Gençliğin imanını sorularla çaldılar

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #5 : 28 Ekim 2009, 17:16:20 »
AYSEL'İN MEKTUBUNA CEVAP(*)

 Bismillahirrahmanirrahim Allah'ını hakkı ile tanıyamayan Emine'den Aysel'e mektup Kardeşim Aysel, Göndermiş olduğun mektubu aldım. Yazmış olduğun yazılar, kalbime bir ok gibi battı ve dinim için çalışma azmim bir kat daha arttı. Senin sormuş olduğun soruları sadece senden değil, Türkiye'nin neresine gittimse orada da hep aynı ve daha fazla bir şekilde duydum. İşte bu durum gösteriyor ki, Müslümanlar dinlerini tanımamışlar. Bir de, İnsanların beyinleri boş şeylerle meşgul olduğundan, Allah'ın sanatına bakıp Allah'ı bulamamışlar. Çünkü, ibret gözü ile bakmamışlar. Şimdi, sorduğun sorulara elimden geldiği kadarıyla, Allah'ın izni ile cevap vermeye çalışacağım. Yalnız şunu unutma, benim vereceğim cevaplar seni tatmin etmezse eksiklik bendedir. Bulduğun eksikliği İslâm'da arama...
(*) Not: Aysel'in mektubuna bu kitapta ek yapılmıştır.

Allah VAR MI?
SORU: Allah'ın varlığını ispat eder misiniz?
CEVAP: Ya Rabbi, her zerrede Senin imzan var. Her varlık, beni Allah yarattı diye sinyal veriyor. Seni ispat etmekten haya ederim fakat mecbur oldum, affet Rabbim... Kardeşim Aysel! Allah'a iki tip insan inanır: Ya aptal, ya en akıllı!.. İkisinin ortası dediğimiz tipler, inkar etmeyi marifet zanneder. "Mikrobu keşfeden (Pastör), keşfinin açtığı harikalar karşısında Allah'a inanır. Fakat o keşfi (Pastör'den) öğrenen yarım adam: "Mikrobun keşfedildiği asırda hiç gizliye inanılır mı?" diye Allah'ı inkara kalkar. Bakın nereden gelen nereye gidiyor" (18) Hemen şunu da söyleyeyim ki, dindarlık insanlığın fıtratında vardır. Asrımızda, pozitif ve sosyal ilimlerin çeşitli dallarında mütehassıs olan alimler, din hissinin insanoğlunda fıtrî olduğuna kanidirler.Çocukta iki yaşından itibaren din hissi teşekkül etmeye başlar. Üç ile beş yaş arasındaki çocuk, hiçbir telkin sözkonusu olmaksızın, sebebiyet prensibini anlamakta, kendisiyle kendisinden başkalarını ayırdetmekte ve hatta, "Beni, kuşları, oyuncaklarımı kim yaptı?" gibi sorular sormaktadır. İnsanda, kendisinden yüce bir varlığa karşı bir özlem bulunduğundan şüphe edemeyiz. Güzel ahlâk, vakar, şeref, cömertlik, fazilet inkardan değil, hep bu yüce varlığın mevcudiyetinden doğar.
(18) İman ve İslâm Atlası - N. Fazıl Kısakürek.

Fıtrî olarak insanın içinden gelen Allah'a yakarış hissi, O'ndan yardım dileme ihtiyacı ve O'na yaklaşma arzusu dindarlığın insanda yaratılıştan mevcut olduğunu gösterir. Şu da bir gerçek ki, ister inansın, ister inanmasın her fert, büyük bir acıyla, dayanılmaz bir felaketle karşılaştığı zaman, başka bir deyişle, insan; kibir, inat ve gafletden sıyrılıp selîm olan aslî yaratılışıyla başbaşa kalma fırsatını bulunca başka şeye değil, sadece tek olan Allah'a yalvarır. O'ndan kurtuluş, yardım ister (19). Bu girişten sonra sorunuza birkaç tane cevap vereceğim. Yalnız, okurken basit bir roman gibi okumayıp, düşünerek okumanızı da tavsiye etmek isterim. A) 3u âlem, maddeden yaratılmıştır. Yani evvelce yok iken sonradan meydana gelmiştir. Bunu bütün dünya alimleri de kabul etmektedir. Evvelce yok iken sonradan yaratılan herşey -akıl ölçülerine göre- bir yaratıcının varlığına muhtaçtır...Öyle ise, bu âlem de sonradan yaratıldığına göre, o da bir yaratana muhtaçtır. Bu yaratıcı da Allah Teala'dır. B) Herhangi bir şeyi, meselâ, bir masayı ele alalım; masa elbette kendi kendine masa haline gelmiş değil. İlk önce küçük bir ağaçtı, sonra ağaç büyüdü. Büyürken ağacın, güneşe, suya, gıdaya ihtiyacı olduğunu unutmamak lazım. Daha sonra bir insan tarafından kesildi. Ağaç, araba ile hızarın yanına getirildi. Hızarda kesildi,biçildi, ölçüleri alındı. Çivileri çakılarak bir masa haline getirildi. Şimdi, en basit bir masa kendi kendine oluşamazken şu kâinat masası, hem de üzerinde binbir çeşit yiyecek ve canlılar ile donatılmış olduğu halde, kendi kendine oluşur mu? Buna hangi akıl "Olur" der.
(19) En'âm: 40-41.

