Destanı’nda da soyu başlatan unsur olarak karşımıza çıkar.
Hun hakanının olağanüstü güzellikte iki kızı vardır. Hakan, “Bu kadar güzel kızları insanoğlundan biriyle evlendiremem. Ben onları Tanrı’ya bağışlayacağım.” der ve başkentin kuzeyinde büyük bir saray yaptırıp kızları oraya kapatır. “Tanrım, bu kızları kabul et!” diye Tanrı’ya yalvarır. Bir süre sonra sarayın çevresinde bir kurt görünür. Küçük kızın bir çocuğu olur. Uygurlar bu çocuktan türer.
Türeyiş Destanı şu anlatımıyla da karşımıza çıkmaktadır: Kara Korum’da bulunan Tola ve Selenge adı verilen iki nehir Kamluca adlı bir yerde birleşir. Bu iki ırmağın arasında iki ağaç vardır. Ağaçlar iki dağın arasında yetişerek büyümüştür. Bir gün bu iki ağacın arasına gökten bir ışık iner. Dağlar yavaş yavaş büyümeye başlar. Hayranlıkla ve saygıyla oraya yaklaşan Uygurlar çok tatlı ve güzel nağmeler duyarlar. Bundan sonra her gece buraya ışık iner ve ışığın etrafında otuz şimşek çakar. Bir gün aynı yerde her birinde birer çocuğun olduğu beş çadır görürler. Halk saygı ile diz çökerek çocukları alır. Besleyip büyütmeleri için çocukları süt annelerine verirler. Böyle kutsal bir biçimde doğan çocuklar büyürler. En yiğit olanları Bökü Tegin (Böğü Han) hükümdar olur. Onun hükümdarlığında Uygurlar çoğalır ve güçlenirler.

2. Göç Destanı

Türeyiş Destanı’nın devamı niteliğindedir.
Destanın giriş bölümünde “Türeyiş Destanı” küçük farklılıklarla anlatılır. Asıl olay Böğü Han’dan sonra başa geçen hükümdarlardan biri olan Yü-Lun Tigin’den sonra başlar. Çinlilerle bir çok savaş yapan Yü-Lun Tigin halkını barışa ve rahata kavuşturmak için Çin sarayından bir kız alır. Oğlu Ko-li ile Çinli Prensesi evlendirir. Bu prenses Kara Korum’da bulunan bir yerde oturur. Kara Korum’un güneyinde iyi talih ve mutluluk getiren Kutluk Dağı vardır. Çinliler, prenses karşılığında bu dağı isterler ve Uygurlar’ı talihsiz bırakarak zayıflatmayı planlarlar. Dağı alan Çinliler, dağın etrafında büyük ateşler yakarlar. Dağ ısınınca üzerine kazanlarla sirke döküp küçük küçük parçalara ayırarak Çin’e götürürler. Bu taşların götürülmesinden sonra uğursuzluklar başlar. Kuraklık ve kıtlık meydana gelir. Hayvanlar inlemeye başlar. Yedi gün sonra Yü-Lun Tigin ve ardından onun yerine geçen hükümdarlar bir bir ölür. Halk bahtsız ve mutsuz olur. Her yerden “Göç! Göç!” sözü duyulur. Bunun üzerine Uyguriar, Doğu Türkistan’da bulunan Turfan’a göç ederler ve Beş Balig şehrini kurarlar.

İslamiyet’in Kabulünden Sonraki Türk Destanları

İslami dönem Türk destanları çoğunlukla İslamiyet’in kabulünü, yayılışını ve bu yolda gösterilen kahramanca çabaları anlatan, yani menâkıbname özelliği gösteren eserlerdir.

1. Satuk Buğra Han Destanı

Destanda Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han’ın İslam dinini kabul etmesi ve İslamiyet’i yaymak için verdiği mücadele anlatılır.
Destan 9. ve 10. yüzyıllarda oluşmuştur.
Karahanlılar ilk Müslüman Türk devletidir. Satuk Buğra Han, Türklerin toplu hâlde İslam’a geçmesini sağlamıştır. Müslüman olduğunu açıklayıp Abdülkerim adını da alan Satuk Buğra Han, amcası ile mücadeleye başlar, Fergana Savaşı’nı yapar, Atbaşı kalesini zapt eder; Kaşgar’ı fetheder, Türk ülkelerinde İslamiyet’i hızla yayar. Türkistan şehirlerini birer birer ele geçirir. Birçok savaş yapar. Hükümdarlığı boyunca İslamiyet’in yayılmasını sağlar.
Destana göre Hz. Muhammet’in kanatlı atı Burak’ın sırtında göklere yükseldiği “Miraç Gecesi’nde” gök katlarında, kendinden önceki peygamberleri görür. Bunlar arasında birini tanıyamaz ve Cebrail’e bunun kim olduğunu sorar. Cebrail: “Bu peygamber değildir. Bu sizin ölümünüzden üç asır sonra dünyaya inecek olan bir ruhtur. Türkistan’da sizin dininizi yayacak olan bu ruh ‘Abdülkerim Satuk Buğra Han’ adını alacaktır.” der. Hz. Muhammet yeryüzüne döndükten sonra İslamiyet’i Türk ülkesine yayacak olan bu insan için her gün dua eder.
Abdülkerim Satuk Buğra Han’a bazı olağanüstü özellikler de yüklenmiştir. Destanda Satuk Buğra Han’ın düşmana uzatıldığında kırk adım uzayan bir kılıcının olduğu ve savaşlarda ağzından ateşler saçarak düşmanları yaktığı anlatılır.

