Ülkemiz vardı…
Dağların gölgesinin serinlettiği, çok da büyük olmayan, ama belki masal dağının hemen dibinde oluşundan, uçsuz bucaksızmış gibi gelen bize, iki denizin ve iki nehrin arasında, şelalelerin, mavi küçük göllerin olduğu ülkemiz vardı. Yitirmeden önce kıymetini bilmemizin mümkün olmadığı ülkemiz vardı.
Yiğitlerimiz vardı…
Dik duruşuyla asalet dersi veren, hem büyüklerine saygıyı erdem bilen, saygı üzerine bir hayat bina etmiş, dağlardan aldığı egosunu kendisi için değil başkalarının yararına kullanan, düşmanlarına bile aynı ile muamele eden, bundandır ki savaşlarda bile hile yapmayan, kısacası masalların içinden çıkıp gelmiş başka dünyanın üyesi sanki, yiğitlerimiz vardı. Artık onların yerini arafın çocuklarının aldığı yiğitlerimiz vardı.
Kızlarımız vardı…
Sanki masallardan, düşlerden çıkıp da gelmiş, oturuşu, yürüyüşüyle masallardan gelmiş, gülüşleri, her sözüyle büyüleyici, en önemlisi anneliğin nasıl olacağını öğreten başkalarına kızlarımız vardı. Ararsın ama bulamasın şimdilerde kızlarımız vardı.
Şimdi çok uzaklarda kaldı köylerimiz vardı…
Biz şehirli olduk, global olduk, evrensel insanlarız ve köylerimiz bize çok uzak düştü. Hasret kaldık, iple çektiğimiz, kendimizi gösterdiğimiz, başkalarını gördüğümüz düğünler yapardık, huzur veren bize, köylerimiz vardı..
Sözü mücevher değerinde büyüklerimiz vardı…
Varlıklarının önemini ancak yitirince anlayabildiğimiz. Dağınıklığımızı onların yokluğuna bağladığımız, düşünce elimizden tutacak, kaldıracak büyüklerimiz vardı. Öndersiz kalınca varlığının önemini anladığımız. Zor zamanların insanıydı onlar. Şimdi ötelerden halimize bakıp da halimize acıyan büyüklerimiz nerelerdesiniz şimdi.
Daha nelerimiz vardı…
Bilgimizin, görgümüzün, ötesinde bizim bilemediğimiz, bilemeyeceğimiz…
Özlem, hasret, ihtiyaç vesselam…
Gülay Öztürk