Harikalar diyarı gökyüzünü ele alalım. Ve Rabbimiz'in bir ayeti ile başlayalım: "Gökleri, yedi kat üzerinde yaratan O'dur. Rahman'ın bu yaratmasında bir düzensizlik bulamazsın. Gözünü çevir bir bak, bir aksaklık görebilir misin?" (20)Önce güneş sisteminden başlayalım: Yaşamakta olduğumuz dünya ile birlikte güneşin çevresinde dönen dokuz gezegenin teşkil ettiği sisteme güneş sistemi diyoruz. Bu sistem kâinatın, yeni tabirle evrenin küçük bir parçasını teşkil ediyor. Güneşin gezegenleri sıra ile şöyledir: Merkür, Venüs, Dünya, Mars (Merih), Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün, Plüton. Bunlardan sadece güneşi ve gezegenlerinden dünyayı biraz anlatacağım:GÜNEŞ: Kendi adıyla anılan sistemin beyni ve çekirdeği hükmündedir. Küre şeklinde olup, çapı 1.4 milyon, dünyaya uzaklığı ise 150 milyon kilometredir. Saniyede dünyayı 7.5 kere dolaşan ışık, bize 8.5 dakikada gelebilmektedir. Saatte 1000 km. hızla giden bir uçak bugün yola çıkmış olsa, güneşe ancak onyedi yıl sonra varabilir. Aslında bu kâinatın büyüklüğü yanında gözde büyütülecek bir mesafe değildir. Güneş de tıpkı dünya gibi kendi mihveri etrafında döner ve bir devrini 25.5 günde tamamlar. Çekim gücü ise, yer çekimine nazaran 27 kat daha fazladır. Bu orana göre, dünyada 70 kg. gelen bir adam, Güneş'te 1890 kg. gelecektir. İlmî tespitlere göre, güneş, alev halinde patlayan gaz kümelerinden meydana gelmiş olup yüzeyindeki sıcaklık 5670 santigrat derecedir.İngiliz astronomu Eddington'un yaptığı hesaplara göre merkezdeki ortalama sıcaklık 35 milyon santigrat derecedir.
(20) Mülk: 3.
Bu sıcaklıkta katı bir gök cismi bulunamayacağından Güneş'in kütlesi gaz halindedir. Güneş, dünya kurulalıdan beri aynı hızla radyasyon neşretmektedir ve bu yüzden günde 360 milyar ton kütle kaybına uğramaktadır. Güneş radyasyonu, güneş için enerji kaybı olduğu aşikar olmasına ve enerjinin korunumu prensibinin de enerjinin yoktan var olamayacağını kabul etmesine göre, bu kadar uzun zamandan beri devam eden müthiş bir enerji sarfı için elbette bir kaynak aramak icabeder. Böyle bir kaynak nerededir? Güneşin bugünkü radyasyonuna bakarak diyebiliriz ki, bu enerji Güneş dışında bir istasyondan temin edilse bu istasyonun saniyede bir milyar tonlarla ifade edilen bir miktarda kömür yakması icabederdi. Böyle bir istasyon mevcut değildir. Boş bir okyanustaki bir gemi gibi seyreden Güneş, sarfettiği enerji için kendi yağıyla kavrulmaya mecburdur. Güneşi, kömürünü kendi taşıyan bir cisim ve sarfetiği ışık ve ısı enerjisinin bu kömürden hasıl olduğunu farz etmiş olsak, bu kömürün birkaç bin senede kül ve cüruha inkılab etmesi icabeder-Görüldüğü gibi, Güneş var olduğundan beri büyük bir enerji kaybına maruz kalmasına rağmen bu güne kadar sönmemiştir. Demekki, bunu söndürmeyen bir kuvvet ve her an onu besleyen ilahi bir kaynak var. İlmin bile izahtan aciz kaldığı böylesine harikulade bir olayı kör bir tesadüfe yahut iradesiz bir tabiata bağlamak mümkün müdür? Yalnız ısı ve ışık kaynağı olarak değil, hayatımızınve kainat nizamının mihveri durumunda bulunan ve ilmin zirveye çıktığı çağımızda bile mahiyeti tam olarak bilinemeyen, tepemizde, kocaman bir ampul hükmündeki güneşin mevcudiyeti, Allah'ın varlığına, sonsuz kudretine kat'i bir delil değil de nedir?
(21) Allah ve Modern ilim - A. Nevfel.

Güneşin mutlak sahibi olan Allah (c.c), Kur'an-ı Kerim'inde ondan şöyle bahseder: "Güneş de yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Bu ancak Kadîr ve Alîm olan Allah'ın kanunudur" (22). Eğer Güneş şimdiki halinden biraz yeryüzüne yaklaşsa yeryüzü yanar, kavrulur, böylece yeryüzünde hayat olmazdı. Yine Güneş biraz yeryüzünden uzaklaşsa bütün sular buz tutar, soğuktan her taraf donar, böylece yine yeryüzünde hayat dururdu. Ve canlı diye bir şey kalmazdı. Şimdi, Aysel kardeşim iyi düşün; basit bir masa kendi kendine var olamaz da, bu anlamış olduğun Güneş kendi kendine nasılVar olabilir? Elbette var olamaz. Öyle ise, bu muazzam Güneş'i yaratan bir şuurlu varlık vardır. O da Allah'tır. Şimdi, bu muazzam Güneş kendi kendine var olmuştur veya tabiat yaratmıştır diyenlerde akıl var mıdır? Elbette yoktur.DÜNYA: İlk önce dünya hakkında Rabbimiz'in birkaç ayetini okuyalım. Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor: "Göklerin ve yerin ve onlarda bulunanların hükümranlığı Allah'ındır." (23) "Göklerin ve yerlerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahiplerine şüphesiz deliller vardır." (24) "Allah O'dur ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra arşa istiva etti, saltanatını kurdu. Sizin O'ndan başka hiçbir yardımcınız yoktur. "(25)
(22)
Yasin: 38.
(23)
Maide: 120.
(24)
Âl-i Imran: 190.
(25)
Secde: 4.

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #6 : 28 Ekim 2009, 17:17:14 »
Dünyanın yaşı kesin olarak bilinmemektedir.
Doğrusunu ancak Allah (c.c) bilir. Şairin biri şöyle demiş:
"Dünya, ilk ve son sayfaları yırtılmış bir kitap gibidir. Ne önünü, ne de sonunu okuyabiliyoruz." Bununla beraber dünyanın yaşı hakkında tahminler, 300 milyon ile 5.5 milyar yıl arasında değişmektedir.
Dünya, Güneşe 150 milyon km.'dir.
Ekvator çevresi 40 bin, ekvator yarı çapı 6373 km.dir. Yüzölçümü, 510 milyon km2'dir.
Yerin hacmi, 1,08.1012 km2, ağırlığı ise 6.1021 tondur.
 Basıklık oranı, 1/297 dir.
Ölçülere göre çok büyük fakat kâinat içinde mikroskobik yeri dahi olmayan Dünyamız,
Güneş etrafındaki bir milyar km. uzunluğundaki yörüngesinde saatte 108 bin km. hızla dönmektedir.
Aynı zamanda kendi mihveri etrafında 24 saatte bir devir yaparak gece ve gündüzleri meydana getirmektedir. Mihveri etrafındaki sürati ise, 1666 km/saattir.