2. Manas Destanı

Kırgız Türkleri arasında geniş bir kahramanlık destanı olan Manas Destanı, Müslüman Kırgızlarla Putperest Kalmuklar arasındaki mücadeleleri anlatır.
Destan 11 ve 12. yüzyıllarda oluşmaya başlamıştır.
Nogay boyundan çıkan Manas, yalnız kendi yerini, kendi boyunun özgürlüğünü, Kalmuk baskıncılarından korumakla kalmaz, parçalanan bütün Kırgız halkını birleştirip onların özgürlüğü ve eşitliği için çalışan bir hükümdar olur.
Manas, İslamiyet’i yaymak için mücadele eden bir kahramandır. Böyle olmakla beraber Manas destanında İslamiyet öncesi Türk kültür, inanç ve kabullerinin tamamını görmek mümkündür. Yani Manas Destanı Türklerin İslamiyet’e geçiş dönemi ürünüdür.
Müslümanlığın Türk topluluğunda uyandırdığı inanç ve bu inançtan doğan sosyal hayat içerisinde destan; tüm Orta Asya Türkleri tarafından benimsenmiştir.
Destan, Kırgızların tüm mitolojisini, masallarını, her türlü geleneğini bir kahraman çevresinde toplamış Kırgız Ansiklopedisi olarak da nitelendirilebilir.
Destan üç bölümden oluşmaktadır. Bu bölümler Manas, oğlu Semetey ve torunu Seytek ile ilgilidir.
Manas Destanı’nın uzunluğu son derlemelerle birlikte 600.000 dizeyi aşmıştır. Bu haliyle dünyanın en uzun destanı kabul edilmektedir.

3. Cengiz Han Destanı (Cengiznâme)

Orta Asya’da yaşayan Türk boyları arasında 13. yüzyılda doğup gelişmiş bir destandır.
Cengiznâme; Cengiz Han’ın soyu, doğumu, fetihleri ve etkileri hakkındaki genel halk rivayetlerinden derlenmiş, tarihî bir destandır.
Cengiznâme’de, Cengiz, bir Türk kahramanı olarak kabul edilmekte ve hikâye Türk tarihi gibi anlatılmaktadır.
Destanda Şaman dininin etkisi görülür.
Cengiz Han, Uygurların Türeyiş destanının kahramanları gibi gün ışığı ile kurttan doğar.
Soyu “Oğuz Han”a dayanan Cengiz Han ve oğulları Doğu Asya’dan Doğu Avrupa’ya dağınık ve irili ufaklı devletler hâlinde yaşayan bütün halkları hâkimiyeti altına almış; böylece 9. yüzyılın ortalarından itibaren irili ufaklı devletler tarafından idare edilen Asya, tek bir çatı altında toplanmıştır.

4. Timur Destanı

Timur Destanı, Cengiz Han’ın soyundan gelmediği hâlde Çağatay hanlığında önemli başarılar kazanan, Maveraünnehir’e tek başına hâkim olarak kendi imparatorluğunu kuran Timur’un (1336- 1405) hayatını ve savaşlarını konu edinir.
5. Edige Destanı

Edige Destanı’nda, 13. yüzyılda Hazar denizi kıyısında kurulan Altınordu Hanlığının 15. yüzyılda Timurlar tarafından yıkılışı anlatılmaktadır.
Edige Destanının kahramanı Altınordu Hanı Edige Mirza Bahadır’dır. Edige Mirza Bahadır’ın devletini ayakta tutabilmek için verdiği büyük mücadeleler, ölümünden sonra 15. yüzyılda destanlaştırılmıştır.
6. Battal Gazi Destanı (Battalnâme)

