BİR DE İNSANDAN ÖRNEK VEREYİM
Aysel Kardeş, avucunu aç, parmak uçlarına bak, parmak izlerin ne kadar birbirine karışık değil mi? Elbette 'evet' diyeceksin. Şimdi iyi düşün: Dünyada 7 milyar insan var, bu 7 milyar insanın parmak izleri birbirine benzememektedir. Bu 7 milyara kaç milyar daha eklersen ekle yine de birbirine benzemeyecektir. Parmakların derileri yüzülse yine aynı eski parmak izleri oluşacak. Şimdi nasıl olur da 7 milyar insanın parmak izleri birbirine benzemiyor? Eğer kör tesadüfün eline verseydik, mutlaka birbirine karıştıracaktı.
Tabiat dersek, nasıl oluyor da akılsız, şuursuz olan tabiat 7 milyar insanın karmakarışık olan parmak izlerini birbirine karıştırmadan yapıyor, yani yaratıyor? Hayır, asla akılsız, şuursuz olan tabiat da bunu yapamaz, ancak ve ancak böyle harikulade bir şeyi akıllı, şuurlu bir varlığın yapması gerekir ki, bu da Allah'tır. Biraz aklım var diyen insanın da, "Bunu ancak Allah yapar" demesi lazımdır, değil mi Aysel Kardeş? ' Gelelim dişlere... Allah'ın kainat üzerinde yürüttüğü tedrici tekamül kanunlarından biri de dişlerde gerçekleşir. Herşey yavaş yavaş büyür. Otlar, kuzular, bebekler yavaş yavaş büyür. Hızlı olup devam etmeyen istense, yavaş yavaş olup devam eden iş daha hayırlıdır. Çocuk altı aylık olunca, dişleri çıkmaya başlar. Tam çorbaları içeceği zaman dişler çıkıyor, çıkıyor ama toprağa çakılmış kazıklar gibi değil. Hepsinin kökleri, yani sinirler ve kan damarları dişlerle birliktedir. Eğer dişleri ağaca benzetirsek, damaklarımızda kök salan bu ağacın çekirdiği veya filizi nereden gelmiştir, kim dikmiştir? Dişler, sadece kesicilik veya öğütücülük yapmaz. Aynı zamanda çiğnediğimiz şeyin sertliğini de anlar ve bizi ikaz eder.
—
Bu ceviz pek sert, zorlarsan ceviz yerine ben kırılacağım, der.
Biz de cevizi dişlerimizle kırmaktan vazgeçeriz. Dişteki sinirlerden şikayetçi olanlar
da vardır. Meselâ, çürümüş bir dişin ağrısını sinirler vasıtasıyla duyarız. Sinirler
olmasa diye düşünebiliriz. Ama o zaman dişlerimiz kırılır, çürür haberimiz bile
olmazdı. Demekki, diş sinirleri bize yardımcı oluyor. Tehlikeli anlarda bizi ikaz
ediyor. Lisan -ı hâl ile bize diyor ki:
—
Hey... Dişine mikroplar girdi, derhal çaresine bak...
—
Hey... Aysel, pirinci iyi ayıkla, yoksa beni kırabilirsın.
Takma dişler ise bunların hepsinden haberdar değildir. Dişlerin şekli yenilecek
gıdalara göre ayarlanmıştır. Meselâ bitki yiyen hayvanların ön dişleri kesici iken,
yırtıcı hayvanların ön dişleri uzun ve çengel gibidir. Bu dişlerle çırpınan avını yakalar
ve parçalar. Burada da üç ihtimalle karşı karşıyayız:
1 — Gıdalara göre dişler şekil almıştır.
2 — Hayvan, dişlere göre, gıdasını aramaktadır.
3 — Bir tarafta dişler, öte yanda gıdalar yaratılmıştır. Bunların birbirine denk düşmesi
sağlanmıştır. Meselâ, kedi, fare yakalamak ister, ona bu istekle birlikte tırnak
verilmiştir. Tırnak olmasaydı, bu sefer istediği halde yine fare yakalayamayacaktı.
Öte yandan, biz baklavayı ne kadar sevsek de, kedi sevmemekte ve yememektedir.