Demek oluyor ki, insanlar bir günde Dünya mihveri erafında dönerken 40 bin km.lik yol katediyorlar.
Bir yılda da saatte 108 bin kilometre hızla takriben bir milyar kilometrelik bir feza seyahati yapmış oluyorlar.
Muhakkak ki, insanlar bu baş döndürücü seyahatin farkında bile değildirler.
Çünkü herşeyde ilahi bir denge mevcuttur. Şu dönmekte olan dünya aniden duruverse acaba neler olur? Araba aniden durunca herkes nasıl öne fırlıyorsa,
Dünyanın durmasıyla birlikte herşey yerinden fırlayacak, belki dağlarla denizler yarış ederken hepsi bir kül yığını gibi savrulacak. Meselâ, yine Güneş'e yakın olan gezegenler, hızlı döndüklerine göre, böylece Güneş'in çekimiyle dengede kalıp, bulundukları yeri koruduklarına göre,
Dünyamızın güneş etrafında dönüşü biraz yavaşlarsa, o nisbette Güneş'e yaklaşacakve yanacaktık.
Hızlansa uzaklaşacaktık ve donacaktık. Öyle bir noktada bulundurulmuşuz ki, Dünyanın Güneş'e olan uzaklığı, mevcut canlıların yaşama sebeplerinden sadece biridir. Diğer gezegenlerde dünyadaki hayata benzer bir hayatın olmamasının sebebi budur. Aynı şartlar aynı sonucu doğuracağından, dünyadaki şartlar diğergezegenlerde olmadığı için, Dünyadakine benzer bir hayatta oralarda yoktur.

 Öyle ise, hayatın ne olduğunu, canları ve canlılardaki evrimi (tekamülü) incelemeden evvel, Dünya'nın Güneş'e olan uzaklığını kim tayin etmiş? Dünyayı kim tartmış? Ona kim bu şekli vermiş? Sonra Dünya'nın hem kendi ekseni etrafında, hem de Güneşin etrafında dönüşü var ki, bunlara ilk hareketi veren kim? Bu hareketin devamını sağlayan kim? Dünya, Allah (c.c) tarafından bizlere bir mekan olarak bahsedildiği için, fizyolojik, biyolojik, anatomik yapımıza göre bazı imkanlar ve uygun şartlar hazırlanmıştır.
Gece, gündüz, mevsimlerin oluşumu, atmosferin terkibi, meteorolojik olaylar, bitkiler, hayvanlar, daha nice nimetler ve imkanlar, işte bu hikmete mebni halkedilmiş ve emrimize musahhar kılınmıştır. Dünya dönmeseydi ve mihverinden 23 derecelik bir sapma ile yörüngesinde seyretmese idi, ne gece, ne gündüz, ne de mevsimler meydana gelecekti. Neticede, durgun, sönük, nimetsiz ve lezzetsiz bir alem olacaktı.
Teneffüs ettiğimiz havanın içindeki oksijen, hidrojen, azot, argon, su buharı ve karbondioksit dengesi bozulmuş olsaydı, canlıların yaşaması imkansız hale gelirdi.

Öyle ise şimdi sana soruyorum Aysel Kardeş: Nasıl bir masa kendi kendine var olmuyor, onun bir ustası olduğunu söylüyoruz, öyle de şu birazcık anlatmış olduğum dünyamız kendi kendine yar olabilir mi? Elbette Dünya kendi kendine var olmayıp, onu yoktan var eden bir ustası vardır. O da Allah (c.c)'dır. Değil mi Aysel Kardeşim? Sen de inanıyor, sen de Allah'ın sanatına hayran kalıyorsun değil mi?... Misallere devam edelim...

GEÇELİM ATOMA: Çevremize baktığımız zaman, canlı, cansız, sayısız varlıklarla karşılaşırız.
İnsanlar, hayvanlar, bitkiler canlı; diğer yandan taş, demir, kömür, toprak gibi şeyler de cansızdır.
Canlılarda, can veya ruh dediğimiz bir kuvvet vardır. Buna mukabil cansızlarda gizli bir enerji mevcuttur. Buradan 'canlılarda aynı mahiyette bir enerji yoktur anlamı çıkarmamalıdır.
Canlıları, hücre yapısından, beslenme ve solunum yapma gibi hususiyetleri sebebiyle tefrik ettiğimizden dolayı, onlar için, önceden bir enerjiden ziyade, hayatiyet söz konusudur.
Ruhun bedenden çıkmasıyla insan ölür, cansız bir varlık halini alır ama gizli enerjisinden hiçbir şey kaybetmez. Çürüyen ceset toprak olur, ona karışır.
Bu noktada toprakla ceset arasında fark yoktur.(26-a)
İkisinde de karbon, hidrojen, oksijen, azot, kükürt, demir vs. gibi atomlar vardır. Atomlar ise, canlı, cansız ne varsa bütün varlıkların bilinen en küçük parçasıdır.
Ve hepsi büyük birer enerji deposudur.
(Meselâ, bir kuruş büyüklüğündeki bir bakır parçasının atomlarındaki mevcut kudret elli bin tonluk bir gemiye birkaç defa devr-i alem seyahati yaptırabilir. Bir kahve kaşığı kömür tozunun atomlarında beş milyonluk bir şehrin en soğuk aylarda bir haftalık ısıtma ihtiyacını karşılayacak enerji vardır. (26)
Bir gram Radyum atomunun enerjisi 3.000 ton kömürün enerjisine denktir. (27)


Bu enerjinin dinamosu ise, çekirdek ve etrafında dönen elektronlardır.
Elektronlar durmadan hareket ettiğine göre, şu elimizde tuttuğumuz kalem, gözümü, ze taktığımız gözlük, sırtımıza giydiğimiz ceket, taşlar da hareketlidir.
Çünkü, onlarında en küçük parçası atomdur.
Öyleyse, her şeyde bir hareketin olduğunu söyleyebiliriz.

(26-a) İnsanın topraktan yaratıldığını gösteren ilmî bir işaret.
(26)
Anarşi: Kainat Nizamı Anarşiyi Reddeder - Zeki Ünal.
(27)
Allah ve Modern İlim - Abdürrezzak Mevfel.
Atom, Güneş sistemine çok benzer. Adeta onun küçük bir benzeridir.
Atom çekirdiğini Güneş kabul edersek, etrafında dönen elektronlar da gezegen hükmündedir. Fakat, atom, Güneş sistemine göre kıyaslanamayacak derecede küçüktür.
Meselâ, Güneş'in çapı, 1.4 milyon kilometre iken atom ancak milimetrenin on milyonda biri kadardır. En küçük gezegen Plüton'un çapı, 6.000 kilometre olduğu halde elektronun çapı, atom çapının ancak yüz binde biri kadardır. Gezegenlerin en süratlisi Merkür'dür.
Hızı, saniyede 47 kilometredir.
Halbuki, elektronların sürati, saniyede 300 bin kilometredir.
Atomun çekirdeğinde, artı yüklü protonlarla, hiçbir elektrik yükü taşımayan nötronlar vardır.
Elektronlar ise, eksi elektrik yüklüdür. Elektronlarla çekirdek arasındaki mesafe o kadar büyüktür ki,
kendi cüsselerine göre ay ile dünya arasındaki mesafe kadardır. (28)
(28) Allah Vardır - Dr. Halim Bilsel.

