1922 yılında Konya´da doğan ve zamanımızın ilim, irfan ve şiir üstadlarından olan İlk ve orta öğrenimini memleketinde tamamladı. Arapça öğrendi. Kur an-ı Kerim i erberleyerek Hâfız oldu. Kurucu Hoca, orta öğreniminin ardından dini eğitimini daha iyi şartlarda tamamlayabilmek amacıyla 1939 yılında ailesiyle birlikte Medine´ye yerleşti. Mısır´daki El ezher Üniversitesi´nde yüksek tahsil gören Kurucu Hocaefendi, Medine´de Sultan Mahmud ve Şeyhülislam Arif Hikmet Kütüphanelerinin Müdürlüğü görevini 1985 yılında emekli olana kadar sürdürdü. Hocaefendinin şiirleri başta olmak üzere bir çok eseri kitaplaştırıldı. Şiirlerinde Mehmet Akif Ersoy´un üslubunu zamanımızda devam ettiren nadir şahsiyetlerden olan Kurucu Hocaefendi, nesir sahasında da çeşitli eserler verdi.
Aruz ölçüsüyle şiirler yazdı. Şiirleri, Gümüş Tül ve Alevler adı altında basıldı.
Değerli edib, şair ve gönül adamı Ali Ulvi Kurucu, Medine´de Hakk´a yürüdü. Mescidi Nebevi´de kılınan namazı müteakiben Cennet-ül Baki mezarlığında toprağa verildi.
ÇOĞALDI CÜRMÜM
Çoğaldı cürm ü isyânım benim pek yâ Rasûlâllah
Kati müşkil huzûr-i Hak ka gelmek yâ Rasûlâllah!.
Erişmezse bana lûtfun efendim rûz-i mahşerde
Mekânım nâr-ı dûzeh ola bî-şek yâ Rasûlâllah!.
Bırakma bendeni ol gün açılır çün Livâ-ül-hamd.
Beni de ol livânın tahtına çek yâ Rasûlâllah!.
Ümîdim var, yine mağfûr ü mesrûr olurum ol gün
Girince destime pây-i mübârek yâ Rasûlâllah!.
Bihâkkı Hazret-i Zehrâ bihakkı Hazret-i Sıbteyn
Sana geldi kulun Ulvi, dahîlek yâ Rasûlâllah!.
DOĞMAZDI KALBE İMAN
Doğmazdı kalbe iman, inmezdi arza Kur´an,
Meçhul olurdu esmâ, Levlâke yâ Muhammed!
( Sensiz cânım Muhammed)
Mâtem tutardı gökler, gülmezdi hiç melekler,
Mahzûndur Arş-i alâ, levlâke yâ Muhammed!
Feyzinle güldü âlem, gufrâna erdi âdem,
Ağlardı belki hâla, Levlâke yâ Muhammed!...
Sayende erdi insan Tevhîde, yoksa putlar,
Mâbûd olurdu -hâşâ- Levlâke yâ Muhammed!..
Şefkatli annesinden öksüz kalan yetîme,
Benzerdi sanki eşyâ, Levlâke yâ Muhammed!..
Gün görmeden baharlar, sislerle örtülürdü,
Zindan olurdu dünyâ, Levlâke yâ Muhammed!..
İnler dururdu sesler, her nağme hıçkırıkdı;
Tutmuştu Arşı şevkâ, Levlâke yâ Muhammed!..
Dünyâda tek hakîkat uğrunda can verenler,
Bulmazdı derde kimyâ, Levlâke yâ Muhammed!..
Al kan, figan içinde te´yîd ederdi zulmû;
Binlerle kanlı sehpâ, Levlâke yâ Muhammed!..
RÛHUM SANA ÂŞIK
Rûhum sana âşık, sana hayrandır Efendim,
Bir ben değil, âlem sana kurbandır Efendim.
Ecrâm ü felek, Levh u kalem, mest-i nigâhım,
Dîdârına âşık Ulu Yezdân dır Efendim.
Mahşerde nebîler bile senden medet ister,
Rahmet, diyen âlemlere, Rahman dır Efendim.
Tâ Arşa çıkar her gece âşıkların âhı,
Medheyleyen ahlâkını Kur an dır Efendim.
Aşkınla buhurdan gibi tütmekte bu kalbim,
Sensiz bana cennet bile hicrândır Efendim.