Baklavayı ona yedirmeyen isteksizlik, midesi gibi yaratılmış ve içine konmuştur. At,
ot yiyen bir hayvandır. Dişleri ot yemeye uygundur. Fakat hangi otu yiyeceğini çok
iyi bilmektedir. Buradaki bilmek bir öğretmeni ve okulu gerektirir. Acaba at, hangi
okulda hangi öğretmenin nezaretinde otların çeşitlerini öğrenmiştir? (29)
İnsanlar, hem et, hem ot yer. Dişlerimiz bu iki çeşit gıdayı yiyecek şekilde tanzim
edildiğinden, insanın ağız yapısı ile hayvanlarınla arasında fark vardır. Dişlerimiz,
gelişigüzel dizilmemiştir. İşte sen, aynanın karşısına geçip ağzını aç, dişlerine dikkatle
bak. Alt çenede, önden dört diş birbirine benzemektedir. Bunların sağında ve solunda
birer diş var ki, şekil bakımından diğerlerinden farklıdır. Onun yanındaki iki diş yine
birbirine benzemektedir. Dişlerin sonuna doğru üç diş de aynı şekildedir.
(29) İlimler ve Yorumlar - Hekimoğlu İsmail.
Şimdi yatay ve dikey iki çizgi çizeceğim. Yatay çizginin yukarısındakiler üst çeneye ait, altındakiler de, alt çeneye ait dişleri gösterecek. Dikey çizgi ise, burnumuzun ucundan aşağı inmekte, dişlerimizi ikiye bölmektedir. Şimdi çizgileri çizip, dişlerin durumunu gösterelim: 3212 2123 3212 2123 Ölçüye ve simetriye bak. Nasıl olur da bu gördüğün ölçüyü şuursuz bir tabiatyapabilir? Buna imkan var mı? Elbette yok. Öyle ise, bu muazzam ölçüyü yapan bir şuurlu varlık vardır. O da elbet Allah (c.c)'dır. Evet Aysel Kardeş, yine soruyorum sana, basit bir masa bile kendi kendine var olmayıp bir ustası olur da, şu anlatmış olduğum parmak izleri-ve dişlerin bir ustası olmaz mı? Elbette onları da yapan bir usta, bir sanatkar vardır. O da Allah'tır. Bir de İmam-ı Azam'dan örnek vereyim: Allah'a (c.c) inanmayan bir kafir, Müslümanlar'a, "Allah varsa ispat edin" diye sataşır. Müslümanlar da bu adama pek tatmin edici cevap veremezler. Adamı, İmam-ı Azam'a götürürler. İmam-ı Azam'a:
—
Hocam bu adam Allah'a inanmıyor. Allah'ın varlığını ispat edin, diyerek Müslümanların kafasına sorular sokuyor derler. İmam-ı Azam (Numan bin Sabit), kafir olan adama dönerek:
—
Niçin inanmıyorsun?
—
Herşey kendi kendine var oluyor da ondan.
—
Pekiyi o halde, sana bunun cevabını yarın vereceğim. Falan saatte falan meydanda
buluşalım.
Bu buluşma meselesi her tarafa yayılır. Herkes heyecan içinde ertesi günü bekler.
Ertesi gün olunca, halk meydana toplanır. Kafir taraftarları bir tarafa, Müslüman
taraftarları bir tarafa ayrılırlar. İnkarcıların başı olan adam gelir. Fakat İmam-ı
Azam'ın gelmemesi inkarcının ve taraftarlarının alay etmesine vesile olur ve inkarcı:
—
Bak gördünüz mü? Korktu da ondan gelmiyor, der.
Müslümanlar da heyecanlı oldukları halde "İşi vardır da ondan, şimdi gelir" derler.
Nihayet, hayli zaman geçtikten sonra İmam-ı Azam gelir. İnkarcı adam:
—
Nerede kaldın ya İmam-ı Azam?
İmam-ı Azam hikmet dolu sözleri ile cevap verir:
. — Ben, Nil nehrinin karşısındaydım. Gelmek için sandal bulamadım. Orada bir ağaç
vardı, ağaca emir verdim, "Ey ağaç kesil dedim, kesildi, tahta ol dedim, tahta oldu.