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #7 : 28 Ekim 2009, 17:20:13 »
BİR DE İNSANDAN ÖRNEK VEREYİM
Aysel Kardeş, avucunu aç, parmak uçlarına bak, parmak izlerin ne kadar birbirine karışık değil mi? Elbette 'evet' diyeceksin. Şimdi iyi düşün: Dünyada 7 milyar insan var, bu 7 milyar insanın parmak izleri birbirine benzememektedir. Bu 7 milyara kaç milyar daha eklersen ekle yine de birbirine benzemeyecektir. Parmakların derileri yüzülse yine aynı eski parmak izleri oluşacak. Şimdi nasıl olur da 7 milyar insanın parmak izleri birbirine benzemiyor? Eğer kör tesadüfün eline verseydik, mutlaka birbirine karıştıracaktı.

Tabiat dersek, nasıl oluyor da akılsız, şuursuz olan tabiat 7 milyar insanın karmakarışık olan parmak izlerini birbirine karıştırmadan yapıyor, yani yaratıyor? Hayır, asla akılsız, şuursuz olan tabiat da bunu yapamaz, ancak ve ancak böyle harikulade bir şeyi akıllı, şuurlu bir varlığın yapması gerekir ki, bu da Allah'tır. Biraz aklım var diyen insanın da, "Bunu ancak Allah yapar" demesi lazımdır, değil mi Aysel Kardeş? ' Gelelim dişlere... Allah'ın kainat üzerinde yürüttüğü tedrici tekamül kanunlarından biri de dişlerde gerçekleşir. Herşey yavaş yavaş büyür. Otlar, kuzular, bebekler yavaş yavaş büyür. Hızlı olup devam etmeyen istense, yavaş yavaş olup devam eden iş daha hayırlıdır. Çocuk altı aylık olunca, dişleri çıkmaya başlar. Tam çorbaları içeceği zaman dişler çıkıyor, çıkıyor ama toprağa çakılmış kazıklar gibi değil. Hepsinin kökleri, yani sinirler ve kan damarları dişlerle birliktedir. Eğer dişleri ağaca benzetirsek, damaklarımızda kök salan bu ağacın çekirdiği veya filizi nereden gelmiştir, kim dikmiştir? Dişler, sadece kesicilik veya öğütücülük yapmaz. Aynı zamanda çiğnediğimiz şeyin sertliğini de anlar ve bizi ikaz eder.

Bu ceviz pek sert, zorlarsan ceviz yerine ben kırılacağım, der.
Biz de cevizi dişlerimizle kırmaktan vazgeçeriz. Dişteki sinirlerden şikayetçi olanlar
da vardır. Meselâ, çürümüş bir dişin ağrısını sinirler vasıtasıyla duyarız. Sinirler
olmasa diye düşünebiliriz. Ama o zaman dişlerimiz kırılır, çürür haberimiz bile
olmazdı. Demekki, diş sinirleri bize yardımcı oluyor. Tehlikeli anlarda bizi ikaz
ediyor. Lisan -ı hâl ile bize diyor ki:

Hey... Dişine mikroplar girdi, derhal çaresine bak...

Hey... Aysel, pirinci iyi ayıkla, yoksa beni kırabilirsın.
Takma dişler ise bunların hepsinden haberdar değildir. Dişlerin şekli yenilecek
gıdalara göre ayarlanmıştır. Meselâ bitki yiyen hayvanların ön dişleri kesici iken,
yırtıcı hayvanların ön dişleri uzun ve çengel gibidir. Bu dişlerle çırpınan avını yakalar
ve parçalar. Burada da üç ihtimalle karşı karşıyayız:
1 — Gıdalara göre dişler şekil almıştır.
2 — Hayvan, dişlere göre, gıdasını aramaktadır.
3 — Bir tarafta dişler, öte yanda gıdalar yaratılmıştır. Bunların birbirine denk düşmesi
sağlanmıştır. Meselâ, kedi, fare yakalamak ister, ona bu istekle birlikte tırnak
verilmiştir. Tırnak olmasaydı, bu sefer istediği halde yine fare yakalayamayacaktı.
Öte yandan, biz baklavayı ne kadar sevsek de, kedi sevmemekte ve yememektedir.
Baklavayı ona yedirmeyen isteksizlik, midesi gibi yaratılmış ve içine konmuştur. At,
ot yiyen bir hayvandır. Dişleri ot yemeye uygundur. Fakat hangi otu yiyeceğini çok
iyi bilmektedir. Buradaki bilmek bir öğretmeni ve okulu gerektirir. Acaba at, hangi
okulda hangi öğretmenin nezaretinde otların çeşitlerini öğrenmiştir? (29)
İnsanlar, hem et, hem ot yer. Dişlerimiz bu iki çeşit gıdayı yiyecek şekilde tanzim
edildiğinden, insanın ağız yapısı ile hayvanlarınla arasında fark vardır. Dişlerimiz,
gelişigüzel dizilmemiştir. İşte sen, aynanın karşısına geçip ağzını aç, dişlerine dikkatle
bak. Alt çenede, önden dört diş birbirine benzemektedir. Bunların sağında ve solunda
birer diş var ki, şekil bakımından diğerlerinden farklıdır. Onun yanındaki iki diş yine
birbirine benzemektedir. Dişlerin sonuna doğru üç diş de aynı şekildedir.
(29) İlimler ve Yorumlar - Hekimoğlu İsmail.