7. Danişmend Gazi Destanı (Danişmendnâme)

8. Saltuk Gazi Destanı (Saltuknâme)

Saltuknâme (Saltuk Gazi Destanı), 13. yüzyılda Anadolu ve Rumeli’nin fethi sırasında önemli rol oynadığı rivayet edilen kahraman bir evliya olan Sarı Saltuk’un hayatını anlatır.
Destan, 15. yüzyılda Cem Sultan’ın talimatıyla Ebu’l Hayr er Rûmi tarafından yedi senelik bir çalışma sonucunda yazıya geçirilmiştir.
Saltuknâme’de Sarı Saltuk, Hz. Muhammed soyundan Battal Gazi’nin torunlarından, kâfirlere karşı cihatla ve Müslümanlığı yaymakla görevli biri olarak anlatılır. Saltuknâme’de Sarı Saltuk, tıpkı Battal Gazi gibi olağanüstü özelliklerle donanmış biridir; Avrupa dillerini, dinlerini bilginler kadar bilir, türlü hilelerle şehirlere girer, kilisede vaaz verir, insanları Müslüman yapar. Destanda Sarı Saltuk bazen savaşçı kimliğiyle, bazen keramet gösteren bir veli kimliğiyle, bazen Kaf Dağı’na giden, cadılarla, devlerle savaşan bir masal kahramanı olarak; bazen Osman Gazi, Orhan Gazi, Nasrettin Hoca, Mevlana gibi kişilerin yanında bir tarihi kişilik olarak karşımıza çıkar.
Saltuk Gazi Destanı’nın mekânı çok geniştir. Anadolu’da başlayan destanın alanı daha sonra haksızlık, kanunsuzluk ve kötülüklerin bulunduğu bütün yeryüzüne kadar uzar. Sarı Saltuk her yerde haksızlıkları yok etmek, İslamiyet’i yaymak için mücadele eder. Daha açık bir ifade ile Anadolu’dan başlayıp Avrupa, Asya ve Afrika’nın en uç bölgelerine uzayan bir sahayı içerisine almaktadır.
Anadolu’da oluşan destan geleneğinde Battal Gazi ve Danişmend Gazi Destanlarının ardından Saltuk Gazi Destanı son halka olma özelliği de taşımaktadır

9. Köroğlu Destanı

İslami dönemde oluşmakla birlikte dinî bir özellik taşımayan, bütün Türk boyları arasında yaygın olarak anlatılan bir destandır.
Destanın farklı aşıklarca anlatılan 24 ayrı söylenişi (varyant, kol) vardır.
Destanın kökenlerini Orta Asya’ya kadar götürenler vardır. Bununla birlikte destanın esas biçimi Anadolu’da oluşmuştur.
Köroğlu bu destanda, hem kahraman hem de saz çalıp şiir söyleyen bir âşıktır. Âşık Köroğlu ile destan kahramanı Köroğlu’nun aynı kişi olması mümkün değilse de bu iki kişilik halk zihninde birleşmiştir.
Doğum ve ölüm tarihleri bilinmeyen Köroğlu’nun asıl adı Ruşen Ali’dir. 16. yüzyılda Bolu civarında yaşadığı tahmin edilmektedir.
Destana göre Bolu Beyi, seyislerinden biri olan Yusuf’tan hünerli ve değerli bir at ister. Yusuf, iyi cins bir tay bulur. Gösterişli bir tay değildir; ama iyi bir bakımla harikulade bir at olacaktır. Bolu Beyi tayı beğenmez; çok kızar ve Seyis Yusuf’un gözlerine mil çekilmesini emreder. Bundan sonra Ruşen Ali, körün oğlu olarak (Köroğlu) anılır. Yusuf ve Ruşen Ali tayı da alarak oradan uzaklaşırlar. Tayı karanlık bir ahırda beslerler. Kır tayı arada bir dışarı çıkararak koştururlar. Tayın ayakları çamura değmediği zaman istenilen duruma geldiği anlaşılır. Bu arada Ruşen Ali büyür ve yiğit biri olur. Bir gün baba oğul, Aras nehrinde, Yusuf’un rüyasında gördüğü bir ermişin Bingöl Dağları’ndan geleceğini haber verdiği üç sihirli su köpüğünü beklerler. Bu köpükleri Yusuf içecek, hem gözleri açılacak hem de Bolu Beyinden öcünü almak için gereken güç ve gençliği elde edecektir. Ruşen Ali köpükler gelince dayanamaz, babasına haber vermeden üçünü de kendisi içer. Ruşen Ali bu köpükler sayesinde sonsuz yaşama gücü, yiğitlik ve şairlik gücü elde eder. Babasının intikamını alma görevi de artık kendisinindir. Bir süre sonra babası ölür. Ruşen Ali, Kırat’ı da alarak dağa çıkar. Artık Köroğlu’dur. Çamlıbel’e bir kale yaptırır. Eşkıyalar onun çevresinde toplanır Zenginlerden alarak yoksullara dağıtır. Bolu Beyi’nin kız kardeşini kaçırır ve onunla evlenir. Bolu Beyi’yle mücadele eder ve onu yenilgiye uğratır. Aradan yıllar geçer “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu.” diyen Köroğlu, etrafındaki eşkıyaları dağıtır ve ortadan kaybolur.