Sandal ol dedim, sandal oldu, kürek ol dedim, kürek oldu, beni karşıya götür dedim,
götürdü." İşte bunun için geç kaldım.
. Bunu duyan inkarcı kahkaha atarak güler. İmam-ı Azam da:
—
Niçin gülüyorsun? der.
—
Senin söylediklerine güldüm be şaşkın adam! Hiç ağaç, kendi kendine sandal olur
da, kendi kendine nehirden gelebilir mi?
—
Asıl şaşkın sensin... Şu gördüğün yıldızlar durmadan dönmektedir, hem de aynı
ahenk içinde birbirinin hududuna tecavüz etmeden. Hem de bir bakışta gözünün
görebildiği sahada milyonlarca yıldız olduğu halde. Bu yıldızlar birbirine çarpsa belki
dünya harap olacak. Güneş, kendi ekseni etrafında Dünya kurulalıdan beri
dönmektedir. Ve bize Dünya kurulalıdan beri ısı vermektedir. Eğer Güneş şimdiki
halinden biraz uzaklaşmış olsa her taraf buz tutacak ve böylece hayat duracak, biraz
Dünyaya yaklaşsa her taraf yanıp kavrulacak, yine hayat duracak. Şu ağzındaki
dişlere bak, ne güzel dizilmiş, kaşların, gözlerin ne güzel yerli yerine konmuş.
Velhasıl kainattaki bunca muazzamhğın kendi kendine olduğuna inanıyorsun da, niçin
sandalın kendi kendine olduğuna inanmıyorsun? Bu sandal da mı daha büyük sanat
var? Yoksa şu gördüğün muazzam kainatta mı? Hem her sanatın bir sanatkarı vardır.
Nasıl ki bu sandalın bir sanatkarı ve ustası varsa, şu muazzam kainatın da elbette bir
sanatkarı, ustası vardır. O da Allah'dır. Bu muazzam cevabın karşısında hayretler
içinde kalan inkarcı: "Eşhedü enlailahe illAllah ve eşhedü enne muhammeden abduhu
verasuluh" diyerek Müslüman olur bir rivayete göre.
Evet Kardeşim Aysel, birkaç tane de Avrupalı ilim adamlarından örnek vereyim:
Prof. Dr. Paul Cleirans Brosold (Biyofizikçi) diyor ki: "İlmi çalışmaya ilk başladığım
sıralarda, hayatın menşeini, aklı ve daha bilinmeyen herşeyi ilmî metotlarla
öğrenmenin mümkün olacağına inanıyordum. Ama atomdan gök cisimlerine, en
küçük mikroptan insana kadar eşya hakkında bilgim arttıkça anladım ki, henüz ilmin
açıklayamadığı pek çok şey vardır kainatta... Doğrusu selîm düşünce ve mantık
kuralları bizi Allah'ın varlığına inanmaya zorlamaktadır."
Yine biyoloji ve botanik bilgini Prof. Dr. Russel Charles şöyle diyor: "Normal bir
zekaya sahip birisinin, kalkıp da otomatik bir saatin hareketinin, herhangi düşünen bir
kafanın ve maharet sahibi bir elin müdahalesi olmadan kendiliğinden meydana
geldiğini veya tesadüfen ortaya çıkmış oluğunu söylemesi mümkün değildir.