Şimdi yatay ve dikey iki çizgi çizeceğim. Yatay çizginin yukarısındakiler üst çeneye ait, altındakiler de, alt çeneye ait dişleri gösterecek. Dikey çizgi ise, burnumuzun ucundan aşağı inmekte, dişlerimizi ikiye bölmektedir. Şimdi çizgileri çizip, dişlerin durumunu gösterelim: 3212 2123 3212 2123 Ölçüye ve simetriye bak. Nasıl olur da bu gördüğün ölçüyü şuursuz bir tabiatyapabilir? Buna imkan var mı? Elbette yok. Öyle ise, bu muazzam ölçüyü yapan bir şuurlu varlık vardır. O da elbet Allah (c.c)'dır. Evet Aysel Kardeş, yine soruyorum sana, basit bir masa bile kendi kendine var olmayıp bir ustası olur da, şu anlatmış olduğum parmak izleri-ve dişlerin bir ustası olmaz mı? Elbette onları da yapan bir usta, bir sanatkar vardır. O da Allah'tır. Bir de İmam-ı Azam'dan örnek vereyim: Allah'a (c.c) inanmayan bir kafir, Müslümanlar'a, "Allah varsa ispat edin" diye sataşır. Müslümanlar da bu adama pek tatmin edici cevap veremezler. Adamı, İmam-ı Azam'a götürürler. İmam-ı Azam'a:

Hocam bu adam Allah'a inanmıyor. Allah'ın varlığını ispat edin, diyerek Müslümanların kafasına sorular sokuyor derler. İmam-ı Azam (Numan bin Sabit), kafir olan adama dönerek:

Niçin inanmıyorsun?

Herşey kendi kendine var oluyor da ondan.

Pekiyi o halde, sana bunun cevabını yarın vereceğim. Falan saatte falan meydanda
buluşalım.
Bu buluşma meselesi her tarafa yayılır. Herkes heyecan içinde ertesi günü bekler.
Ertesi gün olunca, halk meydana toplanır. Kafir taraftarları bir tarafa, Müslüman
taraftarları bir tarafa ayrılırlar. İnkarcıların başı olan adam gelir. Fakat İmam-ı
Azam'ın gelmemesi inkarcının ve taraftarlarının alay etmesine vesile olur ve inkarcı:

Bak gördünüz mü? Korktu da ondan gelmiyor, der.
Müslümanlar da heyecanlı oldukları halde "İşi vardır da ondan, şimdi gelir" derler.
Nihayet, hayli zaman geçtikten sonra İmam-ı Azam gelir. İnkarcı adam:

Nerede kaldın ya İmam-ı Azam?
İmam-ı Azam hikmet dolu sözleri ile cevap verir:
. — Ben, Nil nehrinin karşısındaydım. Gelmek için sandal bulamadım. Orada bir ağaç
vardı, ağaca emir verdim, "Ey ağaç kesil dedim, kesildi, tahta ol dedim, tahta oldu.
Sandal ol dedim, sandal oldu, kürek ol dedim, kürek oldu, beni karşıya götür dedim,
götürdü." İşte bunun için geç kaldım.
. Bunu duyan inkarcı kahkaha atarak güler. İmam-ı Azam da:

Niçin gülüyorsun? der.

Senin söylediklerine güldüm be şaşkın adam! Hiç ağaç, kendi kendine sandal olur
da, kendi kendine nehirden gelebilir mi?

Asıl şaşkın sensin... Şu gördüğün yıldızlar durmadan dönmektedir, hem de aynı
ahenk içinde birbirinin hududuna tecavüz etmeden. Hem de bir bakışta gözünün
görebildiği sahada milyonlarca yıldız olduğu halde. Bu yıldızlar birbirine çarpsa belki
dünya harap olacak. Güneş, kendi ekseni etrafında Dünya kurulalıdan beri
dönmektedir. Ve bize Dünya kurulalıdan beri ısı vermektedir. Eğer Güneş şimdiki
halinden biraz uzaklaşmış olsa her taraf buz tutacak ve böylece hayat duracak, biraz
Dünyaya yaklaşsa her taraf yanıp kavrulacak, yine hayat duracak. Şu ağzındaki
dişlere bak, ne güzel dizilmiş, kaşların, gözlerin ne güzel yerli yerine konmuş.
Velhasıl kainattaki bunca muazzamhğın kendi kendine olduğuna inanıyorsun da, niçin
sandalın kendi kendine olduğuna inanmıyorsun? Bu sandal da mı daha büyük sanat
var? Yoksa şu gördüğün muazzam kainatta mı? Hem her sanatın bir sanatkarı vardır.
Nasıl ki bu sandalın bir sanatkarı ve ustası varsa, şu muazzam kainatın da elbette bir
sanatkarı, ustası vardır. O da Allah'dır. Bu muazzam cevabın karşısında hayretler
içinde kalan inkarcı: "Eşhedü enlailahe illAllah ve eşhedü enne muhammeden abduhu
verasuluh" diyerek Müslüman olur bir rivayete göre.
Evet Kardeşim Aysel, birkaç tane de Avrupalı ilim adamlarından örnek vereyim:
Prof. Dr. Paul Cleirans Brosold (Biyofizikçi) diyor ki: "İlmi çalışmaya ilk başladığım
sıralarda, hayatın menşeini, aklı ve daha bilinmeyen herşeyi ilmî metotlarla
öğrenmenin mümkün olacağına inanıyordum. Ama atomdan gök cisimlerine, en
küçük mikroptan insana kadar eşya hakkında bilgim arttıkça anladım ki, henüz ilmin
açıklayamadığı pek çok şey vardır kainatta... Doğrusu selîm düşünce ve mantık
kuralları bizi Allah'ın varlığına inanmaya zorlamaktadır."
Yine biyoloji ve botanik bilgini Prof. Dr. Russel Charles şöyle diyor: "Normal bir
zekaya sahip birisinin, kalkıp da otomatik bir saatin hareketinin, herhangi düşünen bir
kafanın ve maharet sahibi bir elin müdahalesi olmadan kendiliğinden meydana
geldiğini veya tesadüfen ortaya çıkmış oluğunu söylemesi mümkün değildir.
Madem ki, bir otomatik saat kendiliğinden meydana gelmiyor ve hareket edecek duruma geçemiyor, mikroskobik bir canlı olan hücre, kendi içinde nasıl böyle akılları durduracak üstün bir hareket kapasitesine sahip olabiliyor? Bütün bu canlılık mekanizmasının gerisinde düşünen bir zeka ve idare eden bir elin bulunduğunu kabul etmekten başka yapabileceğimiz bir şey kalmaz." Jeokimyacı Prof. Dr. Wagne Old ise Allah'ın varlığı hakkında şöyle der: "Allah, bir madde ve enerji değildir. Ayrıca, sınırlı bir varlık değildir ki, biz aklın sınırları içine sokalım ve tecrübe kanunlarına boyun eğdirelim. Aksine, Allah'ın varlığını kabul ediş iman esasına dayanır. İlim adamları bazı teorilerin doğruluğunu olduğu gibi kabullenirler. Halbuki, bunların hiçbirini duyular yoluyla kavramak ve idrak etmemek mümkün değildir. Mesela, protonu gördüğünü veya elektrona dokunduğunu iddia edebilecek hiçkimse bulunamaz. Fakat herkes protonun ve elektronun neticesini görür." Aynı ilim adamı devam ediyor: "Acaba bu radar dediğimiz alet tesadüfen mi bulunmuştur? Yoksa onun bulunması için büyük çalışmalar yapılmış, plan ve projeler hazırlanmış ve böylece bir netice mi elde edilmiştir? Pekiyi, yarasanın organında bulunan ve tamamen radar görevini yapan mekanizma nasıl tesadüfen meydana gelmiş olabilir. Hayvan, hiçbir uyarıya ihtiyaç kalmadan ve hiçbir tamiri gerektirmeyen, gayet mükemmel bir radar sistemine sahiptir. Ve kendi nesline bunları miras olarak aktarmaktadır. Bu kendiliğinden ve başıboş olarak mı, yoksa bir plan, proje yapan güç tarafından mı meydana getirilmiştir?" (30)
(30) Anarşi: Kainat Nizamı Anarşiyi Reddeder - Zeki Ünal.