Doğ kalbime bir lahzacık ey Nûr-i dilârâ
Nûrun ki gönül derdime dermândır Efendim.
Ulvî de senin bağrı yanık âşık-ı zârın
Feryâdı bütün âteş-i sûzândır Efendim.
Kıtmîriniz ey Şâh-ı rüsûl, kovma kapından,
Âsîlere lûtfun yüce fermândır Efendim.
Ecrâm ü felek: Gök cisimleri, yıldızlar
Levh-u kalem: Allah tarafından takdir edilip yazılmış olan
Mest-i nigâh: Hayran olarak bakma
Dîdâr: Yüz, çehre
Yezdân: Allah, hayırları yaratan mâbûd
Mahşer: Kıyametten sonra insanların yeniden dirilip toplanacağı yer
Nebiler: Peygamberler
Medet: Yardım
Kıtmîr: Ashâb-ı Kehfin köpeğinin adı
Şâh-ı rüsûl: Peygamberlerin şahı
Buhurdan: Tütsü
Hicrân: Ayrılık
Lahzâ: Kısa zaman, bir bakış
Dilârâ: Gönül alan
Âşık-ı zâr: Ağlayan aşık
Âteş-i sûzân: Yanan ateş
DERDİMENDİM
Derdimendim yâ RasûlAllah, devâ ol derdime,
Destgir ol, yâ HabibAllah, bu asî mücrime!..
Sen şefâat kânı varken, yalvarayım ben kime ..
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım..
Bûy-i vaslındır, muattar eyleyen sünbülleri,
Nur cemâlinden eserdir, bağ-ı aşkın gülleri,
Gül cemâlindir Habîbim, mesteden bülbülleri,
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım
Cânını cânâne kurban eyliyor pervâneler,
Bezm-i vaslın neş esinden, gaşyolur mestâneler,
Aşıkın gözyaşlarından, doldu hep peymâneler,
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım..
Ermek istersen, O şâh ın himmet-ü imdâdına,
Cânü dilden âşık ol sen; İsm-i zât evrâdına,
Ses verir (Ulvî); melekler âteşin feryâdına,
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım
Habib-i Kibriya
Habîb-i Kibriyâ, bâb-ı recâsın yâ RasûlAllah,
Muhammed Mustafa, hayrul verâsın yâ RasûlAllah!..
Tecellây-ı cemâlinden elest in bezmi şâd oldu,
Dil-i mecrûh-u uşşâka şifâsın yâ RasûlAllah!,,
İlâhî bir güneşsin, nûruna pervânedir âlem,
Yakan uşşâkı ol muhrık sâdâsın yâ RasûlAllah!..
Nebîler Rûz-i Mahşerde, şefâat bekliyor senden,
Gönül şehrinde her medhe sezâsın yâ RasûlAllah..
UYANIŞ FECRİNİN AYDINLIĞI
Ne gelen var, ne giden var; ne gülümser bir yüz.
Yolcu yorgun, yük ağır, menzil uzaklarda henüz.
diye milletçe ümitsizliğe düşmüştük dün,
Uyanış fecri ufuklarda belirmekte bugün.
Kararan dünkü ufuklarda güneşler yanıyor.
Her ışık dalgası umman olarak çalkalanıyor.
Nurlu bir yüz gibi dünyaya doğarken gündüz,
Uyanış fecrinin aydınlığıdır gördüğümüz
En ağır şartlara rağmen yine şahlanmada din,
Külle örtülmesi mümkün mü bu kudsi alevin
Bu alev, nûrunu Kur an-ı Kerim den alıyor
Bütün âlem uyanış fecrine hayran kalıyor
Genç nesilden bize hep müjdeci sesler geliyor
Uyanış fecrini marşlarla bütün besteliyor
Taşı toprakları yurdun dile gelmişçesine
Uyuyorlar koro halinde İlahi sesine
Bu muazzam sese alkış kopuyor her yerden
Görünen âlemin ardındaki âlemlerden
Büyük aydınlığa yol gösteriyor rehberimiz
Bütün âlemlere rahmet yüce Peygamberimiz (sav)
Açtı insanlığa on dört asır evvel bu yolu
Ufku güllerle, çiçeklerle, meleklerle dolu.
Büyük ecdadımızın gördüğü parlak rüya
Vuruyor her gece yıldızlarını aksiyle suya..