Madem ki, bir otomatik saat kendiliğinden meydana gelmiyor ve hareket edecek duruma geçemiyor, mikroskobik bir canlı olan hücre, kendi içinde nasıl böyle akılları durduracak üstün bir hareket kapasitesine sahip olabiliyor? Bütün bu canlılık mekanizmasının gerisinde düşünen bir zeka ve idare eden bir elin bulunduğunu kabul etmekten başka yapabileceğimiz bir şey kalmaz." Jeokimyacı Prof. Dr. Wagne Old ise Allah'ın varlığı hakkında şöyle der: "Allah, bir madde ve enerji değildir. Ayrıca, sınırlı bir varlık değildir ki, biz aklın sınırları içine sokalım ve tecrübe kanunlarına boyun eğdirelim. Aksine, Allah'ın varlığını kabul ediş iman esasına dayanır. İlim adamları bazı teorilerin doğruluğunu olduğu gibi kabullenirler. Halbuki, bunların hiçbirini duyular yoluyla kavramak ve idrak etmemek mümkün değildir. Mesela, protonu gördüğünü veya elektrona dokunduğunu iddia edebilecek hiçkimse bulunamaz. Fakat herkes protonun ve elektronun neticesini görür." Aynı ilim adamı devam ediyor: "Acaba bu radar dediğimiz alet tesadüfen mi bulunmuştur? Yoksa onun bulunması için büyük çalışmalar yapılmış, plan ve projeler hazırlanmış ve böylece bir netice mi elde edilmiştir? Pekiyi, yarasanın organında bulunan ve tamamen radar görevini yapan mekanizma nasıl tesadüfen meydana gelmiş olabilir. Hayvan, hiçbir uyarıya ihtiyaç kalmadan ve hiçbir tamiri gerektirmeyen, gayet mükemmel bir radar sistemine sahiptir. Ve kendi nesline bunları miras olarak aktarmaktadır. Bu kendiliğinden ve başıboş olarak mı, yoksa bir plan, proje yapan güç tarafından mı meydana getirilmiştir?" (30)
(30) Anarşi: Kainat Nizamı Anarşiyi Reddeder - Zeki Ünal.
Kardeşim Aysel, sayısız delillerden sadece birkaç tanesinden bahsettim. Hepsindenbahsetmek imkansız. Düşünmek, tefekkür etmek lazım. Önce Allah'ın (c.c.) eserlerini çok iyi bilmek lazım. Eseri görmeyen sanatkarı takdir edemez. Sultanahmet Camiini gören bir insan, ne kadar güzel takdir eder mimarını. Ama rastgele camiye girip çıkan, sanatı incelemeyen, mimarı takdir eder mi? Değil takdir etmek, düşünmez dahi. Şöyle bir gökyüzüne bakınca insanın Allah'ı (c.c) görüyor gibi olmaması mümkün mü? Geceleyin gökyüzüne tefekkürle bakınca insanın kalbine gökyüzünün feyzinden feyiz akar. Bir insan düşünmeli... Ay, dünya kurulalıdan beri aynı ölçüde dönüyor. Güneş de, hakeza öyle. Bu nasıl mümkün olur. Bir saatin yelkovanı, son derece itina ile hazırlandığı halde, ayarı belki birkaç yıl bozulmayabiliyor. Daha sonra ise mutlaka ileri veya geri gitmeye başlıyor. Ay ve Güneş de semavatın yelkovanlarıdır. Bunlar, nasıl oluyor da, dünya kurulalıdan beri hiç ileri ve geri gitmiyorlar? Kim ayarlıyor bu gökyüzü saatini? Kainatta her ne var ise yerli yerinde ve ayarlanarak yapılmıştır. Güne bakan (gündoğdu) çekirdeğinin sıra sıra dizilmesinden tutun da, arının yapmış olduğu peteğin deliklerinin, hepsinin aynı şekilde bir milim dahi oynamaksızın altıgen şekilde yapılmasına, örümceğin ağını örmesine, karıncanın kış için yazdan yiyecek hazırlamasına, karpuzun içindeki çekirdeklerin dizilmesine, lahana yapraklarının muazzam bir şekilde top gibi olmasına, insanın en güzel bir şekilde yaratılmasına, dünyanın ekseninin 23 derece eğik yaratılıp dört mevsimin meydana gelmesine, nefes alıp vermemizden, görmemize, duymamıza, düşünmemize kadar herşey Allah'ımızı ispat ediyor. İnan artık ey kardeşim. Başka çıkış kapısı yok. Gidiş O'na.
Allah, var işte, var, var... O'nu ispat etmeye ne gerek var?
Kalplerimizin mutmain olmasını istiyorsak şu üç şeyi çok iyi bilmemiz lazım:
1 — Akıl, her şeyi çözemez.
2 — Akılsız da hiçbir şey çözülmez.
3 — İlim, tefekkür ve amel olmazsa akıl iflas eder, yani belli bir noktadan öteye
gidemez. Bilhassa ilimsiz olmaz.