Kardeşim Aysel, sayısız delillerden sadece birkaç tanesinden bahsettim. Hepsindenbahsetmek imkansız. Düşünmek, tefekkür etmek lazım. Önce Allah'ın (c.c.) eserlerini çok iyi bilmek lazım. Eseri görmeyen sanatkarı takdir edemez. Sultanahmet Camiini gören bir insan, ne kadar güzel takdir eder mimarını. Ama rastgele camiye girip çıkan, sanatı incelemeyen, mimarı takdir eder mi? Değil takdir etmek, düşünmez dahi. Şöyle bir gökyüzüne bakınca insanın Allah'ı (c.c) görüyor gibi olmaması mümkün mü? Geceleyin gökyüzüne tefekkürle bakınca insanın kalbine gökyüzünün feyzinden feyiz akar. Bir insan düşünmeli... Ay, dünya kurulalıdan beri aynı ölçüde dönüyor. Güneş de, hakeza öyle. Bu nasıl mümkün olur. Bir saatin yelkovanı, son derece itina ile hazırlandığı halde, ayarı belki birkaç yıl bozulmayabiliyor. Daha sonra ise mutlaka ileri veya geri gitmeye başlıyor. Ay ve Güneş de semavatın yelkovanlarıdır. Bunlar, nasıl oluyor da, dünya kurulalıdan beri hiç ileri ve geri gitmiyorlar? Kim ayarlıyor bu gökyüzü saatini? Kainatta her ne var ise yerli yerinde ve ayarlanarak yapılmıştır. Güne bakan (gündoğdu) çekirdeğinin sıra sıra dizilmesinden tutun da, arının yapmış olduğu peteğin deliklerinin, hepsinin aynı şekilde bir milim dahi oynamaksızın altıgen şekilde yapılmasına, örümceğin ağını örmesine, karıncanın kış için yazdan yiyecek hazırlamasına, karpuzun içindeki çekirdeklerin dizilmesine, lahana yapraklarının muazzam bir şekilde top gibi olmasına, insanın en güzel bir şekilde yaratılmasına, dünyanın ekseninin 23 derece eğik yaratılıp dört mevsimin meydana gelmesine, nefes alıp vermemizden, görmemize, duymamıza, düşünmemize kadar herşey Allah'ımızı ispat ediyor. İnan artık ey kardeşim. Başka çıkış kapısı yok. Gidiş O'na.

Allah, var işte, var, var... O'nu ispat etmeye ne gerek var?
Kalplerimizin mutmain olmasını istiyorsak şu üç şeyi çok iyi bilmemiz lazım:
1 — Akıl, her şeyi çözemez.
2 — Akılsız da hiçbir şey çözülmez.
3 — İlim, tefekkür ve amel olmazsa akıl iflas eder, yani belli bir noktadan öteye
gidemez. Bilhassa ilimsiz olmaz.

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #8 : 28 Ekim 2009, 17:20:40 »
ADAMIN BİRİ
Adamın birisi İstanbul'a gelecekmiş. Arkadaşları toplanmış hem yolcu ediyorlar, hem
de öğüt veriyorlarmış.
İçlerinden biri:

Aman ha... Gözünü seveyim, orası İstanbul, yankesiciler çoktur orada, seni
dolandırırlar, der.
Adam da:

Yok canım, sende... Bende aldanacak göz var mı? der.
Bir başkası ise:

Yahu kardeşim seni ayakta uyuturlar. Aman ha dikkat et. Senin gibi konuşanlar
boylarının ölçüsünü aldılar, diye ihtar etmekten geri durmaz.

Yok be kardeşim, siz merak etmeyin, der.
Ve at nalı gibi büyük olan maden paralarını bir kese içine koyarak ceketinin iç cebine
koyar. Bir kısmını da yan cebine harçlık yapmak için ayırır. Ve İstanbul'un yolunu
tutar. Mahmutpaşa'da birkaç dükkana girer.
61
Dükkanlardan çıkınca sağ elini sol göğsünün üzerine vurur. Paralardan şangır şangır
ses gelince adam kasıla kasıla: "Hımmm, beni kandıracaklarmış. Beni kandıracak
adam daha dünyaya gelmemiştir" der.
Yine bir başka dükkana girer, aynı şekilde kontrol eder. Paralar yerinde duruyor.
Akşama doğru, yan cebine harçlık için ayırdığı para tükenir. Yine eli ile vurur, şangır
şangır ses gelir. Para almak için keseyi çıkarır, bir de bakar ki, paralar alınıp para
kesesinin içine nal doldurmuşlar.
İşte bu adam misali, eğer biz de Allah'ımızı iyi tanımazsak, kalbimizden gelen sesin
ne olduğunu anlayamazsak, şeytan imanımızı alır. Biz anlamayalım diye yerine kendi
istediği inancı koyar. Birazcık merhametimiz varsa, hele bir de Allah diyorsak, şeytan
sahayı buldu demektir. Başlar; "Benim kimsenin malında gözüm yok, Allah'a şükür
imanlıyım da, namazlarımı kılmıyorum ama kalbim temiz. Hacca gitmiyorum ama
gideceğim, şimdi çok işim var. İçki içiyorum ama bir derdim var" demeye.
İşte böyle imanımızın yerine sahtesi konulunca kendimizi müdafaa etmekte avukat
kesiliriz. İnancımızın olmadığını anlayacak zemin bile bulamayız. Önce imanın sesini
tanımalıyız ki, yerinden alındığı zaman fark edelim. Eğer o adam para sesini çok iyi
bilseydi, nal sesini hemen anlayacak ve böylece kendini para sesi diye avutmayacaktı.
Kardeşim, İslâm'ı iyi bilip, iyi anlamamız lazım. İslâm'ı iyi anlamazsak dünyada
hiçbir şeyi anlayamayız.
Bir Allah dostu oi?n çok sevdiğim bir zatın şu sözleri duymuştum:
Sen nasıl inkar edilirsin? Ya Rab.. Ya Rab, sana teslimiz... Bizi şeytanlara uymaktan
koru.
Sen Allah'ın nimetlerini ye, sonra da Allah'a isyan 62
et. Olur mu kardaşlarım?
Bizim olan ne var?.. Bizim bir şeyimiz yok... Her şey Allah (c.c)'ın. Bunu ölünce
anlayacağız. Ama ölünce herkes anlar. Müslüman, ölmeden anlar. Göreyim sizleri,
Allah'ımızı bilelim ve O'na teslim olalım. O bize yapamayacağımız emri vermez...
Göz Allah'ın (c.c), göstermesi de O'nun.
Mektup yazarken bile Allah'ı anlatmalıyız.
Allah'a, içimiz ve dışımızla teslim olmamız lazım. Dışın Batı, için İslâm veya için
Batı, dışın İslâm olmaz. İki zıtlık bir bedende geçinmez, ona göre dikkat.
Müslüman dertlidir. Konforla uğraşmaz. Allah'ını sever ve onun yolundan gider.
Onu zikreder, her şeyi O olur.
Bizim sevgili Allah'ımız var. Ama O'na güvenemiyoruz. İmanımızın zayıflığından
güvenemiyoruz.
Bu halimiz nedir ya Rabbi... Sen uyandır bizi.
Namazını terkeden, Allah'ını terketti demektir.
Kuş, bir mısır danesi için tuzağa düşüyor. Biz de ona benziyoruz. Bir nefs için tuzağa düşüp, Allah'ımızdan uzaklaşıyoruz.
Hiçbir şeyin fakirliğinden korkulmaz. Allah'ı sevme fakirliğinden korkulur.
Allah adeta bize sesleniyor: Ben, her yerden görünürüm. Onu duymamız lazım.

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #9 : 28 Ekim 2009, 17:22:55 »
SORU : Allah niçin gözükmüyor, neden göremiyoruz?

CEVAP: Önce, 'neden göremiyoruz? sorusunu cevaplayalım:
A) Görme, ihata (yani bir şeyi en ince teferruatına kadar bilme, kaplama) meselesidir. Mesela:
İnsanın vücudunda mikroplar vardır, hatta bir dişin dibinde belki birkaç milyon bakteri
bulunur. Bu bakteriler ellerindeki imkan ve aletlerle insanın dişini yontmaya, yıpratmaya,
aşındırmaya çalışıyorlar. Halbuki, insan, bakteriler bu işleri yaparken bunların ne gürültüsünü
duyar, ne de bu bakterilerin varlığından haberdardır. Onlar da tamamıyla insanı göremez.
Nasıl görsün ki, zaten kendisi çok çok küçük bir şey. Onlar, ancak o anda neyin karşısında
bulunuyorlarsa onu görürler. Hele hele, insanı, katiyyen ihata edemezler. Esasen, insanı görüp
tam ihata edebilmeleri için, onun dışında ve tamamen.müstakil, yani ayrı olmaları ve aynı
zamanda insanı görebilecekleri teleskop gibi bir göze sahip bulunmaları lazımdır. Demek ki,
ihata edemeyişleri, görmelerine mani oluyor. Eğer ihata edebilselerdi, yani aynı anda insanın
her tarafını kaplayabilselerdi, insanı görebileceklerdi. Bu misal mikro aleme ait.
Bir de makro alemden misal vereyim. Büyük bir teleskopun başına oturalım.
Düşünelim ki, bu teleskop, ışık yılıyla üç milyar yıl ötesini göstersin.
Yine de bütün kainat ve mekanlar hakkındaki bilgimiz "Deryada katre" misali olacak. Çünkü,
ne kadar uzağı görebilirsek görelim, yine de daha ötesi var. Boşluk (gökyüzü), sonsuza doğru
gidiyor. Sadece teleskopla gördüğümüz saha hakkında bulanık faraziyeler (yani şöyle olabilir,
böyle olabilir) nevinden bir kısım malumata sahip olacağız. Demek ki, biz kainatın idaresini,
umumi şeklini, muhtevasını ve mahiyetini göremeyecek ve idrak edemeyeceğiz. Çünkü,
mikro alemde (çok küçük zerrecikler aleminde) olduğu gibi, makro alemde (kainat gibi büyük
alemde) de tam bir açıklamaya sahip değiliz.
Şimdi iyi düşün Kardeşim Aysel, daha biz mikro ve makro alemlerdeki varlıkları ihata
edememişiz, onlardan habersiz, daha onları göremiyoruz da, nasıl onları yaratanı
görebileceğiz? O kendisini göstermemeyi dilemiş üstelik.
Biz, ancak mikro alemdeki bakteriler misali, neyin karşısında duruyorsak ancak onu
görebiliyoruz. Yani gözümüz neyi ihata edebiliyorsa, neyi görebiliyorsa, onu görebiliyoruz.
Şöyle bir misal daha vereyim: Allah'ın varlığı meselesinde atomlardaki elektronların
durmadan hareket ettiğini yazmıştık. Ancak bazılarındaki hareketi görebiliyoruz, diye ilmin
yüzde yüz doğruluğunu ispat etmiş olduğu elektronların hareketlerini inkar mı edeceğiz?
Elbette hayır. Öyle ise, varlığında hiç şüphe edilmeyen Allah'ı (c.c.) görmüyoruz diye inkar
mı edeceğiz? Öyleyse, görmemek bir şeyin olmadığını göstermez. Ve O diyor ki, ben, Lâtîf
im. (30-a)
(30-a) Lâtîf; görünmeyen incelikte demektir. Meselâ, su, hava ve cam lâtîf olduğu için, pencereden dışarıyı, bardaktan karşıyı görebiliyoruz...

Bir misal daha: Sütün içinde yağ ve peynirin bulunduğunu adımız gibi biliyoruz.
Ama sütün içinde ne yağ ne de peynir gözükmemektedir.
Şimdi, biz kesin olarak bildiğimiz yağ ve peyniri görmüyoruz diye inkar mı edeceğiz? Elbette hayır. O halde adımız gibi bildiğimiz Rabbimiz'i, görmüyoruz diye inkar edemeyiz.
(Belki adımızı unutabiliriz ama Rabbimiz'i asla). Bir yerimiz ağrıdığı zaman ağrıyı hissediyor, duyuyoruz ama göremiyoruz. Göremiyoruz diye ağrıyı reddedemeyiz. Ağrıyı görmüyor,
fakat hissediyorum, onun için de varlığına inanıyorum, dersin.
Allah'ı görmüyorsun ama O'nu hissediyorsun, her sanatında O'nu görür gibi hissediyorsun.
Hele, bir de şöyle sakin kafa, selim bir akıl ile düşünürsen, büyük bir felaketle, dayanılmaz bir acıyla karşılaşırsan, inadı, kibri ve gafleti bırakıp asli yaratılışınla başbaşa kalırsan, başka bir şeye değil, inan sadece Allah'a yalvarır, O'ndan yardım dilersin... Açık olan bir cereyan kablosunda, cereyanın olduğunu kesinlikle biliyoruz. Fakat onu göremiyoruz. Cereyanı göremediğimiz halde, nasıl varlığını inkar edemiyorsak,
Allah'ın da varolduğunu bildiğimiz halde, göremiyoruz diye inkar edemeyiz. Bir odada otururken, kapı ve pencereyi açtığımız zaman cereyanın bize etki ettiği, bizi çarptığı bir gerçek. Cereyanı elle tutup, gözle göremediğimiz halde, nasıl inkâr etmemiz mümkün değilse,
Allah-u Teala'nın da sanatlarına bakıp, O'nun varlığını kabul ettiğimiz halde, O'nu göremiyoruz diye inkar etmemiz mümkün değildir. B) Nur, Allah'ın hicabıdır, yani perdesidir. Biz nuru dahi ihata edemiyoruz. Yani, her tarafını çepeçevre sarıp kaplayamıyoruz.
(En ince teferruatına kadar bilemiyoruz.)
Peygamber Efendimize (s.a.v), miraçtan döndüğünde sahabeyi kiram sordu:
"Rabb'ini gördün mü?" Rasulullah, bir defasında şöyle buyurdular: "Nasıl görürüm O'nu."
Başka bir yerde buyururlar ki: "Ben bir nur gördüm. Halbuki, nur mahluktur yani yaratılmıştır. Allah ise, nuru nurlandırandır. Yani nura şekil veren, biçim veren, tasvirini yapan Allah'tır. Nur, Allah değildir. O'nun yaratığıdır."

Başka bir hadiste Peygamberimiz (s.a.v): "Allah'ın hicabı (perdesi) nurdur.
Yani sizinle Onun arasında bir nur vardır." Şimdi, bir nuru dahi ihata edemiyoruz da, yani tam olarak en ince teferruatına kadar bilemiyoruz da, nasıl nuru yaratanı görebiliriz?
Elbette göremeyiz. Mesela, şu gördüğümüz Güneş'e, ağustosun onbeşinde, yani Güneş tam parlakken birkaç dakika bakabilir miyiz? Elbette gözümüz kamaşır, bakamayız. Şimdi,
Allah'ın yaratmış olduğu Güneş'e bakamıyoruz da, yani tam olarak göremiyoruz da, nasıl onu yaratan Allah'ı görürüz? Elbette göremeyiz. Aklımızı ele alırsak; doktorlar, kafa tasımızı yarıp, aklımızı görmek için baktıklarında, göremiyorlar. Akıl yok da ondan mı göremiyorlar?
Elbette hayır. Pekiyi niçin göremiyorlar? Şimdi, aklı göremiyoruz da, nasıl aklı yaratan Allah'ı göreceğiz? Elbette göremeyiz. Nasıl ki, aklı göremedik diye aklı inkar etmemiz mümkün değildir.
Akıl görünse dahi, Allah yine gözükmez. Gelelim, 'Allah (c.c) niçin görünmüyor?' sorusuna: Bazı müfessirler, ayet-i kerimedeki "İbadet etsinler"den maksat: "Beni tanısınlar, beni bilsinler" demektir diye tefsir etmişlerdir.(30-b) Allah başka bir ayetinde: "Amelce hanginiz daha güzeldir diye sizi imtihan etmek için hem ölümü, hem hayatı yaratan O'dur. O azizdir, herşeye galibdir, gafur'dur (çok bağışlayandır)" (31) buyurmaktadır.
(30-b) Bu konuda tam mutmain olmak için akaid okumak gerekir.

Diğer bir ayetinde: "Müslümanlar, öyle kimselerdir ki, onlar Allah'ı görmedikleri halde inanırlar. (İnançlarını ispat eden) namazlarını dosdoğru kılarlar. Verdiğimiz rızıktan yerler, başkalarına da yedirirler."(32) Başka bir ayetinde de: "Sen ancak Kur'an'a tabi olan, onunla amel eden ve görmediği Rahman'a içten saygı besleyen kimseyi sakındırırsın. İşte onu hem bir mağfiretle (dünyadaki günahların bağışlanmasıyla), hem de iyi mükafatla (cennetle) müjdele" buyurmaktadır. Kardeşim Aysel, ben Kuran'dan bu konu ile ilgili ayetlerden sadece birkaç tanesini yazdım.
Rabbimiz, birinci ayette, cinleri ve insanları kendisini tanısınlar, ibadet etsinler diye, ikinci ayette de, amelce hangimiz güzeliz, ölümü ve hayatı, yani şu yaşamımızı imtihan etmek için yarattığını buyurmaktadır.
Demek ki, insanın yaratılış gayesi Allah'a (c.c.) ibadet etmekle, imtihan için gönderilmiş olmasıdır.
Eğer, Allah (c.c.) gözükseydi, imtihanın hükmü kalmazdı. Böylece de Allah'ın emirlerini yerine getirenlerle, getirmeyenler bilinemezdi. Yazmış olduğum üçüncü ayette de,
Rabbimiz Müslümanların vasıflarını söylerken:
"Görmedikleri halde Allah'a (c.c.) inanırlar", demektedir. Demek ki, mühim olan görmeden inanmaktır.
Görünce herkes inanır... O zaman inanmanın bir değeri olmazdı.
(31)
Mülk: 2.
(32)
Bakara: 3.